02 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İki çizgi

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

A+ A-

Hep dillerinde 68, hep dillerinde Deniz Gezmiş... Duyan da gerçekten bir şey zanneder ama ne 68 ile ne de Deniz Gezmiş ile bir ilişkileri yoktur. Bakın anlatayım:

O günlerde SSCB’nin desteğiyle sosyalist devrim yapma hayalinde olan ve 68 kuşağının hem teorik, hem de pratik açıdan dışına çıkan çizgi; daha sonra ABD ve İsrail’e sırtını dayayarak “devrim” yapacağına inandı. Kürtçülük ve silahlı maceracılık bu çizginin eseridir. “Devrim” dedikleri de memleketi etnik temelde bölerek federal bir yapı kurmaktı.

68 kuşağını, 68 kuşağı yapan, NATO’ya hayır haftası, üniversite işgalleri, 6. Filo eylemleri, 19 Mayıs yürüyüşü gibi karakteristik eylemler ise, “Ne ABD ne Rusya, Tam bağımsız Türkiye” sloganıyla Milli Demokratik Devrim’i savunan Aydınlıkçıların çizgisiydi.

Aydınlıkçılar her alanda şiddete karşı çıkıp, düşman saydıkları oportünizme karşı ideolojik mücadeleyi savunurken; ABD’nin gizli elleriyle yönlendirilen “sosyalist devrim” çizgisi, hem kendi içlerinde hem de dışarıya karşı şiddeti benimsedi. Banka soygunları, adam kaçırmalar hep bu çizginin eylemleridir.

Ve bugün...

İki çizgi mücadelesi hâlâ devam ediyor.

Bir tarafta başını Vatan Partisi’nin çektiği milli ve üniter devleti, ABD emperyalizminin bölücü kışkırtmalarına karşı vatan savaşını, komşularla barışı ve üretim ekonomisini savunan MDD çizgisi...

Diğer tarafta ise sırtını ABD’ye dayayan ve onun verdiği silahlarla ülkenin bir kısmını bölmeye çalışan etnik ayrılıkçı, federal devletçi ve komşularla barışı ABD vaatlerine kurban eden çizgi.

Mesela bir zamanlar ABD’nin BOP eş başkanı olan Tayyip Erdoğan, ABD’ye karşı tutum alıp, FETÖ ve PKK’yı ezmeye başladığı zaman, NATO ile ters düşüp Avrasya’ya yaklaştığı zaman MDD çizgisi: “AKP bizim çizgimize gelmek zorunda kaldı” diyor. Fikren değil, icraat olarak, gönüllü değil, zorunlu olarak...

PKK’yı arkasına alan ABD güdümündeki bölücü çizginin bugünkü temsilcisi HDP ise, CHP’nin seçim bildirgesine “yerel yönetimler özerkliğinin kabulü” eklenince, HDP’li Pervin Buldan’ın ağzından, “CHP bizim çizgimize geldi” diyor. Dikkat edilsin, icraat olarak değil fikren ve zorunlu değil gönüllü olarak... İlkinde AKP yarım da olsa bazı eylemleri bakımından zorunlu olarak milli çizgiye yaklaşırken, ikincisinde CHP, ideolojik ve gönüllü olarak CIA ajanı Henry Barkey’in çizgisine yaklaşıyor. Şimdi anlamadığım şu: Bunu söyleyince niye kızıyorsunuz bana? Bunu göre göre yazmayayım mı? Ben bunu yazınca AKP yandaşı mı oluyorum? Henri Barkey’e yanaşanlar da vatansever-demokrat mı oluyor? Hepiniz ilaçlı bir sudan içip topluca çıldırdınız mı?

Kimi CHP’li farkında, mesela Bedri Baykam: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kimyası İmralı ayarlarına getirilmiş, siz uyurken eşit yurttaşlık ve özerklik gibi kavramlar o bildirgeye zerk edilmiş, bir uyanmışsınız ki, cinsiyet değiştirmişsiniz” diyor. Kimisi de hâlâ uyanamamış, ben dürtünce bana bağırıyor.

Bence bazılarımız bu çizgi meselesini pek anlayamamış... Bence bazılarımız, pek çok şeyi pek anlayamamış.

KÖR İNANÇ

Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak: “Cumhurbaşkanımız Ay’a kadar dört şeritli yol yapacağım dese, Vallahi inanırız” demiş. Sakın bunun kürsü şehvetine kapılarak yapılmış abartılı bir benzetme olduğunu düşünmeyin. Doğru söylüyor, inanır, inanmayanı da buna inanmaya zorlar. Kör inanç dediğimiz şey budur işte. Sorgulamazsın inanırsın...

Tayyip Erdoğan da bunu bildiği için rahat, etrafında “ona dokunmak ibadettir” mantığıyla düşünenler var çünkü... O da buna güvenerek sallıyor sağa sola, “Bunlar anlamaz, biz yaparız, bunlar ne bilecek, biz söyleriz, bunlar batırdı biz toparlıyoruz” filan... Onun için memleket bugün 450 milyar dolar borç yükünün altında ve üç kuruş daha bulabilmek için satmadığımız şey kalmadı...

Hatta “Ben dün akşam aya gittim geldim, oradakilerle kredi anlaşması yaptım, yarın Ay’dan akıyor paralar” dese ona da inanırlar, inanmayanı da pişman ederler.

BASIN AHLAKI

Geçenlerde bir araştırma kuruluşu, bir vatandaşı aradı. Seçime katılan partileri ve adayları birer birer sayarak hangi partinin cumhurbaşkanı adayına oy vereceğini sordu. Vatandaş soruyla karşılık verdi: “Ya Vatan Partisi? Onu neden saymadınız?” Anketör cevapladı: “Vatan Partisi seçime katılmıyor...”

