Yağmur damlalarına saklansam da düşsem yanaklarına...

Baharın nazına isyan ederek sokağa attım kendimi... “İşte bak geçiyor” dedim kendine has asaletiyle sanki bir kısrak!..

Bir altın hızmadan dökülen berraki yağmur damlasında hasret gibiydi o hayali yar man-zarası;

Sevdanın kulağına antika küpeler olmuş gibi bir sıcak öpücüktü sanki!..

Bedeni özlemle sarmışçasına ve gökkuşağından esaretler yaratırcasına bir gümüş kuşak...

Aşkı yürekle kelepçelemiş, eskilerden yuvarlanıp gelmişçesine bir altın bilezik...

Göğsünde halay çekercesine sallanan bir zümrüt gerdanlık...

Boynunda kelebek gibi dans edercesine savrulan inci bir kolye...

Ve parmaklarında, “gitme dur” dercesine aman dileyen bir elmas yüzük...

Dedim ki, bir yağmur gibi ansızın önüme çıkan yâre; “İşte böyle, bağrımın derinliklerinde hasretle eskirken paha biçilmez bir hazine gibisin...”

Yani, “Ne kadar kazarsan kaz” dedim, yüreğimin en derininde yalnızca “sen” çıkan bir coşku

YAZININ TAMAMI GAZETENİZ AYDINLIK’TA