05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsanlığın geleceği

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Şu mübarek bayram gününde gemi, kaptan ve şelâle muhabbetinden uzaklaşıp insanlığın geleceğini düşünmeye ne dersiniz?
Almanya’da yaşayan bilimkurgu yazarı arkadaşımla geçen gün internet üzerinden küresel ısınma, iklim değişikliği, bitki ve hayvan türlerinin yok oluşu hakkında sohbet ediyorduk. Lafın bir yerinde, “Bence kapitalizm altında çevrecilik olanaksız” dedi.
“Neden?” diye sorunca, anlatmaya başladı. Kapitalizmin kâr güdüsünden asla vazgeçmeyeceğini, dünyanın bütün kaynaklarını kurutana kadar insanların ihtiyacı olan ya da olmayan her şeyi üretip satacağını söyledi. Yerine konulamayan kaynaklarıyla birlikte doğanın tahribi, savaşlar ve salgın hastalıklar yüzünden, dünya üzerinde şimdiki insan nüfusunun yaklaşık yüzde 10 oranında bir kısmı kalacaktı. Petrolü ve teknolojisi olmayan bu insanlar komünist bir toplum kuracaklardı. Fakat bu komünizm, Marx’ın tahayyül ettiği, insanların sabahları avlanıp, öğleden sonra balık tuttukları, akşamları edebiyat eleştirisi yaptıkları bir bolluk toplumu değil, ilkel komünal toplum düzeyinde bir komünizm olacaktı.
Ben de insanlığın geleceğine dair olasılıkların neredeyse sonsuz olabileceğini söyledim. Mesela küresel burjuvazi bizleri tahrip olmuş bir doğayla, enerji kaynaklarının tükendiği bir kaos ortamıyla baş başa bırakarak uzaya sıvışabilir ve orada yeni insan kolonileri kurabilirdi. Böylece dünyada kalan bizler, devrim yapma zahmetinden kurtularak, elde kalan kıt kaynakların en rasyonel kullanımıyla komünist bir toplum kurma ve doğayı yavaş yavaş iyileştirme şansına kavuşabilirdik. Ya da doğa insan türünü sırtından atarak, dengeli bir beslenme zinciri içinde yeni bir hayvanlar âlemi yaratır, böylece muhteşem güzelliklerini yeniden kazanabilirdi.
“İnsanın doğasında komünizm yok” diye lafa girdi arkadaşım. “Nasıl olur?” dedim. “İnsanlar değişir, üretim araçları ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki çözülünce...”
“Hayır,” dedi arkadaşım. “Bence komünizm, zorunlu olmasına rağmen, insanın ilkel doğasına karşı geliştirilmiş bir düşünce tarzı. Bütün insanlığı kapsaması mümkün olmayan bir felsefi çerçeve sunuyor.”
“Annem gibi konuşuyorsun” dedim. Gerçekten de, fena hâlde sosyalist olduğum ilk gençlik günlerimde annem beni karşısına oturtarak, “Evladım, komünizmin kaideleri mükemmel olsa dahi tatbiki kâbil değildir, insan tabiatıyla tezat teşkil eden bir fikirler manzumesidir” gibi şeyler söylerdi. Ben de ona, insanlığın ilkel komünal toplumdan feodalizme, oradan kapitalizme geçtiğini; şimdiki istikametinin ise sınıfsız sömürüsüz bir toplum olduğunu, yani “tarihin tekerleği”ni anlatırdım. O da bana “Evladım, insanlığın istikametini buldun ama kendi istikametini bir türlü bulamadın, çocuğum” derdi. Sadece benim değil, sağcısıyla solcusuyla ülkemizin, hatta bütün insanlığın istikametini kaybettiğini, siyasetin çakallaştığını görseydi ne derdi acaba? Başta laiklik ilkesi olmak üzere Kemalizm’in “kaideler”inden vazgeçmenin normal karşılandığını, Katar Emiri’nin parasına muhtaç olduğumuzu, kendimizi sömürge edecek ölçüde yabancı sermaye aradığımızı görseydi...
Dünya nüfusunun gezegenin taşıyamayacağı sayılara ulaşması da büyük bir sorun. (Burada durup, gıda maddeleri aritmetik nüfus ise geometrik olarak artarsa, sonunda birbirinizi yersiniz diyen 18. asır filozofu Thomas Malthus’u analım!) Düşünün ki Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği I. Savaş döneminde dünya nüfusu bir milyar yedi yüz milyon kadardı. Şimdi yedi milyarı aştı. İnsanlar attan eşekten bisikletten inip arabalara binmeye, herşeyi çılgınca tüketmeye, zihinlerini elektronik eşyalara bağlayarak aptallaşmaya, su kaynaklarını tarım alanlarını tahrip etmeye; emperyalist ülkeler halkları birbirine boğazlatarak kaynakları paylaşmaya, deli gibi silahlamaya başladılar.
Fakat en acıklı durum, dünya burjuvazisinin Devlet’i devredışı bırakarak “refah devleti” ve “toplumsal kalkınma” kavramlarını yok etmesi oldu. O hâlde buradan başlamak lazım. Ulusal Devlet’i yeniden inşa etmek, özelleştirilen her şeyi kamulaştırmak, kaynakları rasyonel kullanarak üretimi planlamak, karma ekonomi uygulayarak açgözlü burjuvaziyi hizaya getirmek ya da uzaya postalamak gerekir. Ondan sonra bakarız, sosyalizme nereden gidiliyor diye...
Herkese ailesiyle huzurlu bayramlar diliyorum.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019