Vatandaş, kalite standartları gereği bu görüşmelerin kayıt altına alındığını biliyordu. Hemen kendisini arayan numarayı ve saatini üyesi olduğu Vatan Partisi yöneticilerine bildirdi. Sonra numaranın hangi araştırma şirketine ait olduğu parti tarafından doğrulandı. Rezalet, şirketin kayıtlarında duruyor...

Ertesi gün de NCM isimli uluslararası şirket bu kez Vatan Partisi Gn. Bşk. Yrd. Prof. Dr. Ercan Enç’i aradı. Tesadüfe bakın... Aynı sorular, bu kez bant kaydından aynı şıklar ve yine seçenekler arasında Vatan Partisi yok. Suç bu... Suç olmanın ötesinde ahlâksızlık... Ama Vatan Partisi daha fazlasıyla da karşılaştı...

Genel Sekreter Utku Reyhan bu durumu kamuoyuna aktarmak için basın toplantısı düzenlemek istedi. Ankara Temsilcilerini Basın Bürosu Başkanı sıfatıyla bizzat aradım. Bir teki bile gelmedi ve muhabir ya da kamera göndermedi... Düşündüm, acaba bu mesela HDP, mesela CHP ya da ne bileyim Saadet gibi başka bir partinin başına gelse böyle mi olurdu? Yine düşündüm, basın bunu ihmalden mi, başka bir sebepten mi yapıyordu?

Mesela, Hürriyet gazetesinin genç milletvekilleri manşetinde de Vatan Partisi yoktu. Oysa Vatan Partisi en fazla genç milletvekili adayına sahip partiydi. Taha Akyol, partilerin programlarından söz açmıştı köşesinde, ama Vatan Partisi’nin programı yoktu sanki, adı bile anılmıyordu... Sizi temin ederim, programında diğer partilere 10’ar dakika ayırırken, Vatan Partisi’ne 5-6 saniye ayıran programcıları, “En azından bunu yapıyor” diye buraya eklemiyorum...

Demem o ki, bu yanlıştır arkadaşlar... Basın ahlâkı diye bir şey var. Bu kadar çiğnemeyin, gün olur hepimize lazım olur...

MONEY TALKS İN İYİ PARTİ

İngiliz atasözüdür: “Para konuşur.” Bizdeki karşılığı Nasreddin Hoca’dan: “Parayı veren düdüğü çalar.”

Ama bu kadar da olmaz...

Bir gazi arkadaşım var. Terörle mücadele görevinde el bombası atarken, hatalı imalat nedeniyle bomba elinde patladı. Sağ elini kaybetti. Sizin hiç, sağ kolunuz koptu mu? Her şeyi yeni baştan öğrenirsin; yemek yemeyi, tuvalete gitmeyi, kalem tutmayı, araba sürmeyi. Çok, ama çok zordur arkadaş... Bizimki mert adamdır, korkusuzdur. Emekli oldu genç yaşında, ama boş durmadı, siyaset bilimi okudu, yüksek lisans yaptı. Siyaseti de takip etti ve dünyaya bakış açısı onu İyi Parti’ye götürdü. Geçenlerde Ankara’da orduevinde oturduk, bana İyi Parti’den milletvekili aday adayı olacağını söyledi. Anlattım, uyardım ama dinletemedim. Kararlıydı, gitti.

Dün tekrar görüştük telefonla, aday adayı olmak için yatırması gereken 45 bin TL’si olmadığı için olamamış. O kadar ayarlanmış ki her şey. Bağış, yasal sınırlar içinde parça parça yapılacak. Bir yandan, “Sakın yanlış anlamayın zorunlu değil, gönüllü” denilirken, diğer yandan taban fiyatın 45 bin TL olduğu belirtilmiş arkadaşıma... “Ben sana dememiş miydim” diyemedim sesindeki buğuyu duyunca... Sinirlendim, telefonda bağırmaya başladım, “Yahu sen gazisin sağ kolunu verdin bu ülkeye ne 45 bin lirası. Orada sana sahip çıkacak başka bir asker yok muydu?” Sustu arkadaşım... Çünkü kafasının üzerinden bir tek mermi geçmemiş medyatik ekran kahramanlarından değildi, gerçekten kolunu vermiş bir kahramandı... “S....tiret kardeşim” dedi, vakarla.

Ettim zaten, bu yazı da bu kadar... Anlayana ibret, anlamayana yazıklar olsun...

BURCUM MU DEĞİŞTİ

28 Mayıs benim doğum günümdü.

Dünyaya burç falları üzerinden bakanlar için önemli mesele. Annem telefonda doğum günümü kutlarken, o güne kadar söylemediği bir şeyi söyleyiverdi: “Oğlum sen aslında 28 Mayıs’ta değil, 5 Mayıs’ta doğdun...”

Ahanda... Annem biraz daha konuşsa “Seni cami avlusunda bulduk” diyecek diye korkarken, o sırada yanımda olan Vatan Partisi Basın Bürosu’ndan Orçun Göktürk burcumun da değiştiğini ve artık Boğa burcu olduğumu söyleyiverdi. Sonra Google hazretlerinden Boğa burcu erkeğinin fiziksel özelliklerini okumaya başladı: “Geniş omuzlu, burnu kemerli, yakışıklı” filan, aynı ben...

Anneme başka bir gerçeği açıklama fırsatı vermeden, teşekkür edip kapadım telefonu. Ama arada kaldım. Boğa mıyım, İkizler mi? Her ikisi de bana benziyor. Ne yapsam, Ahmet Hakan’a mı danışsam bilemedim.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları