Yerli Otomotiv Tedarik Sanayisine Çinli Yatırımcı Akını: Fırsat mı Tehdit mi?
Çinli otomotiv markalarının Türkiye’de üretime hazırlanması, yerli otomotiv tedarik sanayisine Çinli yatırımcı akını yaşanmasına neden oldu. TAYSAD Başkanı Yakup Birinci, küresel tedarikçilerin Türkiye’ye ilgisinin arttığını belirtirken, artan rekabet ve yeni projelerdeki zorluklara dikkat çekiyor.


Küresel otomotiv endüstrisi yeni bir evreye girerken, Türkiye’deki yerli otomotiv tedarik sanayisi de bu dönüşümün merkezinde konumlanıyor. Çinli markaların Türkiye’de üretim planları, yalnızca ana sanayi yatırımlarını değil, beraberinde genişleyen bir tedarik zincirini de beraberinde getiriyor. TAYSAD Başkanı Yakup Birinci’ye göre, bu süreçte sadece Çinli üreticiler değil, onların küresel tedarikçileri de Türkiye pazarına yönelmiş durumda. Yabancı firmalarla olası ortaklıklar ve teknoloji transferi fırsat yaratırken, artan maliyetler, atıl kapasite ve yeni projelere erişimde yaşanan sıkıntılar ise sektörün geleceğine dair soru işaretlerini büyütüyor. Tüm bu gelişmeler, Türkiye otomotiv tedarik sanayisinin kritik bir dönemeçte olduğunu ve bu yeni dalganın doğru stratejilerle avantaja çevrilip çevrilemeyeceğini sorgulatıyor. Bu kritik dönemeçte yerli otomotiv tedarik sanayisinin karşı karşıya olduğu fırsatları, riskleri ve gelecek planlarını TAYSAD Yönetim Kurulu Başkanı Yakup Birinci ile tüm detaylarıyla konuştuk.
YERLİ TEDARİK SANAYİSİ GÜÇLÜ DURUYOR AMA MALİYETLER ZORLUYOR
Yerli tedarik sanayi 2025’e nasıl başladı? İlk 6 ayın genel görünümünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Yılın tamamı için beklentileriniz neler?
2025’in ilk yarısına yaklaşırken, sektörümüz tüm belirsizlik ve dalgalanmalara rağmen dirençli bir tablo çizmeyi başardı. Ocak-Mayıs döneminde toplam araç üretimi 632 bin adet olarak gerçekleşti. Bu, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 2,9’luk sınırlı bir gerilemeye işaret etse de, sektörün genel gücünde bir zayıflama olduğundan söz edemeyiz. Çünkü iç pazarın beklenenden iyi performansı ve ihracattaki artış bu kaybı büyük oranda dengeledi.
İç pazarda tablo oldukça canlı. Yılın ilk beş ayında yurtiçi satışlar yüzde 3,1 artışla 507 bin adede yükseldi. Daha geniş bir perspektiften bakarsak, 2017’ye kıyasla yüzde 55,8 oranında büyüme görüyoruz ki bu, hem tüketicinin otomobile olan güveninin sürdüğünü hem de mobilite talebinin güçlü kaldığını gösteriyor. Özellikle elektrikli ve hibrit araçlara olan yönelimin pazar çeşitliliğini artırdığı görülüyor. Yine de finansmana erişimde yaşanan sıkıntılar ve yüksek faiz ortamı, düşük ve orta gelir grubundaki tüketicileri yeni araç satın almaktan uzaklaştırabilir.
İhracat tarafı ise sektörümüzün ana taşıyıcısı konumunda. 2025’in ilk beş ayında araç ihracatı yüzde 5,3 artışla 440 bin adede ulaştı. Toplam otomotiv ihracatı ise yüzde 10,1 yükselerek 16,59 milyar dolara çıktı. Tedarik sanayisinin ihracat performansı da yüzde 5,2’lik bir artışla 6,51 milyar dolara ulaştı. Bu, Türk otomotiv tedarik sanayisinin küresel değer zincirindeki yerini pekiştirdiğini gösteriyor. Ancak burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Bu rakamlar büyük ölçüde 3-4 yıl önce alınmış projelerin yansıması. İhracatta sürdürülebilir büyüme için yeni işlere ulaşmak şart. Aksi takdirde ilerleyen yıllarda ihracatta düşüş kaçınılmaz olabilir. Şu an ne yazık ki yeni proje kazanmakta zorlanıyoruz. Maliyetlerimiz, rakip ülkelerle kıyaslandığında rekabet gücümüzü zayıflatıyor.
Bugün Türkiye, üretim adetleri açısından dünya sıralamasında 10-11. basamakta, satış rakamlarına göre ise 14-15. sıralarda yer alıyor. Bu konum, üretim kapasitemiz ve ihracat yetkinliğimizle küresel pazarda istikrarlı bir oyuncu olduğumuzu gösteriyor. Bu başarı, yalnızca büyük üreticilerin değil; onları destekleyen güçlü bir tedarik altyapısının ve kalifiye insan kaynağının ortak ürünüdür. Türkiye’nin üretim esnekliği ve Avrupa’ya yakınlığı, ülkemizi yatırım açısından daha cazip hâle getiriyor. Ancak bir yandan da nitelikli iş gücü eksikliği ve dijital dönüşüme ayak uyduramayan KOBİ’lerdeki verimlilik kayıpları gibi yapısal sorunlara dikkat edilmesi gerekiyor.
