05 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Köpek balığına yem olma

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

1900’lü yılların başından bugüne kadar yapılan savaşların nerdeyse tamamının sebebinin, bir yanıyla, “enerji kaynaklarına sahip olma isteği” olduğunu söyleyebiliriz.

Geçen yüzyılın başında kömürün yerine petrolün yakıt olarak kullanılmaya başlanmasından sonra petrol kaynaklarına ulaşmak için büyük devletler yarışa girdiler. Petrolle birlikte Ortadoğu’nun kaderi de bir anda değişti ve emperyalistler arası kavganın odak noktası oldu.

Yine aynı yıllarda Bakü petrolünün çıkarılması ve dünya pazarına sunulmasının ardından petrol; İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinden Batı’ya taşınmaya başlandı. Bu gelişme beraberinde, petrolün güvenli taşınması konusunu da gündeme getirdi. Rusların sıcak denizlere ulaşmak istemesinin ve diğer emperyalist ülkelerin de boğazları kontrol etmek istemesinin en büyük nedenlerinden biri de budur. Bu yüzden boğazların güvenliğini kimin sağlayacağı ve denetiminin kimde olacağı sürekli tartışma konularından biri olmuştur.

Benzer şekilde İngilizlerin 1910 yılında İran’da petrol çıkarması ve Almanların Ortadoğu’da, Kerkük bölgesinde petrol bulması; sanayileşmiş ülkelerin Osmanlı topraklarını paylaşmak için daha derin planlar yapmasına sebep olmuştur. Almanların I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya destek vermelerinin en büyük nedeni de Ortadoğu petrolünü denetlemek istemeleridir.

Elbette Almanlar bu planları yaparken İngiliz ve Fransızlar da boş durmadılar. Churchill, 1936’da Avam Kamarası’nda “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir!” diyerek bölgenin önemini vurgulamıştır. Bu yüzden olsa gerek İngilizler ve Fransızlar; Ortadoğu’da kendi kontrollerinde olan devletlerin sınırlarını cetvelle ve asla kargaşalar bitmeyecek şekilde çizmişlerdir.

İngiltere II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’daki hakimiyetini ve etkin konumunu ABD’ye devredince “Petrole sahip olmak, aynı zamanda güce sahip olmaktır” diyen ABD Başkanı Carter, Arap ülkeleriyle yakın ilişkiler kurdu ve petrol yollarının güvenliği konusunda Arap ülkelerine güvenceler verdi.

Yetmişli yılların başında “Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Birliği”, Arap-İsrail savaşında ABD’nin İsrail ordusuna destek vermesine tepki olarak, petrol ambargosu uygulamış ve sonrasında yaşanan “Petrol Krizi” petrolün sadece bir yakıt/hammadde değil, aynı zamanda “piyasa hâkimiyeti ve istikrar” aracı olduğunu da bütün dünyaya çok net bir şekilde göstermiştir.

Yaşanan bu ambargodan sanayileri petrole bağımlı durumda olan ülkeler büyük oranda etkilenmişler ve çeşitli ekonomik zorluklar yaşamışlardır. Krizden kendileri için gerekli dersleri çıkaran emperyalist ülkeler “yoğurdu üfleyerek değil, karıştırarak yeme” politikası izlemeye başlamışlardır.

ABD Başkanı Carter, 23 Ocak 1980 tarihinde ulusa sesleniş konuşmasında, Ortadoğu’yla ilgili olarak, “Bu doğrudan Ortadoğu petrollerini kontrol altına almak için yapılmış bir harekettir. Bundan böyle, yabancı bir gücün Basra Körfezini kontrol altına almak için atacağı her adım ABD’nin hayati çıkarlarına karşı yapılmış bir tehdit olarak görülecektir” deme hakkını kendinde görmüştür.

Ardından 1980-1988 yılları arasında İran-Irak savaşında Basra Körfezi’nde petrol taşıyan gemilerin karşılıklı olarak vurulması ve petrol tesislerinin hedef alınmasıyla beraber dünya tekrar petrol kriziyle yüz yüze gelmiş ve ABD’nin savaşa aktif olarak katılmasına sebep olmuştur. ABD ve müttefikleri, Basra Körfezi petrol yolunu açık tutmak için bölgeye bir filo göndererek petrol taşıyan gemileri korumaya başlamıştır.

Henüz bu yaşananların üzerinden 2 yıl geçmeden, Irak’ın Kuveyt’e girmesiyle beraber, “Irak’ın petrol kuyularını ele geçirmelerine asla izin vermeyeceğiz!” diyen ABD ve koalisyon güçleri, Irak’a “Çöl Fırtınası” adını verdikleri operasyonu başlatmışlardır. Ardından II. Körfez Savaşı başlamış ve Irak, tamamen ABD’nin kontrolüne geçmiştir. Fakat işler orada bitmediği gibi, K.Irak petrollerinin güvenli bir şekilde Akdeniz’e ulaştırılması için hızla yayılan bir “Arap Baharı” başlatılmış ve devamında Suriye savaşının önü açılmıştır. Böylece dünya petrol rezervlerinin %38’ine sahip olan Ortadoğu bölgesi, emperyalizmin oyuncağı haline gelmiş ve “Ölen ölür, kalan petrol benimdir!” anlayışı egemen olmuştur.

Sonuç olarak dünyada ve etrafımızda olan olayları “müstakil” olarak değil bir bütünün parçası olarak değerlendirmek gerekir. Zira Afrika’da su bulunamıyorken, Mars’ta su, uzayda hayat arayan medeniyet; enerji kaynakları uğruna Ortadoğu’yu yaşanmaz hale getirmekten geri durmamıştır.

Bir düşünürün dediği gibi: “Kan kokusu alan bir köpek balığından daha tehlikelisi; petrol kokusu almış batı ülkesi lideridir.” O halde herkes bu tehlikenin bilincinde olmalı ve kendi milletinin bekası için gerekeni yapmalıdır. Aksi her durumda “köpek balıklarına” yem olma tehlikesi sadece zaman meselesi olacaktır.