Kars’ta zamanın izinde! Tarih, kültür ve lezzet dolu bir yolculuk
Ani’nin fethinin 961. yıl dönümü kapsamında Kars’ta birçok etkinlik düzenlendi. Anadolu’nun serhat şehirlerinden Kars; tarihi, doğa güzellikleri, mimarisi ve lezzetleriyle zengin bir kültürel birikimi yansıtıyor. Kars’ın en etkileyici duraklarından biri de Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi...
Doğu Anadolu’nun serhat şehri Kars, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, zengin kültürel birikimiyle öne çıkan nadir şehirlerden biri. Bagratlılardan Bizans’a, Selçuklulardan Osmanlı’ya ve Ruslara kadar pek çok gücün iz bıraktığı bu topraklar, bugün hâlâ geçmişin sesini fısıldıyor. Özellikle Rus işgali döneminden kalan taş binalar ve Baltık mimarisi, Kars’ın sokaklarına bambaşka bir kimlik kazandırıyor. Bizim yolculuğumuz da tam olarak bu tarihî dokuyu hissetmek, kültürel zenginlikleri keşfetmek ve şehrin eşsiz lezzetlerini tatmak üzerine kuruldu. Ani Harabeleri’nden Çıldır Gölü’ne, Kaz Evi’nden Peynir Müzesi’ne ve Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi’ne uzanan bu rota, Kars’ın çok katmanlı kimliğini gözler önüne serdi.
ANİ HARABELERİ
Kars gezimizin en büyüleyici duraklarından biri hiç kuşkusuz Ani Harabeleri oldu. Türkiye–Ermenistan sınırında, Arpaçay’ın kıyısında yükselen bu kadim şehir, tarih boyunca “Binbir Kiliseli Şehir” olarak anılmış. Orta Çağ’da İpek Yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olan Ani, aynı zamanda Bagratlı Krallığı’na başkentlik yapmış, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde de stratejik değerini korumuş.
Şehre adım attığımızda, etrafı çevreleyen görkemli surlar ve burçlar hemen dikkatimizi çekti. Her bir taş, asırlara tanıklık etmiş gibi sessizce geçmişi fısıldıyordu. İçeride ise kiliseler, katedraller, camiler ve köprü kalıntılarıyla karşılaştık. Bu yapıların her biri, Ani’nin bir zamanlar farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığını gösteriyordu. Özellikle Büyük Katedral ve Menuçehr Camii, mimarisiyle hâlâ ayakta duran iki görkemli eserdi. Menuçehr Camii, Anadolu’daki ilk Türk camisi olarak ayrı bir anlam taşıyordu.
Ani Harabeleri’nde dolaşırken yalnızca taş yapılara değil, aynı zamanda geçmişin sesine de tanık olduk. İpek Yolu’nun ticari hareketliliğini, dini ve kültürel çeşitliliği hayal etmek mümkündü. 1064’te Sultan Alparslan’ın fethiyle birlikte Türk-İslam kültürünün izleri de şehre eklenmişti. Bugün bakıldığında, bu çok katmanlı tarih Ani’yi adeta açık hava müzesi hâline getiriyor.
Bizi en çok etkileyen noktalardan biri, şehrin konumuydu. Üç yanı Arpaçay’ın kıvrımlarıyla çevrili, üçgen bir arazi üzerine kurulan Ani, doğal savunma avantajını güçlü surlarla birleştirmişti. Bu sayede yüzyıllarca hem ticaretin hem de kültürel etkileşimin merkezi olmuş. Şimdi ise zamana yenik düşmüş sessizliğiyle ziyaretçilerini büyülüyor.
ANİ’NİN FETHİ
1064 yılında 25 günlük kuşatma neticesinde Ani’yi fetheden Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, Malazgirt öncesinde Anadolu’nun Türkleşmesi yolunda ilk büyük adımı atmıştır. Bu yıl bu önemli zaferin 961. yıl dönümü coşkuyla kutlandı.
