Yavuz Alogan

yalogan@gmail.com

Son Yazıları

HDP sorunu

Çok partili hayata geçtiğimiz 1946’dan bu yana 28 siyasî parti kapatıldı. Anayasa Mahkemesi’nin henüz kurulmadığı dönemde Millet Partisi’nin (Ocak 1954), ardından Demokrat Parti’nin (Eylül 1960) kapatılmasıyla başlayan süreç, Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasıyla (Aralık 2009) sona erdi.

Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma gerekçeleri Devlet’in üç temel korkusuyla ilgiliydi: Komünizm, Şeriatçılık ve Bölücülük. Birincisiyle, ülkenin entelektüel birikimini iki kez kökünden sökerek çok başarılı biçimde mücadele ettiler; sonunda müstevliler ikincisini iktidara getirip, üçüncüsünü ikincisinin himayesine verdiler.

Yazının Devamı

Müşterek harekât

Savaş ortamında diplomasi gizli yapılır. Her anlaşmanın gizli maddeleri, açıklanmayan protokolleri vardır. Kapalı kapılar ardında ne konuştuklarını bilemezsiniz. Sahada yaşananlar ile yapılan anlaşmalar arasındaki bağlantı, ancak yıllar sonra, anlaşmaların gizli maddeleri açıklandığı zaman ortaya çıkar.

Fakat bazen öyle tuhaf anlaşmalar yapılır ki taraflar niyetlerini ve amaçlarını kendi halklarına açıklayacak laf bulamazlar. En sıradan insan bile yapılan anlaşmanın arkasında gizli bir plan olduğunu anlar. Müşterek Harekât anlaşması bu türdendir. Saray Hükümeti anlaşmayı halka açıklamakta zorlanmıştır. Dışişleri Bakanı, anlaşmanın ilk anda akla bir “oyalama taktiği”ni getirdiğini itiraf etmiştir: “Bizi Mümbiç’teki gibi oyalamalarına izin vermeyeceğiz.” İştirak etmeye zorlayan mı vardı?

Yazının Devamı

Diyanet’in tarikat cemaat raporu

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Dinî Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler” başlıklı raporunun, üzerindeki “gizli” ibaresine rağmen, kapsamlı ve ayrıntılı bir istihbarat raporunun kısaltılmış ve kamuya açılmış versiyonu olduğu anlaşılmaktadır.

Raporun ismi bile tarikat ve cemaatlerin Saray Hükümeti ve Diyanet tarafından meşru ve faydalı görüldüğünü ortaya koymaktadır. Raporda bu meşruiyet açıkça dile getirilmekte, Devlet’in bu kurumları desteklemesi talep edilmektedir: “İslam dünyasına da örnek olacak sağlıklı bir dinî anlayışın neşvünema bulması, devlet aklının bu kurumları desteklemesine ve önlerini açmasına bağlıdır” (s. 22). Rapor, tarikat ve cemaat yapılarını “Türkiye’de geleneksel İslam anlayışının yaşatıldığı en önemli çevreler” (s. 46) olarak görmektedir. Bu açıdan bakıldığında Rapor, Anayasa’da yer alan laiklik ilkesini ve laiklikle ilgili bütün yasa hükümlerini açıkça ihlâl etmektedir.Rapor, “sağlıklı dinî” anlayışın ne olduğunu, mevcut tarikat ve cemaatleri hangi İslamî kriterlere göre değerlendirdiğini özenle saklamaktadır.

Yazının Devamı

Yeni bir dünya

Gâvur memleketlerinde bir kafeye ya da restorana gittiğinizde şöyle tabelâlar görürsünüz: “ÉmileZola, bu masada otururdu” ya da “Guy de Maupassant, Seine nehrinde kürek çektikten sonra kahvesini burada içerdi” ya da “Alexandr Puşkin düelloya gitmeden önce son yemeğini burada yemiştir”. Ya da mesela, Trier’in Petrisberg tepesinde, “Napoleon Bonaparte karargâhını burada kurdu” gibi bir levha vardır. Tarihi şahsiyetlerin izleri her yerde görülür.

