21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘ABD dış politikasında paradigma değişikliği’

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

Donald Trump, son dönemdeki en aykırı ABD Başkanı’ydı. Birçoklarına göre, Başkanlık koltuğuna oturduktan sonraki uygulamalarıyla ABD’nin kurulu düzeninden bir sapmayı temsil ediyordu. Joe Biden seçilince bizdeki liberallerin de aralarında olduğu geniş bir kesim bayram etti. Onlara göre, “artık demokrasi ve özgürlüklerin koruyucusu ABD geri dönmüştü” ve Biden, “ABD’nin gerilemesine neden olan” Trump’a zıt politikalar izleyecekti. Ancak Washington’un politikalarının oluşturulmasında kilit rolü bulunan Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations, CFR) Başkanı Richard Haas, Trump ile Biden’ın dış politikası arasında kopuş değil bir süreklilik olduğunu vurguluyor. Haas, Foreign Affairs dergisinin Kasım/Aralık 2021 tarihli sayısında yayımlanan “Önce Amerika Çağı” başlıklı yazısında, “Washington’un defolu yeni dış politika uzlaşması” alt başlığını kullanmış. ABD dış politikasında zorunlu bir paradigma değişikliği olduğunu vurgulayan Haas, Obama döneminde ortaya çıkan, Trump ile belirginleşen ve Biden döneminde devam eden dış politika önceliklerinin bu değişikliğe göre şekillendiğini kaydediyor.

ESKİ İLE YENİNİN FARKI

Haas şöyle diyor:
“(…) Farklılıklar, ne kadar anlamlı olursa olsun, daha derin bir gerçeği gizlemektedir: Mevcut başkanın dış politikası ile eski başkanın dış politikası arasında tipik olarak kabul edilenden çok daha fazla süreklilik vardır. Bu sürekliliğin kritik unsurları, daha Trump'ın başkanlığından önce, Barack Obama'nın yönetimi sırasında ortaya çıktı ve daha uzun vadeli bir gelişmeyi, ABD'nin dünyaya yaklaşımında bir paradigma kaymasını önerdi.”
Haas’a göre, yeni dış politika paradigmasının farkı şu: “Yeni paradigma, bu yaklaşımın temel ilkesini reddediyor: ABD’nin, zaman zaman zor askeri müdahalelerde bulunmasını ya da uzun vadeli faydalar sağlayan ilkeler ve düzenlemeler lehine acil ulusal tercihleri bir kenara bırakmasını gerektiren daha geniş bir küresel sistemde hayati bir paya sahip olması. Yeni uzlaşma, dünya çapında bir izolasyonculuğu yansıtmıyor - sonuçta Çin'e şahin bir yaklaşım pek izolasyoncu değil - daha ziyade bu enternasyonalizmin reddedilmesini yansıtıyor.”

ÖNCELİK ÇİN

Haas, paradigma değişiminin, eski paradigmanın başarısızlıkları nedeniyle zorunlu olarak gündeme geldiğini vurguluyor:
“Washington, II. Dünya Savaşı'nın ardından ABD dış politikasını karakterize eden yaratıcılık ve hırstan yoksun olarak, ilişki ve kurum inşa etme yolunda çok az şey başardı. (…) ABD eşsiz gücüne rağmen, küresel zorluklar ile bunlarla mücadele etmesi gereken kurumlar arasındaki büyüyen uçurumu ele almak için çok az şey yaptı. Yanlış adımların listesi uzundur. Washington, Çin'in yükselişine büyük ölçüde uyum sağlayamadı. Churchill'in ‘Zaferde, yüce gönüllülük’ ilkesini ihlal ederek NATO'yu genişletme kararı, ittifakı yeterince modernleştirmeden veya güçlendirmeden Rus düşmanlığını körükledi.”
Haas, 11 Eylül sonrasındaki Afganistan ve Irak işgallerini ise “hem tasarım hem de uygulama açısından başarısızlıklar” olarak niteliyor ve ABD açısından pahalıya patladığını söylüyor.
Haas, yazı boyunca döne döne ABD açısından Trump gibi Biden’ın da önceliğinin “Çin’i dengelemek” olduğunu vurguluyor: “Çin'in ABD'nin baş rakibi ve hatta hasmı olduğu görüşü yaygınlaştı ve yerleşti ve iki yönetimin yaklaşımlarındaki benzerlikler herhangi bir farklılıktan çok daha ağır basıyor.”

‘YALNIZ AMERİKA”

CFR Başkanı Haas, bir yandan da ABD’nin, “Çin’i düşman olarak görse de” Kore, Afganistan, küresel sağlık gibi birçok konuda Pekin ile birlikte çalışmak zorunda olduğunu kaydediyor. Ayrıca, ABD müttefiklerinin kendi çıkarları gereği Çin söz konusu olduğunda ABD’nin isteklerine direndiklerini belirtiyor.
Haas, artık bu yeni paradigmadan geri dönülemeyeceğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor:
“ABD, öngörülemezliğin kendisine güvenilmez olarak ün kazandırmasına izin verme riskini de göze alamaz; diğer devletler, özellikle iş Çin'i dengelemek veya ona uyum sağlamak söz konusu olduğunda, ABD'nin bir ortak olarak ne kadar güvenilir ve aktif olacağına inandıklarına bağlı olarak kendi eylemlerini belirleyeceklerdir.”
Haas’ın yazısında da saptandığı gibi gerçek şudur: ABD, küresel efendilik iddiasını sürdürme olanaklarından yoksundur. Gelişen dünya ülkelerinin bu gerçeğe göre politikalarını belirledikleri süreçte, Türkiye’nin önünde altın fırsatlar bulunmaktadır. Türkiye’nin, akılcı, kararlı ve tutarlı politikalarla Atlantik tehditlerini alt edip, 21’inci yüzyılın öncü ülkelerinden olması için şartlar elverişlidir.

ABD Çin Pekin Kore Afganistan