Günümüzde Kars’ta, Türkiye-Ermenistan sınırında yer alan Ani, Arpaçay’ın kıvrımları ve çevresindeki yüksek tepelerin koruduğu üçgen bir arazi üzerine kurulmuştur. İpek Yolu’nun Anadolu’ya açılan kapısı konumundaki ve Bagrat Ermeni Krallığı’nın başkenti Ani, Bagratlı krallarının ticareti canlandırmaya yönelik düzenlemeleri sayesinde kısa sürede gelişmiştir. O dönemlerde bölgenin ikinci büyük ticaret merkezi olan şehir, tarih boyunca Roma, Bizans, İran, Arap, Gürcü, Ermeni ve Türkler gibi birçok farklı devlet ve kültüre ev sahipliği yapmıştır. Sultan Alpaslan’ın Ani’yi fethi Bizans ile Selçuklular arasındaki güç mücadelesinde önemli bir adım olmuştur. Şehrin düşmesi, Bizans’ın doğudaki direncini kırmış, Anadolu’da Selçuklu ilerleyişine kapı aralamıştır. Ani’nin fethi, Selçukluların Anadolu’ya girişinin ve Alparslan’ın 1071 Malazgirt Zaferi’ne giden yolun önemli bir başlangıcı olmuştur. Ani’nin fethi sadece bir askeri zafer değil, aynı zamanda Anadolu’nun geleceğini şekillendiren bir dönüm noktasıdır.
ÇILDIR GÖLÜ’NDE YELKEN YARIŞI
Ani’nin fethinin 961. yıl dönümü kapsamında serhat şehri Kars’ta birçok etkinlik düzenlendi. Çıldır Gölü’nün masmavi sularında düzenlenen ‘Anadolu Yelken Ligi 1. Ayak Kars Optimist Yarışı’, tarih ile doğanın iç içe geçtiği anlamlı bir buluşmaya sahne oldu. Türkiye’nin nadide göllerinden biri olan Çıldır Gölü, sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda Kars’ın kültürel ve tarihi zenginliklerini yansıtan bir mekân olarak da dikkat çekiyor. Bu yıl düzenlenen yelken yarışları, Ani’nin fethinin 961. yıl dönümüne ithaf edilerek özel bir anlam kazandı.
Doğu Anadolu’nun serin ikliminde, Arpaçay’ın kıyısında yer alan Çıldır Gölü, dört mevsim farklı bir güzellik sunuyor. Yaz aylarında masmavi suları ve gölün çevresindeki yemyeşil bitki örtüsüyle bölge halkına huzur verirken, kış aylarında donarak üzerinde atlı kızaklarla yapılan gezintilere ev sahipliği yapıyor.
Etkinliğin asıl dikkat çekici yönü ise tarihsel bağlamıdır. 1064 yılında Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu, güçlü surlarla çevrili Ani’yi fethederek Türklerin Anadolu’daki ilerleyişinin en önemli adımlarından birini atmıştı. Yelken yarışlarının Ani’nin fethiyle ilişkilendirilmesi, tarih bilinci ile sportif faaliyetlerin buluşmasının güzel bir örneği oldu. Sporcular gölün dalgalarıyla mücadele ederken, aslında bir yönüyle geçmişle de bağ kurdular. Bu etkinlik hem gençlere tarih bilinci aşılamak hem de bölgenin turizm potansiyelini öne çıkarmak bakımından önemli bir girişim olarak değerlendirilebilir.
Bu zaferin yıldönümünde Çıldır Gölü gibi doğa harikası bir mekânda yelken yarışları düzenlemek, geçmiş ile bugünü buluşturan anlamlı bir jesttir. Böylece hem Ani’nin tarihî önemi bir kez daha hatırlatılmış, hem de Kars’ın doğal ve kültürel değerleri ulusal ölçekte tanıtılmış oldu.