Böyle şeyler önemlidir. Yurttaş kimliğiyle, vatanseverlik duygularıyla ilgilidir. Şehrin insanlarını tarihe bağlar, onlarda aidiyet ve süreklilik duygusu yaratır. Yeryüzünde bütün şehirlerin dokunulması teklif dahi edilemeyecek yerleri vardır. Ankara için Çankaya Köşkü, İstasyon Binası, Atatürk Orman Çiftliği ve daha pek çok yer böyledir.

Yazının Devamı

Üretim devrimi

Sayın Reis’i ayağında mavi galoşlarla Hasat Festivali’nde traktör sürerken gösteren fotoğraflar bana Mustafa Kemal’in Atatürk Orman Çiftliği’ndeki görüntülerini hatırlattı.

Hayır, merak etmeyin, ikisini kıyaslamak gibi bir ucuzluk yapacak değilim. Kaldı ki 94 yıl arayla çekilmiş iki fotoğraf kılık kıyafet, duruş bakış, zarafet ve niyet bakımından tutarlı bir kıyaslamaya imkân vermeyecek kadar farklı.Bununla birlikte, Sayın Reis’in elinde buğday başaklarıyla verdiği poz üretime dönüş iması nedeniyle bende olumlu bir izlenim yarattı. İlk kez böyle bir şey oluyor. İlk kez, kıtaları birleştiren muazzam asma köprüler, yeraltından giden Japon lokomotifleri, dev AVM’ler ya da kasvetli toplu konut inşaatlarının önünde kurdele kesmiyor da paçalarına toprak bulaşmasın diye galoş giymiş olarak elinde bir buket buğday başağıyla objektiflere gülümsüyor. Çok güzel.Özellikle gıda maddesi üretiminde ithalata bağımlı olmayan millî üretime önem verdiğini anlıyoruz. Nitekim koyun başına 100 TL destek bile veriyor. Bir süre sonra Sayın Damat Bey’i de ayçiçeği ya da mısır tarlalarında koşarken, hatta bir inekten süt sağarken görebiliriz. Bunlar gayet olumlu gelişmeler.

Yazının Devamı

Demokrasi sorunu

Demokrasi kadar eğilip bükülmüş, üzerinde tepinilmiş, istismar edilmiş bir kavram yoktur. Ailede, okulda, işyerinde, devlet yönetiminde, her yerde insanlar tanımsız bir demokrasi özlemi duyarlar.

Bir yanda toplanma, örgütlenme,ifade özgürlüğü, toplu pazarlık hakkı, karar alma süreçlerine katılım imkânları, fakat öte yanda “hür teşebbüs,” serbest piyasa vahşeti, lokavt hakkı, referandum yoluyla rejimi değiştirme ya da parayı döküp seçim kazanma imkânları; bütün bunlar, “demokrasi” başlığı altında toplanır.

Yazının Devamı

Angela Merkel’in kahramanı

Konrad Adenauer’den (1949-53) bu yana ilk kez bir şansölye Albay Stauffenberg’in kahramanlığını övdü. Angela Merkel, onun örnek alınması gereken bir kişi olduğunu söyleyerek, “Bugün de demokrasiyi yıkmak isteyen eğilimlere karşı durmakla yükümlüyüz” dedi. Almanya’da 24 bin Nazi yanlısı militan olduğuna bakılırsa, isabetli bir uyarı.Hitler iktidara geldiğinde (1933) Alman ordusunun (Wehrmacht) üst düzey komutanlarını en aşağılık komplolar ve tuzaklarla tasfiye etti, SS ve Gestapo’yla orduyu kuşattı, tantanalı yemin törenleriyle askerleri kendisine bağlamaya çalıştı. Buna rağmen Prusya askerî geleneğine bağlı Alman subaylarını Nazi Partisi’nin uzantısına dönüştürmeyi başaramadı. Generaller önceleri onu geçici bir fenomen olarak gördüler. Hitler’in Versailles Antlaşması’nı geçersiz kılan hamlelerini vatanseverlik duygularıyla desteklediler.

