İsviçre Komünist Partisi’nden AB tepkisi: İsviçre’yi sömürge yapan bir ihanet anlaşması
İsviçre ile AB arasındaki ikili anlaşmaya partiler ve sendikalardan tepki geldi. İsviçre Komünist Partisi, anlaşmayı İsviçre’yi AB’ye 'teslim eden' bir ihanet eylemi olarak değerlendirdi. Aydınlık Avrupa’ya konuşan parti yöneticisi Alberto Togni, 'İsviçre’nin bağımsızlığını savunacağız' dedi.


İsviçre ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki ikili anlaşmaların üçüncüsüne ilişkin yapılan görüşmelerde, anlaşmaya varıldı. Anlaşma ile İsviçre’nin AB’ye bağlılığının artırılması hedefleniyor. Bu doğrultuda, enerji ve ulaşım alanlarında devlet kontrolünün azaltılması, şirketler üzerindeki denetlemelerin hafifletilmesi ve İsviçre’nin AB’ye yaptığı mali katkının artırılması hedefleniyor. Aydınlık Avrupa’ya değerlendirmelerde bulunan İsviçre Komünist Partisi Siyasi Büro (Yönetim Kurulu) üyesi Alberto Togni, bu anlaşmanın İsviçre’nin egemenliğini çiğneyen ve işçileri AB çıkarları doğrultusunda ezen bir içeriğe sahip olduğunu vurguladı. Togni, “saldırgan ve halk düşmanı” Avrupa Birliği uygulamalarına ve anlaşmaya karşı mücadele edeceklerini ifade etti. Togni ayrıca İsviçre Komünist Partisi’nin milliyetçilerle ve sendikalarla birlikte mücadele ederek, bu anlaşmayı yenilgiye uğratabileceğinin altını çizdi.

İŞBİRLİĞİ DEĞİL ‘TESLİMİYET’
Öncelikle bu anlaşmayla ilgili kısaca bilgilendirir misiniz? Neleri içeriyor?
Bu yeni anlaşmalar, İsviçre ile Avrupa Birliği arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin daha geniş ve karmaşık bağlamına yerleştirilmelidir. 1999 yılında İsviçre ve AB, yedi alanda İsviçre ile Birlik arasındaki ilişkileri düzenleyen ilk ikili anlaşma paketini imzaladı. Bu paket, kişilerin serbest dolaşımını, ticaretin önündeki teknik engelleri, kamu alımlarını, tarımı, araştırma faaliyetlerini ve hava ve kara taşımacılığını içeriyordu. 2004 yılında, bu sözde “işbirliği” alanlarını daha da genişleten ikinci bir anlaşma paketi “Bilateral Agreements II” (İkili Anlaşmalar II) imzalandı, ki burada işbirliği yerine "İsviçre'nin AB'ye teslimiyeti" demeyi tercih ediyorum.
‘AB, İŞYERİ DENETİMLERİNİN GEVŞETİLMESİNİ İSTİYOR’
Avrupa Birliği 2008'den bu yana yeni bir dizi anlaşma için bastırıyor. Bunlar daha sonra tartışacağımız gibi zaman içinde şekil ve içerik olarak değişti, ancak bugün “Bilateral Agreements III” (İkili Anlaşmalar III) olarak sunuluyorlar. Bu anlaşmaların taslağı hükümet tarafından yayınlanmadığı için henüz hiç kimse tarafından doğrudan okunabilmiş değil. Eldeki bilgilere göre, önceki anlaşmalara enerji, sağlık ve gıda güvenliği sektörlerini kapsayan üç yeni anlaşma eklenecek. En azından bu üç yeni anlaşma için geçerli olacak devlet yardımı kurallarında da önemli değişiklikler yapılacak. Ayrıca bu anlaşmalar AB hukukunun dinamik bir şekilde benimsenmesini sağlayacaktır. AB ayrıca İsviçre'den işçilerin korunması ve işyeri denetimlerine ilişkin bir dizi tedbirin gevşetmesini istiyor. Son olarak, İsviçre'nin Avrupa Birliği'ne yaptığı yıllık mali katkıları artırması gerekecek.
‘ANLAŞMA İŞÇİLER İÇİN FELAKET’
İşveren sendikası anlaşmayı desteklerken, işçi sendikaları öfkeli bir şekilde buna karşı çıkıyor. Biraz detaylandırabilir misiniz? Bu anlaşma İsviçre işçi sınıfına ne getiriyor? Ne zararı ne olacak?
