Son Yazıları

Gerçek annelik

Ülkemizde Anneler Günü yaklaştıkça bu güne ticari açıdan bakan bilimum reklamlar da başladı. Anneler arası bir merak, kaygı, acaba çocuklarım bana ne alacak? Oysa annelik çok kutsal, bir o kadar da zor bir meslek. Hiçbir hediye ile ölçülemeyecek bir meslek. Ancak, çocuklarımızı büyütürken dikkat etmemiz gereken, olmazsa olmazlarımız var, iyi bir anne olmak istiyorsak. Yok, iyi bir anne olmasam da olur diyorsanız, o zaman ektiğinizi de biçmeye hazırlanın. Çünkü tüm evlatlarımız iyi ve iyi olmayan anneyi çok iyi ayırt edebilecek ve ona göre tepki verecek varlıklar…

Yazının Devamı

Eğitim ve yeni müfredat

Birkaç yıl önce Finlandiya’nın Laponya Bölgesindeydim. Kar, Aurora Boralis denilen, kışın kuzey gece ışıkları olan enerjiyi görmek, ren geyiği kızağı ve köpek kızağı gibi turist aktiviteleri için gitmiş olsam da, bir eğitimci olarak eğitimi, eğitimdeki başarısı ile ünlü Finlandiya’da bir okul ziyareti en önemli amaçlarım içindeydi. 

Önceden iletişim kurup ziyaret ettiğim Lyseonpuisto Lisesi, Rovaniemi'deki en eski okul ve Laponya'nın en kuzeyinde. Tüm zorunlu dersler için çeşitli seçenekleri inceledim. Genel bilgileri de aldım. Anladığım kadarıyla eğitimdeki bu başarılarının nedeni birkaç öğeye bağlı. Birincisi nüfusu az, varsıl bir ülke. Koca Finlandiya yaklaşık bir tane İzmir kadar. Nüfus artışı da düşük. En önemli neden bu olsa gerek.

Yazının Devamı

Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV

90’lı yıllarda İzmir’in bir grup aydın insanıyla kurduğumuz, (çoğu eğitimci ancak hepsi değil) Kurucu Üyesi olduğum EÇEV, Ege Çağdaş Eğitim Vakfı, Başkanı Yıldız İşçimenler Ünsal Karşıkaya Belediye Başkanı seçilmesi nedeniyle çalışmalarını raporlayıp görevini geçtiğimiz günlerde Sinem Muğla’ya devretti ve yönetim kurulu üyeliğine geçti. Çoğu, Yıldız Ünsal dahil, 80’li yıllarda, üniversite hocalığına ve Deniz Koleji Kuruculuğuna geçmeden önce sekiz yıl çalıştığım İzmir Amerikan Koleji mezunu ve matematik, fizik dersimden öğrencilerim olan yönetim kurulu üyelerinin aydınlık, pozitif, candan karşılamasıyla Genel Kurul toplantısına başladık.

Günümüzde birçok STK’da bulunan, yarışan kişinin başarıyı aldıkları eğitimde ve kariyerlerinde yakalayamamış, gölgede kalmış, Maslow hiyerarşisinde “kendilerini gerçekleştirememiş”, güç ve makam (yönetim kurulu üyeliği, başkanlığı gibi) peşinde koştuğunu, birbirini kırdığını, incittiğini, dışladığını, istifaya zorladığını yani mobbing uyguladığını, dedikoduyu sevdiğini, bireysel emeller, çıkarlar güttüğünü, birilerini itip birilerini kucakladığını, eşitlik ve demokrasinin olmadığını ve dernek yönetimlerinin iki yılı doldurmadan değiştiğini görüyoruz.

Yazının Devamı

Kanlı dünya, hırs ve güç

Dünya tarihinin hangi dönemine bakarsam bakayım hep kavga ve kan. Dönem dönem durulsa bile bu durulma uzun sürmeden yerini tekrar kavgaya bırakıyor. Kavganın nedeni ne? Güç. Güce erişmenin yolu para. Para çeşitli şekillerde geliyor. Petrol, doğal gaz, altın, pırlanta, vb. Bunların yanında endüstri, üretim, tarım da var ama kavganın çoğu yeraltı zenginlikleri…

Bu konuda en zor coğrafyalardan biri de ülkemiz. İpek Yolu üzerinde, kuzeyi güneye, doğuyu batıya bağlıyor. O nedenle gözler üzerimizde. Açıktan kavga edemeyen kavga edecek kuklalar buluyor. Gençler ateşli, kanmaya, inanmaya hazır, sağ sol çatışması, vb, gençleri kavga ettir… Gençler olmadı, iç savaş çıkar…