Rusya’nın işgalini ve Slavların köleleştirilmesini öngören Barbarossa Harekâtı’nın (Haziran 1941) ileri evreleri Alman generalleri için bir dönüm noktası oldu. Generaller, Almanya’nın aynı anda iki ana cephede (Batı-Doğu) savaşamayacağını, Hitler’in Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a, Kuzey Avrupa’dan Rus steplerine kadar yayılan orduyu ve Almanya’yı felakete sürüklediğini nihayet anladılar, fakat Nazi Partisi’nin denetim mekanizmasını aşamadılar.Hitler’e suikast ve darbe planlayan ordu muhalefeti aslında 1930’ların sonunda oluşmuştu. Başında genelkurmay eski başkanı General Ludwig Beck’in bulunduğu gizli grup (Kreisau Çevresi) Hitler’i öldürmek için üç girişimde bulundu.

Yazının Devamı

Devrimde sınıfların mevzilenmesi

Bende galiba bir tür devrim takıntısı var. Aslında bu takıntının yirmili yaşlarda en yüksek noktaya ulaştığı, kırklı yaşlarda azalmaya yüz tuttuğu, sonra yavaş yavaş insan zihnini terk ettiği söylenir.

Fakat bende öyle olmadı. Altmışlı yılların ortasında başlayan takıntı, şimdi bana oldukça anakronik gelen sonuçlar çıkararak sürdürdüğüm Marx-Lenin-Troçki-Stalin-Mao, Komintern tarihi vs okumalarıyla 70’li yılların başında iyice yerleşti. Sonraki dönemlerde zaman zaman yükselmekle birlikte genellikle alçak irtifada seyretti.

Yazının Devamı

Biz kurbağa değiliz

AKP’nin on yedi yıllık iktidarına ilişkin bir ara-hesap çıkarmak gerekirse, bu partinin kendi suretine uydurmaya çalıştığı Devlet’i kendi çabasıyla düzeltemeyeceği ölçüde çökertmiş olduğu görülür. “Vesayet” dediği şeyle uğraşırken Devlet’in ordusunu bozdu; yeni bir zenginler sınıfı yaratıp seçmeni müşteriye dönüştürürken sanayi ve tarımı tahrip ederek dışarıya mahkûm bir ekonomi yarattı; büyük güçler arasında kararsız bir denge kurmaya çalışırken ülkenin güvenliğini tehlikeye soktu; Fikret’in neslini yok ederek ülkenin geleceğini “Asım’ın nesli”ne emanet etmek için millî eğitim sistemini bozdu ve imam hatipleriyle, Rabia’sıyla, İhvancılığıyla toplumun en küçük hücrelerine kadar her türlü gericiliği yaymaya, Aydınlanma düşüncesini boğmaya çalıştı; 1877’den beri mücadelesi verilen parlamenter sistemi yok ederek, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini Saray’ın şahsında kendi ümmetinin egemenliğine dönüştürdü; parayla ve baskıyla medyayı hâkimiyet altına alarak yurttaşın gerçeğe ulaşma imkânını yok etti. Ve şimdi hakikat anı ve hesap günü yaklaşırken, yaratmış olduğu enkaza boş bir çabayla şekil vermeye çalışıyor.

FETÖ’nün tarihi ve esrarı apaçık ortaya çıkmışken, bir utanç, pişmanlık, askeri ve siviliyle özeleştiri, ülkenin tarihinden ve bütün yurttaşlardan özür dileme günü olması gereken 15 Temmuz’dan Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar gibi bir efsane ve büyük bir zafer çıkarma çabasında bir gariplik, aykırılık ve siyasî istismar olduğunu fark etmeyen ya da içten içe hissetmeyen tek bir kişi var mı acaba?Osmanlı’nın çöküş döneminden başlayarak, ne zaman ağır bir kriz olsa siyasî oluşumlar dış güçlerin çekimine kapılarak vaziyet almışlardır. Bunun tek istisnası Mustafa Kemal Hareketi’dir. Çevresindeki entelektüeller mandater ülke ararken, en yakın arkadaşları Saray’dan ve hilafet makamından mucize beklerken tek başına nasıl direnebildiğini bugünden bakarak anlamak çok zordur. Herhalde sabır ve dirayetle, çürüyen bir yapının parçası olmama iradesiyle ilgili bir durumdur.

Yazının Devamı

Sıfır noktası

Ben korkmaya başladım.

Özellikle Rusya’nın geliştirdiği RS-28 Sarmat balistik füzesinin özelliklerini okurken üzerime bir korku musallat oldu. Askerî uzman Aleksey Leonkov, bunlardan on tanesinin ABD’nin bütün nüfusunu yok edebileceğini söyledi.

Yazının Devamı

Turuncu hayalet

Turuncu Devrim denilen ayaklanmalar komünizmin çöküşü sırasında ve sonrasında Doğu Avrupa’da başladı, Orta Asya’ya kadar yayıldı. Batı kapitalizminin ideolojik aygıtları hızla örgütledikleri sivil toplum kuruluşları (NGO’lar) aracılığıyla bu hareketleri finanse ettiler. Sokaklara çıkan, meclis binalarını basan, polisle çatışan insanlar genellikle batıda eğitim görmüş bir lider ya da kadronun peşine takılarak, daha çok kapitalizm daha az devlet, her türlü özgürlük ve liberalizm talebiyle ayaklandılar. Böylece Sırbistan’da Miloseviç devrildi (2000); Gürcistan’da Gül ve Karanfil devrimleri (2003), Ukrayna’da Turuncu devrim (2004), Kırgızistan’da Lale devrimi (2005) oldu.Kapitalizmle hiçbir tecrübe yaşamamış insanlar tüketim toplumu olmak, dolar harcamak, Batı’nın “demokrasi” diye kakaladığı sistemin içinde olmak istediler. Bu akım, Duvar yıkıldığında (1989) besili Almanların, kitle hâlinde batıya doğru firar eden doğulu Almanları, yesinler diye muz atarak aşağılamalarıyla başladı, aynı yıl içinde Tien Anmen meydanında kitlelerin Amerikan Özgürlük Heykeli’nin maketini taşıyarak ayaklandıkları Çin’e kadar uzandı.

Sonuçta, Yugoslavya parçalandı, Ukrayna’da iç savaş başladı, NATO’nun sınırları genişledi. Neoliberal dalga sonunda Rus ve Çin devletlerinin kayalarına çarparak parçalandı ve sona erdi.

Yazının Devamı

Ergenekon ve Balyoz

Olaylar ve süreçler sonuçlarına göre değerlendirilir. Yöntem basittir: olaydan öncesini, sonrasıyla kıyaslarız.

Ailelerden oluşan geniş bir kesimi de etkileyen insani acıları, ölümleri, sıkıntıları elbette bir yana bırakamayız. Hiçbir beraat kararı bunları telafi edemez.

Yazının Devamı

163. madde

CHP’li kardeşlerimiz Ekrem İmamoğlu’nun bazı tuhaf hareketlerini muhtemelen görmezden gelmeyi tercih ediyorlar ya da “siyaset”in bir gereği olarak görüyorlar. Günümüzde siyaset, önceden belirlenmiş ve açıklanmış ilkelere bağlılıktan çok, her bir siyasî partinin kendi karşıtlarını bile içerecek ölçüde esneyip genleşmesi, bunun için gerekli olan kurnazlık ve demagojinin maharetle sergilenmesi şeklinde anlaşıldığı için, siyaset yapan kişinin bize en acayip gelen tavırlarını bile bir şekilde rasyonalize etmeye (akla uydurmaya/makul görmeye) çalışıyoruz. Siyaset adamı kendisinden hiç beklenmeyen bir şey yaptığında ya da söylediğinde, taraftar şöyle düşünüyor: “Herhalde bir bildiği vardır.” Bildiğini söylüyor ve yapıyor zaten! Bunun gerisinde neyi bilecek?