KARS’TA KAZ GELENEĞİ: BİR LEZZETTEN DAHA FAZLASI
Kars yolculuğunun en keyifli anlarından biri hiç kuşkusuz, yöreye özgü kaz etiyle tanışmamız oldu. Anadolu’nun kadim kültürünü, soğuk iklimin şekillendirdiği mutfak geleneklerini ve girişimcilik ruhunu bir arada bulduğumuz bu deneyim, sadece bir yemek ziyafeti değil, aynı zamanda kültürel bir yolculuktu. Kars’ta kaz, sıradan bir yemek değil, adeta bir yaşam biçimi. Yüzyıllardır süregelen geleneklere göre, kazlar yaz aylarında otlaklarda serbestçe besleniyor; kış yaklaşırken ise doğal yöntemlerle hazırlık yapılıyor. Kar yağdığı dönemde kaz kesimi gerçekleşiyor çünkü bu dönemde hayvanların eti en lezzetli ve en sağlıklı hâline ulaşıyor. Tuzlanıp kurutularak saklanan kazlar, sert kış günlerinde sofraların vazgeçilmez lezzeti oluyor.
Kazın pişirilme yöntemi de en az yetiştirilmesi kadar özel. Geleneksel usulde, kaz eti haşlanarak pişiriliyor ve kendi yağıyla buluştuğunda eşsiz bir tat ortaya çıkıyor. Yanında çoğu zaman bulgur pilavı ve yöresel garnitürler ikram ediliyor. Karslılar için kaz, aileyi ve dostları bir araya getiren, kışın soğuğunu paylaşılan sofralarda unutturan bir lezzet.Bizim deneyimimizde de bu kültürün izleri fazlasıyla hissedildi. Bir restoranda masamıza getirilen kaz eti daha ilk lokmada farklılığını hissettirdi. Dışı nar gibi kızarmış, içi ise yumuşacık olan et, damağımızda unutulmaz bir tat bıraktı. Yanında sunulan pilav, kazın lezzetini tamamlıyor, yöresel ikramlar ise sofrayı zenginleştiriyordu. Yemeğin her detayında hem ustalık hem de geleneklerin izlerini görmek mümkündü.
Kaz etiyle tanışmak, bizim için yalnızca bir gastronomi deneyimi değil, aynı zamanda bir kültürel keşifti. Sofrada, geçmişten bugüne taşınan geleneklerin, emeğin ve sabrın bir araya geldiğini gördük. Hele ki bu deneyimi Anadolu kadınlarına örnek olmuş bir girişimcinin mekânında yaşamak, ayrı bir anlam kattı.
KARS HENGELİ
Kaz deneyimimizin ardından Kars’ın kültürel zenginliklerinden biri olan Kars Hengeli ile de tanıştık. Bölge halkının sofralarında önemli bir yere sahip olan bu hamur işi, mantıyı andıran ama kendine özgü pişirme ve sunum yöntemleriyle farklılaşan bir lezzet. Kaynar suda haşlanan hamurların üzerine bolca tereyağı ve yoğurt ekleniyor, ayrıca karamelize edilmiş soğanla zenginleştiriliyor. Kimi zaman et suyu ile de tatlandırılan Kars Hengeli, hem doyurucu hem de kış günlerinde içinizi ısıtan bir yemek olarak öne çıkıyor.
Bizim için Kars Hengeli, kaz etinden sonra bambaşka bir sürpriz oldu. Üzerindeki tereyağı, yoğurt ve karamelize soğanın uyumu, hem sadeliği hem de yöresel tatların birleşimini ortaya koyuyordu. Böylece Kars mutfağının ne kadar çeşitli ve özgün olduğunu bir kez daha deneyimlemiş olduk.