Genel olarak baktığımızda, otomotiv sanayimiz ekonomik dalgalanmalar, jeopolitik gerilimler ve teknolojik değişimler karşısında sağlam bir duruş sergiliyor. Üretimde yaşanan sınırlı düşüşe rağmen, ihracat ve iç pazardaki olumlu gelişmeler sektördeki adaptasyon kabiliyetini ortaya koyuyor. Yılın kalanında da daha yenilikçi, çevreci ve rekabetçi bir anlayışla ilerlemeyi hedefliyoruz. Yeni nesil mobilite uygulamaları ve batarya üretimi gibi stratejik alanlara yapılacak yatırımlar, ülkemizin küresel rekabet gücünü daha da artırabilir. Ancak Ar-Ge yatırımları istenen ivmeyi yakalayamazsa, teknolojik gelişmelerin gerisinde kalma riski de büyür.
TEDARİK SANAYİSİNDE KAPASİTE BOŞLUĞU VE FİNANSMAN SORUNU ÖNE ÇIKIYOR
Türkiye’de üretim yapan markaların komponent ihtiyaçlarının ne kadarı yerli tedarik sanayisi tarafından karşılanabiliyor? Üretilmeyen yeni parçalara yönelik yatırım planlarınız bulunuyor mu?
Günümüzde Türkiye’de faaliyet gösteren OEM’lerin komponent ihtiyaçlarının yaklaşık %80’i yerli tedarik sanayisi tarafından karşılanıyor. Bu oran, özellikle geleneksel ürün gruplarında oldukça yüksek seviyelerde seyrediyor. Ancak elektrikli araçlar ve yeni nesil mobilite teknolojileri devreye girdikçe, bazı yeni ürün gruplarında dışa bağımlılık artış gösteriyor. TAYSAD olarak, üyelerimizi bu kritik alanlarda yatırım yapmaya teşvik ediyoruz. İhtiyaç duyulan teknolojik altyapının geliştirilmesi için hem devlet destek mekanizmalarını hem de kümelenme projelerini aktif şekilde kullanıyoruz.
Öte yandan, tedarik sanayisinde mevcut kapasitenin altında çalışan ciddi bir boşluk bulunuyor. Halihazırda mevcut yatırımlar tam anlamıyla verimlilikle kullanılmadan, yeni yatırımlara yönelmek kolay olmuyor. Ayrıca, bu süreci finanse edecek yeterli özkaynak veya uygun finansman imkanları da sınırlı. Bu nedenle TAYSAD olarak, üyelerimizin bu yükünü azaltmak ve yeni teknolojilere yatırım yapacak firmalara destek sağlamak amacıyla odaklanmış bir GSYF (Girişim Sermayesi Yatırım Fonu) çalışması yürütüyoruz. Temel hedefimiz, tüm üyelerimizin hem yatırımcı hem de paydaş olarak yer alabildiği ortak bir platform oluşturmak.
ÇİNLİ YATIRIMLAR ve JEOPOLİTİK RİSKLER: TEDARİK SANAYİSİ YENİ DÖNEME HAZIRLANIYOR
Çinli markaların Türkiye’deki yatırım haberlerinin ardından yabancı tedarik sanayi firmalarından ortaklık veya Türkiye pazarına giriş talepleri aldınız mı? ,
Evet, Çinli üreticilerin yatırımları sadece onları değil, onlarla çalışan küresel tedarikçileri de Türkiye pazarına yöneltti. Bu bağlamda bazı yabancı tedarik firmalarının Türkiye’de yatırım veya iş ortaklığı arayışında olduklarını gözlemliyoruz. Bu durum, yerli firmalarımız için teknoloji transferi, bilgi paylaşımı ve ihracat bağlantıları açısından önemli fırsatlar yaratıyor. Ancak, mevcut maliyet yapısıyla çok stratejik olmayan alanlarda Çin’den ithal edilen ürünlerle rekabet etmek zor.
Çinli markaların fabrika yatırımları sonrası artan üretim kapasitesi, yerli tedarik sanayisinin üretim gücünü ne kadar artıracak?
Bu artışı karşılamak için ek yatırımlar gerekecek mi? Yeni yatırımların devreye girmesiyle birlikte tedarik sanayisi hem üretim hacmi hem de ürün çeşitliliği açısından yeni bir döneme adım atacak. Kısa vadede mevcut kapasite büyük oranda artışı karşılayabilir görünse de, özellikle elektrikli araçlara yönelik belirli ürün gruplarında yeni yatırımlar zorunlu hale geliyor. Bugünün otomotiv gerçeği, talep nispeten düşük olduğu için atıl kapasitenin esnek olmayan üretim hatlarında farklı projeler için kullanılamaması. Gelecekte talep artışına hızlı yanıt verebilmek için, küçük ölçekli yatırımlarla verimliliği artırmak ve esnek üretim hatları kurmak kritik önem taşıyor.
Yanı başımızda sürekli yeni çatışmalar yaşanıyor. Bu durum yerli tedarik sanayisini nasıl etkiliyor? İhracat pazarlarında durgunluk gözlemleniyor mu?
Maalesef, küresel jeopolitik riskler tedarik zincirlerinde belirsizliği artırıyor. Özellikle Avrupa’da tüketici talebindeki yavaşlama ve artan lojistik maliyetler nedeniyle ihracatta zaman zaman durgunluklar yaşanıyor. Ancak Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu ve esnek üretim yapısı, tedarik güvenliği açısından önemli bir alternatif olmasını sağlıyor. Bununla birlikte, bölgemizdeki olumsuz gelişmeler petrol fiyatlarını yükseltiyor, bu da maliyetlerin artmasına ve enflasyon baskısına yol açıyor.