AKP’nin bile cesaret edemediği, belki de gerekli bulmadığı, abartılmış, seyirlik hareketler görüyoruz. Ancak şeriatla yönetilen bir ülkede bir belediye başkanı göreve imam eşliğinde topluca dua ederek başlayabilir.İstanbul’un yeni belediye başkanı “…yüzlerce yıllık tarikatlar var İstanbul'da, çok derin felsefesi olan” diyerek gericiliğe özendiriyor. Ardından derin felsefesi olan tarikatlarla görüştüğünü söylüyor. Fakat herhalde diğerleri alınır diye isimlerini vermiyor. Üç beş tane tarikat vakfını seçerek bunlara para aktarmanın yanlış olduğunu söyledikten sonra, “Ben herkese açığım, herkesle işbirliği yaparım ama Büyükşehir Belediyesi'nin kaynaklarını birkaç seçilmiş vakfa niye akıtalım?” diye soruyor. Akıllı adam. Aynı zamanda Mustafa Kemal’in askeri! Bütün cemaatleri ve tarikatları kucaklayacak, birkaçıyla değil, hepsiyle iş tutacak.Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesi yürürlükte olsaydı Sayın İmamoğlu beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanırdı. Anayasa’daki laiklik ilkesini koruyan 163. maddede şöyle deniyordu: “Laikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır. Böyle cemiyetlere girenler ya da girmek için başkalarına yol gösterenlere beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.”

Yazının Devamı

Aile fotoğrafı

En sevdiğim özdeyişlerden biri Amerikalı ünlü gangster Al Capone’a aittir. İçki yasağı döneminde (1920-1933) ülkeyi kasıp kavuran Şikagolu haydut şöyle diyor: “Sadece güzel bir sözle alabileceğinizden çok daha fazlasını, güzel bir söz ve bir tabancayla alabilirsiniz.” Neredeyse yüz yıl önce söylenen bu söz, günümüzün en esaslı dış politika ilkesi olarak okunabilir.

Fakat G-20 zirvesinde çekilen “aile fotoğrafı”na bakarken, Al Capone’un başka bir sözünü hatırladım: “Büyük aile toplantılarında daima en azılı düşmanınızın yanında durun.”

Yazının Devamı

Başkasının sevinci

Başkasının sevincine uzaktan bakmak hüzün vericidir. İnsanlar sokakta vur patlasın çal oynasın slogan ve göbek atarken, Marx’ın sözünü ettiği “kanatlarını sadece alacakaranlıkta açabilen Minerva’nın baykuşu” gibi kasvetli düşüncelere gömülmek nasıl bir kaderdir?

Geçmişe baktığım zaman toplu sevincin parçası olabildiğim zamanların pek az olduğunu görüyorum. Bunların ilki 12 Mart Muhtırası’nın (1971) verildiği gündür. Siyasal’ın kantininde kısa süren bir neşe patlaması olmuştu. Beklenen devrim başlamış gibi görünüyordu. Tabiî o sırada kimse 9 Mart’ta hesabımızın kesildiğini bilmiyordu.

Yazının Devamı

Demokrasi karnavalı

Böyle durumlarda, “Seçmen mesaj verdi” demek âdettir. Seçmenlerin sayısı değişmediği hâlde aradaki farkın bu kadar büyük olması, Türkiye nüfusunun yüzde 18’ini barındıran İstanbul’da AKP’ye ve Cumhur İttifakı'na yönelik tepkinin şiddetini ifade ediyor.

İstanbul seçimlerinde AKP, devletin bütün imkânlarını kullanarak ve bizzat Sayın Reis’in prestijini ortaya koyarak verdiği yıpratma savaşını kaybetti, kendi tarihinin en ağır yenilgisini aldı. AKP’nin kibrinden, Saray’ının şatafatından, damadından, Devlet Bahçeli’nin tehditlerinden “mitil”inden bıkan, gelecek umudunu kaybeden insanlar tanımadıkları, sınamadıkları, ne düşündüğünü bile bilmedikleri fakat sempatik, becerikli ve “çağdaş” buldukları zengin bir müteahhide umut bağladılar ve laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olan AKP’nin ideolojik hegemonya duvarında onarılması imkânsız bir gedik açtılar. Pazar gecesi İstanbul ve Ankara’da yeniden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı yükseldi. Belediye seçiminin yarattığı yüzey dalgası daha derin bir dip dalgasının habercisidir.

Yazının Devamı