Yandex
16 Mayıs 2025 Cuma
İstanbul 19°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Ben de öğretmen oldum anne’

Yıllar sonra öğrencilerimden biri öğretmen olmuş. Beni ziyarete geldiğinde, gözümün içine bakarak, ‘Siz bize yalnızca harfleri öğretmediniz, insan olmayı da öğrettiniz.’ dedi. O an annemin sesi içimde yankılandı: ‘Gerçek öğretmen, çocuğun hayatına iz bırakandır’

‘Ben de öğretmen oldum anne’
Arkadaşımız Devrim Aşkın, Mediha Demirağ ile
DEVRİM AŞKIN KARASOY / HANİFE YALÇIN

Fatma Şen, 1940’ların o yoksul ama umut dolu Anadolu’sunda, öğrenmenin ve öğretmenin gücüne inanan, Cumhuriyet aydınlanmasının bir eğitim neferi olacaktı. Kalem tutmayı tırpan çekmeye, saban sürmeyi kitap okumaya eş gören bir anlayışla yetiştirildi. O, sadece kendi hayatını değil, nesillerin geleceğini değiştirecek ışığı taşıyordu ellerinde. Bu ışığı elden ele vermek için doğmuş gibiydi.

Sabah çanlarının sesiyle uyanırdı kızlar. Daha güneş doğmadan içtima alanında toplanılır, eller toprakla sertleşir, kitapla yumuşardı. Fatma, arkadaşlarının ona taktığı isimle ‘Çakır Fadime’, işte o sabahlardan birinde giydi ilk kez kara lastik ayakkabılarını. Ayaklarına büyük gelen o bir çift kara lastikle, benliğine oturan cesaretle uzun yürüyüşüne başlamıştı. Köy Enstitüsü, Öğretmen Okulu ve kürsüler.

Yıllar sonra bu ışık bir başka genç kızın gözlerinde parladı: Kızı Mediha’nın. Savaştepe Öğretmen Okulu’na ilk adımını attığında annesinin anlattığı o sabah serinlikleri, o tebeşir kokusu, o imece sofraları canlandı belleğinde. Vatan aşkı, Cumhuriyet bilinci, üç kardeşe çocukluktan aşılanmıştı zaten. Öğretmen bir annenin hayalini, umutlarını kızının devralması şaşırtmamıştı. Neydi o hayaller?

‘Ben de öğretmen oldum anne’ - Resim : 1
Fatma Şen okul önlüğüyle

‘AYDINLANMA CESARETLE BAŞLAR’

“Annem Çakır Fadime, Köy Enstitüsü hayaliyle yanıp tutuşan 11 yaşında bir köy kızıydı. Balıkesir Savaştepe'nin Muhtan, şimdiki adıyla Ardıçlı köyünde babasını küçük yaşta kaybetmiş, annesine tarlada ve çobanlık yaparak yardım ederdi. Bir yandan da kitap okur, okuma hayali kurardı. Köy Enstitülü öğretmenleri görünce içindeki tutku büyüdü. Ancak annesi, kızını köyün dışına göndermeye razı değildi. O sırada en büyük destek, camide din görevlisi olan amcasından geldi. ‘Bu kız medeni bir insan olacak, bırak okusun.’ diyerek ikna ettiler annesini. Üç çocuk, bir eşekle 40 km. yol gidip sınava girdiler; bir kalem ve bir silgiyi paylaşarak. Annem sınavı kazandı ama annesi senet imzalamadı. Yine amcalar devreye girdi, köyünden ilk kız öğrenci olarak Savaştepe Köy Enstitüsü’ne adım attı. Eğitim şefi, 'Köyüne gidip başka kızları getirir misin?' dediğinde hiç tereddüt etmedi. Dönüp iki kız arkadaşını da eğitim ocağına götürdü.”

Annesinin cesareti, yoksulluğa ve önyargıya karşı verdiği mücadele, Mediha'nın Köy Enstitülerinin gerçek anlamını özümsemesini sağladı; “Aydınlanma, cesaretle başlıyordu.”

Çakır Fadime, yoksul köyünden çıkıp Cumhuriyet’in ve Atatürk'ün ışığıyla yol alan öncü kadınlardan biri oldu. Yıllar sonra, 11 yaşındaki kızı aynı okula aynı aşkla adım attı.

Amerikancı yönetimlerin kapattığı Köy Enstitülerinin yerine geçen öğretmen okulları, o aydınlanma ruhunu kutsal bir emanet gibi bir süre daha taşımaya çalışmıştı. Anne Savaştepe Köy Enstitüsü'nün Öğretmen Okulu’na dönüştüğü okulun ilk mezunuydu, kızıysa son... Aynı ülküyü iki ayrı çağda yaşatan, birbirini tamamlayan iki devrimci öğretmen.

TOPRAKTA TOHUM LABORATUVARDA BİLİM

Mediha Demirağ, Savaştepe Öğretmen Okulu’nda aldığı eğitimde akademik bilgilerin dışında, çok yönlü bir disiplinle nasıl donatıldığını şöyle anlatıyor:

“Okulun kapısından içeri adım attığın anda başka bir dünyaya geçerdin. Sağında solunda uzanan meyve bahçeleri, rengârenk çiçekler, gül kokuları… Her köşede toprağın, emeğin ve estetiğin izleri vardı. Savaştepe Öğretmen Okulu, Köy Enstitülerinden miras kalan bu üretken geleneği yaşatıyordu. Sadece kitaplarla değil, toprağın kendisiyle de öğrenirdik. Tarım derslerinde meyveleri budar, deneme tarlalarında çalışır, tohumun toprağa nasıl dokunduğunu ellerimizle hissederdik. Bu, öğrenmenin en sahici haliydi. Öğretmenlerimiz de öyleydi… Her biri alanında usta, özenle seçilmiş, mesleğini tutkuyla yapan insanlar. Öğrendik ki, öğretmen okullarına öyle her öğretmeni göndermezlerdi. Alanında derece yapmış, seçkin öğretmenler atanırdı. Düşünebiliyor musunuz, dersliklerimizde fizik ve kimya laboratuvarları vardı. Müzik odamızda hem Batı sazları hem yerel enstrümanlar yan yana dururdu. Oradan bazen oda müziği, bazen de Harmandalı yankılanırdı. O okulda altı yıl yaşadım ve her günü dolu dolu, kıymetliydi. Hem aklımız hem ruhumuz beslendi.”

‘MÜZİK DERSİNDEN SINIFTA KALANLAR OLDU’

Eğitimlerinin temel unsuru olan müzik, Mediha'ya müziği bir eğitim aracından çok, bir iletişim dili olarak kullanma yeteneği kazandırdı. “Biri çok sesli ve klasik batı müziğiyle, diğeri ise Türk halk müziğiyle ilgilenen iki müzik öğretmenimiz vardı. Tayyar Öğret ve Mehmet Duru öğretmenlerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Korolar kurulur, halk oyunları çalışılır, yarışmalara ve konserlere katılırdık. İstiklâl Marşını mandolinle çalıp söyleyemeyen, yönetemeyen hiçbir öğrenci müzik dersinden geçemezdi. Sınıfta kalan arkadaşlarımız bile olmuştu. Okulda aldığım nota eğitimiyle daha sonra ortaokul ve liselerde 8 yıl müzik öğretmenliği yapmıştım.”

Okulda her dalda verilen spor eğitimi, öğrencilerin fiziksel yeteneklerinin yanı sıra özgüvenlerini de geliştirmelerini amaçlıyordu. Turnuvalarla da bu eğitimler sınanıyordu. Spor derslerinde amaç, takım ruhu, işbirliği ve dayanışma gibi yaşam becerilerini de kazandırmaktı.

