Yavuz şiirinin esansı

Şu sözleri ben söylesem, şiire alçaklık ediyorum diye, “muteber sanat dünyası” ayağa kalkar: “Şiir yazmak, elitist bir eylemdir; bir sınıfın veya bir tabakanın ideolojisinin içinden, o ideolojiyi olumlayarak ya da öteki ideolojileri olumsuzlayarak, yazılır. Şiir, olumsuzlama veya senin deyişinle ‘hesaplaşma’yı şayet yapacaksa, ancak bu bağlamda yapıyordur. Elitizm, ideolojik çerçöpleri muhatap almaz...”

Sözler, Hilmi Yavuz’a ait... Muhatabı Metin Cengiz, “... şiirinizin esansını tarih ve kültürle yoğurduğunuz yıllar iki darbe arasında kalan, tarihin, geleneğin, kültürün ideolojiye dönüştüğü yıllar” saptamasıyla Yavuz’un şiirinde kültürün postmodern işlevini çok yerinde saptıyor. Hani kimi büyük hakikatler için, yanlış anlama üzerine kurulmuştur, derler ya; Cengiz de saptamalarının esasını yanlış anlatma üzerine kurarak doğruyu görkemli bir söylemle vurguluyor: Yavuz’un şiirinde kültür, sözcüklerin esansıdır (Şiirden, S: 63).

Nur içinde yatsın, Veysel Öngören, İran Konsolosluğu’nun damı üzerinde martıların dansından gözünü bir an ayırıp bana dönerek, “Yahu bu çocuk benim Yavuz için yazdıklarımı iki sözcüğe sığdırmış. Yeni basımlarda bu tamlamayı ödünç alarak yazımın başlığını Hilmi Yavuz Şiirinin Esansı koy gözüm!” demez miydi?

ÖZNELİ YILLARIN ÖNCESİNDE

İki darbe arasında kalan yıllara ilişkin saptamalarını sürdürerek Yavuz’un yanıtına şöyle çanak tutuyor Metin Cengiz: “... devletin kendi ideolojik ve yaptırımcı aygıtlarıyla resmî ideolojiyi egemen kılmaya çalıştığı, sivil toplumun kamusal alanında ise lümpenleşmenin yaygınlaştığı yıllar. Bu iki kitap bu durumla entelektüel alanda bir hesaplaşma olarak algılanabilir mi?”

Yavuz’un şamarından benim yanağım acıdı ya birbiri ardı sıra inen tokatlara Cengiz hiç aldırmıyor; 3 sayfa neler konuşuluyor, arada Mustafa Suphi’yle kendine çok ağır köstek bile vuruyor da neden sonra uyanıyor: “Ben ‘Bedreddin ve Doğu şiirlerinin lümpenleşme ile bir hesaplaşma mı’ olduğunu sormadım.” (Cengiz’in bir de anlatım bozukluklarına takılacak olursak, söyleşide 20 sayfalık kuyuya atılan taşları 120 sayfalık palangayla çıkarmak bile zaten mümkün değilken, bir de dilbilgisi elkitabı hazırlamak gerekecek ama hemen toslamışken birini düzeltelim –Şiirde dilin her şeyin üstünde olduğunu ikide bir söze lebalep zımbalayanların gaflarını es geçmek kendilerine haksızlık olur çünkü: Bir şeyin “olduğu” ya da “olmadığı” değil, “olup olmadığı” sorulur...)

ADORNO’YLA HİDAYET

İki darbe parantezinin topluma dayattığı deli gömleğinin 41. yılında postmodern öznelerin geldiği iletişim düzeyini görüyor musunuz? Cengiz; her ne kadar Enver Ercan’la söyleşisinde Yavuz’un “Türk şiirini onarıyorum” sözüyle ne demek istediğini nice geyiklerden sonra kendisine ancak şimdi sorabilmenin nasip olduğunu söyleme cesareti gösterdiyse de, Çanakkale Boğazı ve yosun dipli ağzı kadar ilgisiz bir yanıt alışına hiç oralı olmuyor. Yine edebî külliyatını sözüm ona başkalarının oryantalizmini sergileme üzerine kuran Yavuz’un Taormina sonrasında Zaman’ede 20 yıl oryantale çıkışı da “imtidâd”ın ne içine sığıyor ne dışına... Şimdi Yavuz oryantalizmi için herkes bir yana, 100 yıl sonra erilen hidayet ve tarikat adabıyla, Adorno’ya, “kapa kapıyı, gir içeri” deniyor.

ORYANTALİZMİN YENİ MOTTOSU

Emperyalizmin güdümündeki düşünce tarzı, özellikle postmodernizm ve Yeni Ortaçağ döneminde gübrelikte pertavsızla bokböceği aramayı kendisine öylesine asıl iş edindi ki, oryantalizmi de oryantalizmle savaş tutumuna arkasını dönerek yürütürken temcit pilavına her gün bir dirhem fare merakıyla protein serperek entelektüel kakavanlara zihinsel serum vermeyi hesaplıyor. Sözüm ona motto ve resmî ideoloji karşıtları, şimdilerde Kemalizme karşı Mustafa Suphi parolasını keşfetti. PEN Yazarlar Derneği, Ahmet Kardam’ın “Mustafa Suphi Karanlıktan Aydınlığa” ve Cazim Gürbüz’ün “Mustafa Suphi Olayı ve Edebiyata Yansımaları” adlı eserlerini şubat ayı kitapları olarak seçme gerekçesini açıklarken, “TKP’nin kurucu önderi Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlinin ardından geçen 100 yılda sular hiç durulmadı” cümlesini kullandı ya, Cengiz de Hilmi Yavuz’un yanı başında sorulmadan parola ifşa sırasına giriyor: “Türkiye siyasal tarihinin en önemli olayı”...

AYNALARA KEŞ MÜRİTLİK

Turgut Uyar, bir şiirinde, “Kan sızıyor bir halkın dinmeyen uğultusundan” demişti. Gerçekten de Batı’ya yönelerek göçebe toplumdan yerleşik uygarlığa geçmek üzere yüzyıllara yayılan sancılı bir süreçte bir türlü dinginliğe kavuşamayan Türk toplumunun 1950 öncesi “yurtta barış dünyada barış” ilkesinin damgasını taşıyan dönemini de tarihin en çalkantılı yüzyılı mottosuyla lekelemek ve bunun nedeni olarak 15’lerin katlini göstermek, zekânın lirizmi ya da iyi niyetiyle saklanacak bilinçli bir abartı ve kasıt niyeti taşımıyorsa düpedüz bönlüktür. Bir cinayetin tarihsel anlamına değinirken çağdaşlığı toptan yadsıyıcı bir tutuma girmek, bütün bir Cumhuriyet öncesini Yeni Ortaçağ’ın postmodern mantığıyla aklamak anlamına gelir. Bu garip muhalefet halleri kime yöneliktir, anlayan beri gelsin...

Kapitalizmin sarmalında küresel oligarşinin yerli borazanlarıyla iş tutmayı şiir adına hüner sanan işgüzarlar, Türk şiirini "onarma" küstahlığıyla postmodernizme ve emperyalizmin güdümündeki gericiliğe mütekabiliyette sırrı dökülmüş aynaların keş müritliğini bağırlarına basadursunlar... Fırsat düştükçe kendilerine bir çift sözümüz hep olacak (https://sanatolayi.com/polemik-enfiye-cekip-hapsirmaya-benzemez/).