Bu anlaşma her açıdan işçiler için bir felaket olacaktır. İsviçre Sendikalar Federasyonu'nun (SGB) haklı olarak işaret ettiği gibi, bir an için işgücü piyasasıyla en doğrudan ilgili konulara odaklanalım. Her şeyden önce, şu anda İsviçre’de, şirketlerin sebepsiz ücret düşürmeye gitmesi veya kötü çalışma koşullarını dayatması durumunda cezalandırılması amacıyla önden toplanan bir teminat var. Şirketlerden istenen bu teminat neredeyse kesinlikle kaldırılacak, böylece hem önleyici etkisi hem de daha sonra ceza tahsil etme olasılığı ortadan kalkacaktır.
Ayrıca şu anda ücret koşullarının özellikle ağır ihlali nedeniyle yılda 500-1000 şirketin İsviçre'de faaliyet göstermesini yasaklayan bir düzenleme bulunuyor. Anlaşmayla birlikte, bu düzenleme de ciddi risk altına giriyor.

YABANCI ŞİRKETLER, İŞÇİLERE DAHA AZ ÖDEME YAPACAK
Öte yandan seyahat, yemek ve sigorta gibi masraf kalemlerinde şirketler tarafından çalışanlara yapılan geri ödemelerin, Avrupa düzenlemelerine tabi hale getirilmesi öngörülüyor. Bu vesileyle İsviçre'de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin, İsviçre'deki yaşam maliyetini dikkate almaksızın, menşe ülke standartlarına göre işçilerin yemek ve konaklama masraflarını geri ödemelerine izin verilecek. Bu durum, barınma, sağlık ve güvenlik açısından ortaya çıkacak olumsuz sonuçlardan bahsetmediğimizde bile işçilerin satın alma gücünde önemli bir kayba neden olacaktır. İsviçre'nin yaşam maliyetine göre geri ödeme almazlarsa bu işçiler nerede yemek yiyecek ve nerede uyuyacak?
Son olarak, bazı düzenlemeler gevşetilerek işyeri denetimleri daha da zorlaştırılacak. Genel olarak bu, ücret korumalarının zayıflamasına yol açarken aynı zamanda dolandırıcı şirketlerin ülkemize girmesini kolaylaştıracaktır.
ELEKTRİK VE ULAŞIMDA ‘DEREGÜLASYON’
Ancak, işçiler için endişeler yalnızca sendikal boyutun ötesine uzanmaktadır. Bu anlaşmalar açıkça İsviçre'nin elektrik piyasasını tamamen serbestleştirmeyi amaçlamaktadır ki bu politika, deneyimlerin de gösterdiği gibi, her zaman spekülasyona ve ardından fiyat artışlarına yol açarak hem işçilere hem de küçük işletmelere zarar vermektedir. Ayrıca, demiryolu sektöründe rekabet mekanizmaları getirerek, demiryolu çalışanları için her zaman hizmetlerin kötüleşmesi ve koşulların kötüleşmesi ile sonuçlanan gelecekteki serbestleşmenin ilk adımını atmaktadırlar.
İsviçre Sendikalar Federasyonu (SGB), işçiler yararlandığı sürece AB'ye açık olmayı desteklediğini açıkladı. Bu işçiler için faydalı olabilir mi? Siz ne düşünüyorsunuz?
İsviçre'deki en büyük ulusal sendika olan SGB (ve onunla birlikte Hıristiyan-sosyal sendikalar federasyonu Travail Suisse), işgücü piyasası korumalarını zayıflatan tedbirlerin yanı sıra elektrik ve demiryolu sektörlerinin planlanan serbestleştirilmesinin yürürlükte kalması halinde bu anlaşmaya karşı çıkacağını açıkladı. SGB ayrıca, Avrupa Birliği ile yapılan önceki anlaşmaların işgücü piyasasında yol açtığı bozulmaya karşı koymak üzere, tabandaki üyelerinden işçi haklarını güçlendirmeyi amaçlayan karşı öneriler de toplamıştı.
‘MİLLİYETÇİLER, SENDİKALAR VE PARTİMİZLE BİRLEŞİRSE ANLAŞMAYI BOZABİLİRİZ’
Bu “pazarlıkçı” tutum ilke olarak olumludur çünkü SGB içinde İsviçre Sosyalist Partisi'ne bağlı Avrupa yanlısı grubun üstün gelmediğini göstermektedir. Buna ek olarak, bu anlaşmaya karşı çıkan milliyetçi sağ kanat güçler sendikalarla (ve Partimizle) birleşirse, bu anlaşmayı yenilgiye uğratmak için sağlam bir temel zaten mevcuttur.
İŞÇİLERİ SAVUNMAK İÇİN İSVİÇRE’NİN EGEMENLİĞİNİ SAVUNMAK GEREKİR
Bununla birlikte, bir sendikanın neden öncelikle ücretlerle ilgili ve ekonomik konulara odaklandığını kısmen anlayabilsem de, işçilerin çıkarlarını gerçekten önemsiyorsak, sendikanın bu talepleri karşılansa bile bu anlaşmanın reddedilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bugün İsviçreli işçilerin haklarını savunmak aynı zamanda İsviçre'nin egemenliğini ve tarafsızlığını da savunmak anlamına gelmektedir.