Yazının Devamı

Bayramın acı yüzü

Bayramlar, kutlamalar, anneler, babalar günü, sevgililer günü, vb… Tüketim toplumunda tüketimi, para harcamayı körükleyen özel günler bitmek bilmez. Her şeye sahip geniş aileler için bu özel günler ne kadar heyecan ve keyif verici olsa da birçok insan, hatta çoğunluk için en hüzünlü günler oluyor. Empatiden yoksun ülkemiz insanı sosyal medya ve mesajlar aracılığıyla bu özel günleri çok yoğun yaşıyor, yaşatıyor, ekonominin canlanması uğruna reklamlar hüzünlülerin hüznünü artırıyor. Gelin biraz hüzünlü grupla empati yapalım...

Annesini babasını, sevdiği birini çocukken kaybetmişler yani anne, baba, büyükanne, büyükbaba sevgisine doyamamışlar…

Yazının Devamı

Gönülden emekle geçen üç yıl

Üretmek… büyümek… çoğalmak…

Aydınlık Avrupa üç yıldır üretiyor, büyüyor, okuyucularıyla çoğalıyor. Yalnızca Avrupa’ya mı sesleniyor? Yalnızca yerel konularla mı ilgileniyor? Aydınlık Avrupa üç yıldır ülkemiz, dünyamız, kentlerimiz, her yere uzanıyor, her yerle, her konuyla ilgileniyor ve tabii ki Avrupa’da yaşayan Türkler için çok değerli. Dünyamız haberlerinin yanı sıra, çeşitli köşe ve gezi yazılarıyla ülkemize de sesleniyor, aynı yazılar Aydınlık’ta da yayınlanabiliyor, internet aracılığıyla tüm ülkemizin, dünyamızın çeşitli köşelerinde de okunuyor. Her yıl daha da büyüyor, gelişiyor, çoğalıyor.

Yazının Devamı

Kültürel hegemonya

Hegemonya… Kökü Yunanca, Hegemonia… Bir sistem içindeki bir elemanın diğerlerinden üstün baskın olduğunu belirtir. Gramsci’ye göre hegemonya oluşturmak, toplumsal yaşam içerisinde birinin kendi görüşünü bir bütün olarak toplum içerisinde tamamıyla yayarak ve bunun sonucunda kendi çıkarlarını toplum çıkarlarının önüne alarak ahlaki ve siyasi açıdan bir liderlik kurması demektir. (Eagleton, 2020:158)

Karl Marx’ın tarihsel materyalizmi bağlamında anlaşılabilecek hegemonya kavramı, yönetici sınıfın çıkarlarının ideal biçimde, evrensel çıkarlar olarak temsil edilmesidir. Devletlerarası ilişkilerde hegemonya siyasi hükümranlık veya tahakkümdür. Burada hâkim sınıf tanımları, kültürel ve ekonomik kodlar ve toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiler dikkat çekicidir. Hâkim sınıfların değerlerinin kabul ettirilmesi, kendi erkine rıza gösterilmesi gibi ana fikirler ön plandadır.

Yazının Devamı

Diktatör (2)

Geçen hafta Budizm bir inanç sistemi olmanın yanı sıra içinde en detayına kadar yerleşik bir psikoloji eğitimi de barındırdığını anlatmıştım. Okuduğum Budist Bilgeliği isimli kitaptan yazarı Fritz Koster’in yıllarca uzak doğuda Budizmi inceledikten, öğrencilik yaptıktan sonra bu yazdığı kitaptan kısa kısa aktarmalar yapmıştım. Abidamma psikolojisi denilen bu öğretiyi ben bu yıl Oxford Üniversitesinde aldığımı ve buradan sizlere kısaca aktarmak istediğimi belirtmiştim.

Bu psikoloji eğitiminin 121 adet bilinç hali içerdiğini, bu 121 bilinç halinin dört kategoriye ayrıldığını ve ayrıntıları aktarmıştım.

Yazının Devamı

Diktatör

Budizm bir inanç sistemi olmanın yanı sıra içinde en detayına kadar yerleşik bir psikoloji eğitimi de barındırıyor. Budist Bilgeliği isimli bir kitap okuyorum bu günlerde. Yazarı Fritz Koster yıllarca uzak doğuda Budizm’i inceledikten, öğrencilik yaptıktan sonra bu kitabı yazmış. Abidamma psikolojisi denilen bu öğretiyi ben bu yıl Oxford Üniversitesinde aldım ve buradan sizlere kısaca aktarmak isterim.