‘Ben de öğretmen oldum anne’ - Resim : 2
Mediha öğretmen öğrencileri ile

KÖK ÖĞRETİ, TÜRKÇE

Ve güzel Türkçemizin ilk öğretisi şöyle kazınıyor küçük Mediha'nın zihnine: “Daha 11 yaşındaydım, küçücük bir çocuktum ama artık bir Öğretmen Okulu öğrencisiydim. Türkçe dersimize giren Suna Öğretmen, hepimizi dikkatle süzüp yavaşça şöyle dedi: ‘Unutmayın, bir öğretmenin Türkçesi kusursuz olmalı. Dili iyi kullanan, kendini doğru ifade edebilen bireyler olacaksınız. Çünkü öğrencilerinize aktaracağınız ilk şey, bu dilin gücüdür.’ O an, Türkçenin sadece bir ders değil, bir kimlik olduğunu, cümlelerin ağırlığını, sorumluluğunu hissettim. Ne zaman konuşsam, bir şey ifade etmeye kalksam, Suna Öğretmen’in sesi içimde yankılanır. Kök öğretidir Türkçe. Ve biz o kökten filizlenmiştik.”

ANNESİNİN ÖĞÜDÜ

Çakır Fadime'nin kızına verdiği öğütlerin, öğretmenlik yıllarında nasıl ete kemiğe büründüğünü yine kendi anlatımından aktaralım:

“‘Bir çocuğun gözüne baktığında kendi evladını görmezsen, öğretmenlik etme’ derdi annem. Bu sözü rehberim oldu. İlk atandığım köy okulunda, sobası sönmüş sınıfa girerken içim titredi. Ama çocukların gözleri sıcacıktı. Öğretmenliğe ilk adım attığım köy okulunda, ayağında lastik ayakkabısı, sırtında yamalı hırkasıyla gelen o çocuklar bana annemin gözleriyle baktılar. O an anladım ki bu meslek, sadece bilgiyi aktarmak değil, yüreğini açmaktı. ‘Müzik, insanın ruhunu besler,’ derdi. Okulda müzik derslerine büyük bir sevgiyle yaklaşmamı sağladı bu öğüdü. Mandolini öğrencilere hediye ettim. Her çocuğun bir şarkısı olsun istedim. Bazı çocuklar mandolin çalmayı öğrendi, bazıları ise şarkı söylemeyi. O şarkılar bizim ortak dilimiz oldu. Yıllar sonra bana ‘öğretmenliğin sırrı neydi?’ diye sorulduğunda, sadece şunu söyledim: Ben her çocuğun başını okşarken, annemin yüreğini taşıdım.”

Annesinden aldığı her öğüt, kitap dolusu bilgi kadar yol göstericiydi Mediha için.

‘TOPRAĞI İŞLEMEYENİN ELİ KALEM TUTMAZ’

“Annem, Köy Enstitüsü’nde öğrendiklerini bize masal gibi anlatırdı. ‘Toprağı işlemeyenin eli kalem tutmaz, çocuklar sadece sınıfta değil, tarlada, oyunda, derede öğrenir.’ sözüne uyarak dersleri duvarların dışına taşıdım. Bu yüzden ben de öğrencilerimle birlikte bostan ektim, nohut topladım. Toprağın sabrı, çocukların yüreğine geçti. Fen derslerinde mısır sapından rüzgâr gülü yaptık, matematikte pazardaki fiyatları konuştuk. Onlar sadece okuma yazma öğrenmedi; düşünmeyi, üretmeyi, birlikte çalışmayı öğrendiler.

“Kimi zaman masal anlattım, kimi zaman da susup onları dinledim. Çünkü annem, ‘Bir öğretmen konuştuğu kadar susmayı da bilmeli,’ demişti. Onun, ‘Okulun kapısı, evin kapısı gibi açık olmalı,’ sözünü de unutmadım. Her veli toplantısında çocukların annelerini, babalarını da kazanmaya çalıştım. Okulun bir odasını kadınlar için okuma yazma kursuna ayırdım. Sobayı birlikte yaktık, kütüphaneye birlikte kitap taşıdık. Babalarla okulun bahçesine ceviz diktik. O ağaçlar şimdi büyümüş, dallarında kuşlar yuva kurmuş.”