AB, İŞÇİLERİ ABD’NİN ASKERİ YAPMAK İSTİYOR
Bu anlaşmanın devlet yardımı düzenlemeleri ve AB hukukunun benimsenmesi gibi diğer yönleri, İsviçre'nin gelecekte Avrupa Birliği'ne üye olmasına yönelik bir başka adımı temsil etmektedir. Üyelik taşlarımızın döşendiği bu Birlik, reformdan geçirilemeyen, üye ülkelerdeki demokratik süreçleri ortadan kaldıran ve işçi haklarını aşındırırken aynı zamanda o işçileri ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeninden bıkmış ülkelere karşı savaşa hazırlamaya çalışan bir oluşumdur.
AB’NİN REFORME EDİLMESİ ‘HAYAL’
Bu konulardaki eleştiri eksikliği, önceki ikili anlaşmaların (sendikalar defalarca desteklemek gibi vahim bir tarihi hata yaptığı) olumsuz etkilerini küçümseyen bazı pozisyonlarla birleştiğinde, sadece ekonomiye odaklanan ve solun barışa ve popüler işçi haklarına olan bağlılığını unutan sendikal düşüncede önemli bir kısıtlamayı ortaya koymaktadır. Daha da kötüsü, geçmişteki hatalarından hiçbir ders çıkarmayan ve sadece hayallerinde var olan ilerici, reforme edilebilir bir AB vizyonunu desteklemeye devam eden İsviçre Sosyalist Partisi'ne bağlı Avrupa yanlısı grubun varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. Umuyoruz ki SGB bu gruba teslim olmaz ve bunun yerine bu anlaşmayı kesin bir dille reddeder.
İSVİÇRE'Yİ AB ADALET DİVANI YARGILAYABİLECEK
Bu anlaşmanın İsviçre'nin egemenliğini ve bağımsızlığını zedeleyeceği yönünde eleştiriler var. Siz bu endişeleri paylaşıyor musunuz?
Tamamen katılıyorum. Retoriğin ötesinde, bu anlaşma hala AB hukukunun benimsenmesini içeriyor ve bu da önceki müzakerelerde olduğu gibi -artık otomatik olmasa da- Brüksel'in anlaşmazlık durumunda İsviçre'yi sözde “eşit” bir tahkim mahkemesine götürmesine ve ardından gerekirse Avrupa Birliği Adalet Divanı'nın müdahale etmesine izin veriyor. Anlaşmazlık konusunda bir karara varıldığında, ülkemiz ya AB'nin emirlerine boyun eğmek ve yeni düzenlemeleri -siyasi iradeye ya da halk referandumuna aykırı olsa bile- kabul etmek ya da misilleme olarak yaptırımlarla karşılaşmak seçenekleriyle karşı karşıya kalacaktır. Hükümetimizin son yıllarda özerk ve bağımsız bir politika izleyemediği göz önüne alındığında, hangi tercihi yapacağını tahmin etmek ne yazık ki kolay.
‘İSVİÇRE’NİN AB TARAFINDAN İLHAKINA KARŞI MÜCADELE ETMELİYİZ’
Ayrıca -AB'de prensip olarak yasaklanmış olan- devlet yardımlarına ilişkin bir izleme mekanizmasının İsviçre'de devreye sokulması, mekanizma her ne kadar İsviçre'nin kontrolünde kalacak olsa da -ki zaten olması gereken bu-, yine de AB düzenlemelerine daha fazla uyum sağlanması yönünde atılmış bir adımı temsil etmektedir.
Sonuç olarak, bu anlaşmanın İsviçre'nin AB tarafından kademeli olarak ilhakı yönünde atılmış bir başka adım olduğu açıktır; bu da İsviçre'nin siyasi özerkliğini elinden alacak, çalışma koşullarını kötüleştirecek ve kamu hizmetlerini ortadan kaldıracaktır; bunların hepsi de demokratik haklar ve sosyal uyum pahasına olacaktır. İsviçre'nin tarafsız ve bağımsız kalmasını sağlamak, ülkemizin ve çalışanlarının refahını koruyan sosyal ve ekonomik reformları uygulamak için gerekli yasal ve siyasi çerçeveyi korumak amacıyla bu anlaşmaya karşı tüm gücümüzle mücadele etmeliyiz.
İSVİÇRE REDDETTİ AB YAPTIRIM UYGULADI
Bu görüşmelerin 2014 yılında başladığı, tarafların yaklaşık 200 kez bir araya geldiği ancak 2021’de İsviçre’nin görüşmeleri kestiği biliniyor. Görüşmeler neden kesilmişti? Bugün neden devam ediyor?
