05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Gazi baba bizi de kurtar!'

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

Bir komutan için vazgeçilmez olan şey, üstünde mücadele ettiği toprağın ya da suyun tüm özelliklerine vakıf olması, geniş bir bakış açısıyla coğrafyanın önemini tespit edebilmesidir.

Ne mutlu Türk milletine ki eşsiz komutan ve devlet adamı Atatürk, coğrafyanın anlamını ve değerini çok iyi bilen bir önderdi. O, coğrafyaya baktığında sadece dağları, tepeleri değil aynı zamanda bir milletin geleceğini, olası riskleri ve tehditleri de görüyordu.

Eski adıyla “Sancak”, bugünkü adıyla “Hatay”, Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğüne en güzel örneklerden biridir. Hatay, Mustafa Kemal için adeta “takıntı” derecesinde önemli bir bölgedir. Öyle ki Lozan görüşmeleri devam ederken 15 Mart 1923 tarihinde Mustafa Kemal, Adana’ya gider. Karşılama töreninde yolun ortasında ellerinde “Antakya-İskenderun’’ ve “Gazi baba bizi de kurtar!’’ yazılı iki levha görür. Hemen levhaları tutanların yanına gider. Orada bir kız öğrencinin okuduğu şiirden çok etkilenen Gazi Paşa, “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz!” sözüyle “Sancak / Hatay” konusundaki kararlılığını bir kez daha ortaya koyar.

Fakat ne yazık ki Hatay meselesi o yıllarda çözülemez. Atatürk’ün rüyalarını süsleyen “vatan toprakları” Türk bayrağına kavuşmak için beklemek zorundadır. Atatürk’se sürekli bölgeyi takip etmektedir. Nihayet 1 Kasım 1936’da TBMM’de yaptığı konuşmasında, “Hakiki sahibi ‘öz Türk’ olan İskenderun-Antakya ve havalisinin üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz!” der.

Atatürk için Hatay, adeta bir varlık sorununa dönüşür. 1937 yılının Ocak ayında İstanbul’da silah arkadaşı Fahrettin Paşa’ya “Biliyor musun ki ben, Cumhurbaşkanlığı’nı bırakıp Hatay’a çete reisi olacağım...’’ diyecek kadar kararlıdır.

Zaman geçer ve 29 Mayıs 1937’de Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından İskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilir. 52 devletin imzası ve oybirliği ile bağımsızlığın kabul edilmesinden sonra Suriye Meclisi, 3 Haziran 1937 tarihinde, Sancak’ı Suriye topraklarının bir parçası saydığını açıklar!

Atatürk’ün bu kararı kabul etmeyeceğini tahmin etmek zor değildir. 21 Aralık 1937’de Ankara’ya gelen Suriye Başbakanı Cemil Mardam’a Hatay konusunda şunları söyleyecektir: “Bu mesele benim için bir namus meselesidir. Biz orayı muharebe ile kaybetmedik. Bize verin demiyorum. İhtiyacımız yoktur. Bu meseleyi halledeceğiz. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım.”

Atatürk kararlıdır ancak sağlık sorunları da ağırlaşmaya başlamıştır. 1938 Ocak ayına gelindiğinde artık çok ağır hastadır, sürekli burnu kanamakta ve ayağında bitmek bilmeyen bir kaşıntıyla uğraşmaktadır. Doktoru tanıyı koyar: Siroz. Gazi Paşa hemen Fransızca bir sözlükten Sirozun anlamına bakar ve “Günlerim sayılı! Hatay meselesini çözmem lazım!” der.

1938 Mart ayında Celal Bayar, yurtdışından doktor getirtir, yapılan muayene sonucu hastalığın durdurulabileceği söylenir. Gazi Paşa’nın yapması gereken tek şey “günde 12 saat dinlenmektir”.

Ancak Hatay, Atatürk için “namus meselesidir.” Doktorlarının istirahat etmesi yönündeki ısrarına rağmen “Hatay Meselesi çözülünceye kadar Ankara’ya dönmeyeceğini” ifade ederek 20 Mayıs 1938 günü Mersin’e ve ardından Adana’ya geçer. Aynı esnada 30.000 Türk askerini Maraş ve Antep yönünden Hatay sınırına kaydırır. Bu hamleler Fransa üzerinde caydırıcı etkiler yaratmaya başlar.

Çok hastadır ama Tarsus’ta, Adana’da 4 saat ayakta durup askerî geçit törenini izler. Zira bu birlikler emir verilir verilmez Hatay’a girecek birliklerdir ve Gazi Paşa askerlere moral vermek için Adana sıcağında ayakta, yüksek ateşte geçit törenini izlemeye devam eder.

Atatürk, Orgeneral Asım Gündüz’ü de çağırıp “Hatay’a gidip Fransızlarla ordumuzun Hatay’a girişini sağlayacak antlaşmayı imzalamadan dönmeyeceksin!” diye kesin emrini verir. Görüşmeler sonunda bir antlaşmayla Hatay’ın toprak bütünlüğü, siyasi statüsü ve asayişinin temini için Türk öncü birlikleri 5 Temmuz 1938’de Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında Hatay topraklarına giriş yapar.

Gazi Paşa’nın durumu ağırlaşmaya devam eder. 10 Kasım 1938’de gözlerini yumduğunda son hayali olan Hatay’ın anavatana katıldığını görememiştir. Ancak onun kararlılığı sayesinde Hatay, Haziran 1939’da ait olduğu Türkiye’ye katılır.

Aradan geçen yıllar bize sadece şunu göstermiştir: Atatürk’ün Hatay ısrarı ve kararlılığı olmasaydı bugün emperyalizmin hizmetinde olan bir kukla devletin Akdeniz’e kadar ulaşmasına kimse engel olamayacaktı. Coğrafyayı her anlamda iyi analiz eden Mustafa Kemal sayesinde Doğu Akdeniz’in ve tüm Ortadoğu’nun en kritik yeri Türkiye’de kaldı. Bu anlamda Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşturulmaya çalışanların aynı zamanda Atatürk’ü ve mücadelesini yok etmeye çalışanlar olduğu iyice anlaşılmalıdır. Atatürk’ün son hediyesine sahip çıkılamazsa tüm kazanımların da teker teker kaybedileceği asla unutulmamalıdır.