03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

IŞİD ve YPG’ye biçilen roller

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

Büyük devletler ile geri kalmış ülkeler arasındaki ana farklardan biri coğrafyayı anlama ve coğrafyadan faydalanma şekilleridir. Örneğin İngiltere gibi eski bir imparatorluk, Akdeniz’e bakarken Cebelitarık Boğazı’nı, Cebelitarık’ın güvenliği için minicik ama vazgeçilmez Gibraltar Adası’nı ve devamında Malta’yı görür. Malta’nın ve Doğu Akdeniz’in güvenliğininse Kıbrıs Adası’yla mümkün olduğunu bildiğinden dolayı koca Akdeniz’i 3 adayla birbirine bağlar. Bu 3 ada sayesinde hem Akdeniz’in tamamını kontrol etme-gözetleme imkânı bulur hem de Cebelitarık Boğazı’nı denetiminde tutar.

Geri kalmış ülkelerdeyse böyle analizler genelde gündeme giremez. Örneğin Kıbrıs sadece bir ada olarak görüldüğü için “Yes be annem!” kampanyalarına sessiz kalınır, Türkiye için vazgeçilmez olan Karpaz gibi çok önemli yerler Rumlarla pazarlık malzemesi haline getirilir. Ama tüm bunlar olurken de bol bol hamaset yapılarak kitleler uyutulur.

Maalesef aynı durum YPG ve IŞİD konularında da geçerli. Birileri aklı ve bilimi göz ardı ederek hâlâ hamasetle bu işlerin yürütülebileceğine inanıp Başkan Trump’ın YPG’ye artık silah vermeyeceğine inanıyorlar. Oysa nasıl ki IŞİD; Amerikan stratejik planlarında “bir görev icra etsin diye” ortaya çıkarıldıysa PYD-YPG de kendisine “biçilen rollere uygun davranması için silahlandırıldı. IŞİD sayesinde Batı dünyası, kendi ülkelerinde yaşayan ve radikalleşen gençlerin sel olup Suriye’ye ve Irak’a akmasının yolunu açarak aslında kendileri için bir “mıntıka temizliği” yaptılar. Bu savaşçıların önemli bir kısmı öldü, sağ kalanlar ise hayatları boyunca devam edecek takiplerin konusu olacaklar. Fakat IŞİD’in asıl önemi tüm Ortadoğu’nun Amerikan çıkarlarına göre dizayn edilmesinde gerekli olan “meşruiyeti” sağlamaktı. ABD, dünya kamuoyunu IŞİD barbarlığı üzerinden ikna edip bölgeye iyice yerleşti. IŞİD, sayesinde Irak peşmergelerine “yarı kahramanlık” payesi verilirken yüz milyonlarca dolarlık silah da hibe edildi. Ancak ABD için daha önemli olan şey, bölgeyi sürekli kargaşa içinde tutmasını sağlayacak silahlı bir unsurun olmasıydı. Bu noktada “en ucuz” teklifi veren taşeron olarak PKK-YPG-PYD hemen öne çıktı. Bu durum Amerikalılar açısından önemliydi zira kendi askerlerinin maliyeti çok yüksekken ve Amerikan kamuoyu kendi evlatlarının başka ülkelerde ölmesini istemezken PKK’lılar ve onların kandırdığı Ortadoğulular Amerikan askerlerinin yerine nerdeyse bedavaya “ölmeye hazırdı”.

Gelinen noktada sayıları 50.000-70.000 arasında silahlı PKK-YPG unsuru Suriye-Irak ve Türkiye üçgeninde “göreve hazır” şekilde bekliyorlar. Ve bazılarının iddia ettiği gibi Amerikalılar bu unsurlara “silah vermeyi saçmalık olarak” görmüyorlar. Tam tersine bölge ülkelerini hizada tutmak ve küresel hasımlarını sürekli “meşgul etmek” için PKK-YPG’lilere güveniyorlar.

Bu nokta bizim için önemli zira Amerikan çıkarları açısından “normal görülen” bu tavır Türkiye ve bölge ülkeleri için “beka sorunu” demek. Yani ABD’nin çıkarları ile bölgenin çıkarları örtüşmüyor. O halde IŞİD’in Irak ve Suriye orduları tarafından yok edildiği bu dönemde, önümüzde iki yol var. Birincisi, tıpkı gelişmiş ülkelerdeki gibi, meseleleri soğukkanlılıkla, bilimin ve aklın ışığında, jeopolitik gerçeklerle bağlantılı olarak analiz etmek ve hazırlık yapmak. İkinci yolsa tipik bir geri kalmış ülke refleksi vererek bol bol hamaset yapıp, ABD’lilerin sözlerinden “pozitif” anlamlar çıkarmaya odaklanmak ve büyüyen tehlikeye karşı hareketsiz kalmak.

Elbette yakın gelecekte iktidar sahiplerinin hangi tercihe göre hareket ettiklerini öğreneceğiz ancak Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milletin bekası için bir kez daha Atatürk’ü hatırlamakta fayda var: “Ulus ve ülkenin çıkarları gerektirdiği zaman, insanlığı oluşturan uluslardan her biri ile uygarlık gereği olan dostluk ve politik ilişkileri büyük bir duyarlılıkla değerlendiririm. Ancak benim ulusumu esir etmek isteyen herhangi bir ulusun da bu isteğinden vazgeçinceye kadar uzlaşmaz düşmanıyım!”