Bu psikoloji eğitimi 121 adet bilinç hali içeriyor. Bu 121 bilinç hali de dört kategoriye ayrılıyor. 54 adet duygularla ilgili bilinç hali var ki bunların 12 bütün olmayan, 18 kökü olmayan, 24 bütün olan olarak gruplanıyor. 12 bütünsel olmayan bilinç hali mikrop resmi olarak resmediliyor, bunların 2 tanesi nefret, 2 tanesi cehalet, 8 tanesi ise arzu olarak sınıflandırılıyor. 18 kökü olmayan bilinç hali ise domuz resmi, kalanları ise fil ve kelebek resmi ile resmediliyor. Güzelliklerine göre resmedilmişler. Tabii hepimiz kelebek bilinç halinde olmayı tercih ediyoruz…

Yazının Devamı

Dayanıklı çocuklar yetiştirmek

Her anne-baba dayanıklı çocuklar yetiştirmek ister. Zor zamanlarda birden yıkılmasın, depresyona girmesin, başladığı işi yarım bırakmasın ister. Mutlu olsun, iyimser olsun ister ama bu çağda, bu ortamda dayanıklı çocukları nasıl yetiştireceğiz? Bir yandan tam gün okul, ödev, sınav yarışı ve baskısı, bir yandan gösterişe dayalı tüketici toplumu…

Yapılan araştırmalar dayanıklı çocuk yetiştirmenin çok da zor olmadığını gösteriyor. Birkaç takip edilecek ana fikir var:

Yazının Devamı

Zor yaşamlar ve yaratıcılığa etkisi

Floransa en sevdiğim, büyülü bir keyifle nefes aldığım kenttir. Fırsat buldukça Floransa’nın sokaklarında gezmeyi, tekrar tekrar müzelerini gezmeyi çok severim. 1200’lerde Dante’nin, İlahi Komedyanın, 1400-1500’lerde, yani Rönesans’ta, Humanizmin sanatçıları Leonardo’nun, Michaelangelo’nun  memleketi…ve de Makyevelli’nin… Dar sokaklarında dolaşıp, Dante’nin, Michaelangelo’nun evlerini ziyaret edip, Dante’nin minicik kilisesinde sıcak ve yakıcı güneşten serinlik bulurum… David hekelinin önünde mermerin nasıl can bulduğunu hayranlıkla izlerim…Sonra arabama binip 60 km ötedeki Vinci kasabasına gidip Leonardo’nun mahallesine giderim… Oradan Chianti tepelerine çıkıp Chianti içerim…

Zorlukların kişilerin nasıl yeteneklerini artırdığını düşünürüm, bu dar, tozlu sokaklarda yürürken. Eğer Leonardo gayrimeşru bir çocuk olmasaydı, büyüdüğü ev ortamında ikinci sınıf çocuk sayılmasaydı, diğer kardeşleri varsıl noter babasının mirasını paylaşırken kendisi gayri meşru olduğu için miras kalmasaydı, yaratıcılığı bu kadar gelişir miydi acaba? Babasının soyadını bile alamamış, onun için yaşadığı kasaba olan Vinci’li Leonardo diye anılmış yaşamı boyu… Gayrimeşru olduğu için önce büyükbabasının, sonra babasının evinde büyümüş, köylü ve sınıfça babasının altında olan annesi ise o doğduktan sonra onu babasının ailesine verip kendi sınıfından birisiyle evlenmiş.

Yazının Devamı

İyi bir eğitim

Batılı ülkelerde öğrencilere verilen öğretimle ülkemizde verilen öğretimi karşılaştırdığımızda akademik açıdan bazı ufak farklılıklar dışında fazla bir değişiklik görmüyoruz. Matematik, fen bilgisi, dil eğitimi, beden eğitimi, vb derslerinde öğretilen konular ve bu konuların yıllara göre sıraları yaklaşık aynı ya da çok benzer. Belki öğretim yöntemlerinde bazı farklılıklar var. Batıda aktif öğretim yöntemleri bize göre daha çok kullanılmakta. Ancak, kullanılan yöntem ne olursa olsun, sonuç aynı veya çok benzer, çocuklarımız ve gençlerimiz akademik konularda batılı çocukların ve gençlerin çok gerisinde değil, hatta belki ilerisinde…