Bu üçüncü anlaşma paketi ilk olarak 2008 yılında AB tarafından talep edilmiş ve ilk görüşmeler 2014 yılında başlamıştır. O zamanlar henüz “Bilateral Agreements III” olarak adlandırılmıyordu; daha da kötüsü, AB açıkça İsviçre ile kapsamlı bir çerçeve anlaşma talep ediyordu. Söz konusu olan sadece belirli alanlarda münferit anlaşmalar yapmak değil, tüm İsviçre-AB ilişkilerini düzenleyen daha geniş bir yasal ve kurumsal çerçeve oluşturmaktı.
Federal Konsey, önemli temel farklılıkları gerekçe göstererek 2021 yılında görüşmeleri durdurdu. Bu, anlaşmanın karşıtları için önemli bir zaferdi ve AB yanlısı endişe verici söylemlere rağmen İsviçre'nin kendi başına gayet iyi bir şekilde ayakta kalabileceğini kanıtladı. Ancak AB, örneğin İsviçre'yi Horizon Europe (Ufuk Avrupa) araştırma programlarından dışlayarak hemen misilleme yaptı. Buna bir de, ulusal çıkarları ve halkın çıkarlarını savunmakta giderek daha da aciz hale gelen siyasi sınıfımızı, AB ve NATO'nun kucağına iten ve müzakerelerin yeniden başlamasını kesinlikle etkileyen, giderek gerginleşen uluslararası iklim eklenmiştir. Bunu söylerken, satılmış burjuvazi ve sosyal demokrasinin, ülkemizin AB'ye doğrudan katılmasını talep eden kesimlerini de unutmamak gerekir.
İKİLİ ANLAŞMA ÜLKEMİZİN EGEMENLİĞİNE YÖNELİK BİR SALDIRI
Partiniz bu anlaşma konusunda ne yapacak ve referandum sürecinde nasıl bir politika izleyecek?
İsviçre Komünist Partisi bu müzakerelerin sonucunu bir ihanet eylemi ve İsviçre'nin Avrupa Birliği'nin bir sömürgesi haline geldiğinin bir başka göstergesi olarak değerlendirdi.
NATO ve AB'ye tamamen bağlı bir dış ve askeri politika izleyen Federal Konsey'in artık barışı ve tarafsızlığı umursamadığını bir süredir biliyorduk. Ancak bu müzakerelerin sonucu, iktidar gruplarının artık yasal/kurumsal mekanizmaları, ülkemizin doğrudan demokratik teamüllerini ve ulusal egemenliği teslim etmeye bile razı olduklarını göstermektedir. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, “yabancı” mahkemelerin siyasi ve kurumsal süreçlerimize müdahalesi bir yana, AB hukukunun benimsenmesine dahi tahammül edemeyiz. Ayrıca şantaj ve yaptırım mantığını, özellikle de halkımız tarafından demokratik olarak oylanan kararlara uygulandığında tamamen reddediyoruz. Sendikaların ücretlerin korunması, çalışma koşulları ve denetimler konusundaki endişelerini paylaşıyoruz (ve daha da ileri giderek Partimiz önceki ikili anlaşmaların tamamen yeniden müzakere edilmesini, hatta gerekirse feshedilmesini savunmaktadır). Ayrıca kamu hizmetlerinin tasfiyesine ve enerji piyasasının serbestleştirilmesine yönelik her türlü girişime de karşı çıkıyoruz.
‘ANLAŞMALARA KARŞI MÜCADELE EDECEĞİZ’
Hem sınıfsal hem de ulusal çıkarlara yapılan bu ihanet yetmezmiş gibi, ülkemiz aynı zamanda Avrupa Birliği'ne yaptığı yıllık milyonlarca dolarlık katkıyı da artırmak zorunda kalacaktır ki bu para akışı genellikle Doğu Avrupa ülkelerindeki yeni-sömürgecilik uygulamalarını ve özelleştirmeleri finanse etmekle sonuçlanmaktadır.
Komünist Partisi olarak, bu anlaşmalara karşı mücadele etmeyi amaçlayan her türlü referandumu ya da girişimi kesinlikle destekleyeceğiz. Ayrıca görevimiz, saflık ya da oportünizm nedeniyle hala sadece hayallerinde var olan bir Avrupa Birliği'ne inanan büyük sol partiler üzerinde baskı oluşturmaktır. En önemlisi de ülkeye, bu saldırgan, halk düşmanı ve savaş çığırtkanı Avrupalılıkla hiçbir ilgisi olmayan halkçı ve vatansever bir solun hala var olduğunu göstermek istiyoruz.