Manisa'nın Soma ilçesine bağlı Akçaavlu köyünde başladı Mediha Demirağ'ın öğretmenlik serüveni. Henüz 18 yaşında, heyecanlı, sorumluluğunun bilincinde bir eğitim neferi. Bir yanda tanımadığı bir köy, diğer yanda öğretmen okulunda öğrendikleri ve annesinin Köy Enstitüsü geleneğinden derleyip bilinç dağarcığına sardığı bilgiler.

“Annem telaşımı gördükçe, 'Bu acemilikle nasıl öğretmenlik yapacaksın sen?' diye sorardı.”

Annesi bile Mediha'nın onu yıllarca nasıl can kulağı ile dinlediğini bilmiyordu.

Köyde her şey gerçekti artık. Üç öğretmenli küçük bir okul. Sınıflar birleşik, yaşlar karışıktı, hepsi ona emanetti.

“O yıllarda, çok yokluk vardı ama biz yoktan var ettik. Her yıl sonu bir tiyatro oyunu sahneledik çocuklarla. Korolar kurduk. Milli bayramlarda marşlar söyledik. Biliyordum ki, vatan sevgisi, bayrak sevgisi çocuk yüreğinde o yaşlarda filizlenir. Atatürk’ün ilke ve devrimleri hep yolumu aydınlattı.”

Merkeze tayini çıktıktan sonra bir arkadaşının desteğiyle Türk Halk Müziği korosu kurdu. Mandolinden sonra bağlama çalmaya başladı. O türküleri çocuklarla bir ağızdan söylemenin mutluluğu tarifsizdi.

Diyarbakır'a tayini çıktığında Mediha Öğretmeni başka bir deneyim, başka zorluklar bekliyordu. Ancak zamanla, her öğrencinin farklı hikayesini, farklı dünyasını keşfetti. Okul ve anne öğretisinin ışığında, her öğrencisini farklı hızda, farklı bir şekilde eğitti. Bu yaklaşım, yalnızca müzik ve spor derslerinde değil, tüm öğretim pratiğinde geçerliydi. Türk Halk Müziği'ni işlediği derslerde, ona sadece bir müzik türü olarak yaklaşmadı. Öğrencilerine, bu müziğin kökenlerini, tarihi önemini, toplumsal bağlamını anlatmayı da görev bildi. Bu yolla müziğin çocukların kültürel kimliklerinin bir parçası haline gelmesini sağladı.

İNSAN OLMAYI ÖĞRETMEK

Manisa, Diyarbakır, Balıkesir, Ankara... Halkıyla da öğrencileri kadar tanış olduğu bu illerdeki okullar, mesleğine duyduğu bağlılığı daha da güçlendirmişti.

“Yıllar sonra öğrencilerimden biri öğretmen olmuş. Beni ziyarete geldiğinde, gözümün içine bakarak, ‘Siz bize yalnızca harfleri öğretmediniz, insan olmayı da öğrettiniz.’ dedi. O an annemin sesi içimde yankılandı: ‘Gerçek öğretmen, çocuğun hayatına iz bırakandır.’ İşte ben her çocuğun başını okşarken, annemin yüreğini taşıdım. Belki de bu yüzden mesleğim boyunca bir gün bile yalnız hissetmedim.”

Bugün Mediha Demirağ'ın odasında duran o eski mandolin, bir köy kızının kara lastikleri ile çıktığı yolun hikayesini fısıldıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin eğitim tarihinde bir dönemin, bir ideolojinin ve bir halkın dönüşüm hikâyesi. Köy Enstitüleri ruhunun dirileceği günlerin umudunu yeşerten o hikâye…

Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünde, ataların deyimiyle ‘kulağımıza küpe olsun’ dileğiyle...

Köy Enstitüleri