Diğer yanda, çocuklarımızın ve gençlerimizin karakter gelişimlerine ve okullarımızda onlara bu konuda verilen eğitime baktığımızda batı ile aramızda çok büyük farklılıkları gözlemleyebiliyoruz. Batıda öğrencilerin kişisel gelişimleri “Karakter Eğitimi” adı altında sistemli programlara ve hatta kitaplara bağlı olarak sağlanıyor, onlara bu yönde eğitim veriliyor. Bu program etik değerleri öğreten bir program, ama bizdeki gibi “Değerler Eğitimi” adı altında örtük olarak ek din dersleri verilmesi değil. Dine bağlı olmayan evrensel etik değerlerin öğretilmesi.  Sonuçta da daha az kavgacı, daha özgüvenli, milli değerlere sahip, daha çalışkan ve dürüst gençler yetişiyor, bu değerler öğretilebildiyse… 

Yazının Devamı

Boşanan aileler - 3

Üç haftadır boşana aileleri yazıyorum. O kadar geniş bir konu ki… Neden bu kadar arttı boşanmalar?

Bu hafta biraz değişen kültürümüze odaklanma istiyorum. Toplumumuzda bu kültür değişimi nasıl yaşandı? Kültürü şekillendiren eğitimdir. Eğitim dolaylı ve dolaysız olarak iki türde verilir. Dolaysız eğitim okullarda, müfredatla, programla, yetişmiş öğretmenlerle verilen eğitimdir. Doğrudan, direkt.

Yazının Devamı

Boşanan aileler ve çocuklar - 2

Ya ebeveynlerden birisi çocuğu diğeri aleyhine dolduruyorsa…

Geçen hafta tüketici dünyamızda evliliklerin de birçok zaman tükendiğini söylemiştim. Yeni ev, yeni otomobil, yeni iş derken “yeni eş” kavramı da toplumumuzda sık rastlanır bir durum olmaya başladı. Çoğu evlilik çocuklu evlilik olduğu için, özellikle çocuklar küçük yaştayken ayrılan ailelerin çocukları da ek birçok sorunla karşılaşmaya başladı.

Yazının Devamı

Boşanan aileler ve çocukları - 1

Günümüzde evliliklerin ömrü gittikçe kısalıyor. Tüketici toplumunun toplumumuza kazandırdığı tüketici duygular da maalesef evlilikteki sevgi, saygı, sorumluluk gibi duyguları çabuk tüketmeye başladı.  Geçmiş kuşaklara oranla her şeyin çok hızla değiştiği dünyamızda eş değiştirmek de kanıksanan bir durum olmaya başladı.

Eskiden insanlar aynı işi yaparak, aynı eşle ve aynı yerde yaşayarak bir ömrü geçirirken, şimdilerde, sık iş değiştirmek, sık ev, otomobil yenilemek, her şeyin yenisini arzulamak moda oldu. Otomobiller 2-3 yılda bir yenisi ile değiştirilirken, yeni yapılan apartmanlar, yeni giysiler, yeni ev eşyaları arzulanan yaşam biçimi oldu.

Yazının Devamı

Bilinçaltındaki korku - 3

Geçen hafta insan psikolojisinin, bilinçaltındaki korkunun kişileri nasıl yardıma ihtiyacı olanlara yardım etme sorumluluğundan kaçmaya yönelttiğini yazmıştım. Yakınımızdaki mobbinge seyirci kalmaktan, savaştan kaçan Suriyelilere, işsiz kalıp dilenenlere (dünyanın her yerindekilere) Afrika’daki açlığı görmezden gelip lüks safari turlarıyla sosyal medyada gösteriş yapanlara değinmiştim. Bu hafta aynı konu ile devam ediyorum.

İnsanların çoğu sorumluluğu başkasına atar. Hükümete, orduya, devlete, belediyeye, okula, hastaneye vb. “Ben ne yapabilirim?”, “Nasıl yardım edebilirim?”, “Benim sorumluluğum ne olabilir?” diye düşünmez. Kaçınma yolunu yeğ tutar. Oysa hastanedekini korkularımızla görmezden gelmek yerine gönüllü yardım edebiliriz. Veya eğitimde yanlış giden bir şeye yalnızca yakınarak bakmak yerine yine yapıcı, gönüllü çalışmalarla düzeltmeye yardımcı olabiliriz.

Yazının Devamı