PEYNİR MÜZESİ: GRAVYERDEN KAŞARA LEZZET YOLCULUĞU
Kars gezimizin unutulmaz duraklarından biri de Kars Peynir Müzesi oldu. Bu özel müzede Kars’a özgü peynirleri yakından tanıma fırsatı bulduk. Özellikle dünyaca tanınan Kars kaşarı ve gravyer peyniri, müzenin en dikkat çekici lezzetleriydi. Müze ziyaretimizin en ilgi çekici yanlarından biri ise peynirlerin yapım aşamasının temsili olarak sergilenmesiydi. Ziyaretçiler için hazırlanmış bölümlerde, süt sağımından mayalama sürecine, kalıplara dökülmesinden olgunlaştırma safhasına kadar tüm aşamalar canlandırılmıştı. Böylece Kars peynirinin yalnızca sofraya gelen bir lezzet değil, zahmetli ve emek dolu bir sürecin ürünü olduğunu yakından görme fırsatı bulduk. Bu temsili canlandırmalar, ziyaretçilere adeta bir üretim yolculuğu yaşatıyor. Peynirin sofralara gelmeden önce geçtiği aşamaları gözler önüne sererek hem bilgilendirici hem de keyifli bir deneyim sunuyor.
Müze, peynirin yalnızca bir gıda olmadığını, aynı zamanda bu coğrafyanın iklimi, hayvancılık kültürü ve yüzyıllara dayanan gelenekleriyle şekillenen bir değer olduğunu hissettiriyordu. Kars’ın yüksek yaylalarında otlayan hayvanların sütünden elde edilen peynirlerin aroması, bölgenin doğasıyla birebir bağlantılı. Özellikle gravyer peynirinin olgunlaştırıldığı taş mahzenleri görmek ve hikâyesini dinlemek, büyüleyici bir deneyim oldu.
Tadım alanında denediğimiz peynirler, Kars mutfağının zenginliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Kars Peynir Müzesi, hem lezzet hem de kültür açısından gezimizin en özel anılarından biri oldu. Bu deneyim, peynirin aslında bölgenin doğasıyla, insan emeğiyle ve gelenekleriyle iç içe geçmiş bir kültürel miras olduğunu anlamamızı sağladı.

KAFKAS CEPHESİ HARP TARİHİ MÜZESİ
Kars’ın en etkileyici duraklarından biri de Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi. Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’nun kaderini belirleyen çarpışmaların yaşandığı bu topraklarda kurulan müze, hem tarihi hem de duygusal bir yolculuğa çıkmamıza vesile oldu.
Sergi salonlarında askerlerin kullandığı silahlar, mühimmatlar, kişisel eşyalar ve döneme ait belgeler yer alıyor. Eski fotoğraflar, mektuplar ve günlükler, cephe hayatının ne kadar zorlu geçtiğini gözler önüne seriyor. Bunların yanında balmumu heykellerle canlandırılmış sahneler, ziyaretçilere adeta savaşın ortasındaymış hissi veriyor. Özellikle karlar içinde ilerlemeye çalışan askerlerin tasvir edildiği bölüm, Sarıkamış harekâtının dramatik boyutunu daha da güçlü bir şekilde hissettiriyor.
Müze yalnızca savaşın askeri boyutunu değil, aynı zamanda insani yönünü de aktarıyor. Soğuktan donarak şehit olan binlerce askerin hatırasına ayrılan bölümler, ziyaretçilerin hem hüzün hem de derin bir saygı duygusuyla müzeyi gezmesini sağlıyor. Türk ordusunun fedakârlıkları, azmi ve vatan sevgisi, her ayrıntıda ön plana çıkıyor.

Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi, Kars’a giden herkesin mutlaka görmesi gereken bir mekân. Burada geçirilen vakit, sadece bir tarih gezisi değil; aynı zamanda bu topraklarda yaşanmış acıları anma, kahramanlıkları hatırlama ve geleceğe dair bir bilinç kazanma deneyimi. Bizim için de unutulmaz bir anı oldu ve Kars gezimize derin bir anlam kattı.