03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

AK Parti nereye?

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Yeni hükümetin kurulmasıyla bakanların büyük oranda değişmesi ve özellikle Mehmet Şimşek’in işbaşına getirilmesi tartışmalara neden oldu. Bundan sonra ekonominin nasıl yönetileceği sorunu, AK Parti’nin 15 Temmuz’dan sonra belirginleşen milli siyaset arayışında yeni bir makas değişimi mi yaşayacağımız sorusunu beraberinde getirdi.

AK Parti hakkındaki analizlerde iki faktörün birbiriyle ilişkisini dikkate almak gerekiyor. İlk olarak, düzenli kamuoyu araştırması yaptıran, seçmen eğilimlerini belirleyen hiçbir değişkeni atlamamaya, her kesime özel politika geliştirmeye çalışan, seçim günü sandıklar üzerinde tam denetim kurmayı hayat memat meselesi olarak gören bir partiden bahsediyoruz. Bir seçim kazanma makinesi… Bu makinenin üyelerle ilişkisi şirket mantığı içinde işliyor. Yerel yöneticinin ve üyenin işi yukarıdan aşağıya gönderilen talimatları topluma yaymaktan ibaret. Düzenli yapılan toplantıların amacı, aşağıdan yukarıya bilgi aktarmak değil, yukarıdan gönderilen siyaset yönergelerinin uygulanmasını sağlamak ve takibini yapmak.

AK Parti bu haliyle attığı ve atacağı bütün adımları; ürettiği ve üreteceği bütün siyasetleri güç dengelerini yoklayarak, koşulları hesap ederek ve kitle rızasından kopmaksızın hayata geçirme üzerine bina edilmiş bir yapıya sahip. Başka bir deyişle, denge, AK Parti’nin taktiği değil yapısal kodu, şifresi… Partinin kuruluşunda Milli Görüş çizgisine yönelik eleştirisi, Erbakan’ın karşısındaki güçlerin kendi aralarındaki çelişmelerden yeterince yararlanmaması ve dengeleri gözeterek ilerlemiyor olmasınaydı. Nitekim Erdoğan, Erbakan’dan farklı olarak, Kemalist vesayet rejimi dediği iç güçler ile Türkiye üzerinde etkili olan uluslararası güçler arasındaki dengeyi kendi programı lehine kullanma stratejisi üzerinden ilerledi. İktidarının 2002-2007 arasındaki birinci döneminde bu güçler arasında iki adım ileri bir adım geri taktiği ile kendisine yol açtı. 2007’de koşullar lehine döndüğünde programını hayata geçirmek için bir atak yaptı. Ancak bu programın bileşiminde bile parti içindeki koalisyonun etkisi vardı. Parti en genel hedef olarak muhafazakâr bir rejim inşa etmek istemekle birlikte ekonomi neoliberallerin, kültür-ideoloji alanı FETÖ unsurlarının inisiyatifine terk edilmiş durumdaydı.

İkinci olarak, liderinin karizmatik etkiye sahip olmasından değil, kelimenin tam anlamıyla bir “lider partisinden” bahsediyoruz. Yıllar önce doktora tezimin saha araştırmasını yaparken, ANAP kurucularından eski bir bakana partinin bazı ağır toplarının adlarını sayarak, “Sayın Özal’dan sonra partinin en etkilisi gerçekte hanginizdiniz” diye sormuştum. Gülümsemiş ve “o saydığın isimlerle birlikte hepimiz Özal’dan sonra sekizincilikte eşittik” diye cevaplamıştı. Partinin bırakın ikinci adamını üçüncü, dördüncü adamı da yoktu. Kamuoyunun önünde partiyi en çok temsil ediyor gibi görünenler bile Özal karşısında hiç mesabesindeydiler. Türk siyasi partilerinde özellikle 1980’den sonra pek de yabancısı olmadığımız bu liderler oligarşisi, genel bir sorun olmanın ötesinde, bize partilerin siyasal hatlarını incelerken bakmamız gereken yerin program veya parti organları olmadığını anlatır.

AK Parti’de Sayın Erdoğan dışındaki diğer bütün kadroların parti üzerindeki belirleyicilikleri, bir şirketteki üst düzey yöneticilerin belirleyiciliği kadardır. Lider, güvendiği ve görevlendirdiği kadrolarla arasındaki danışma kanallarını alabildiğine açık tutar. Farklı fikirlerden beslenir. Ancak son sözü söyleyen parti kolektifi değil, “patron”dur. Çünkü tabiri caizse mekânın sahibi odur. AK Parti bu yönüyle 20. Yüzyılın başına kadar Amerika’da geçerli olan “spoil system” partilerine benzer. Zaten onların liderlerine de boss (patron) deniyordu.

Değişkenleri birlikte değerlendirdiğimizde, Mehmet Şimşek görevlendirmesinin ekonomide radikal bir dönüşe tekabül ettiğini söylemek mümkün değil. Erdoğan arkada kalan dönemde derinleşen ekonomik kriz ortamında popülizmden sapmayarak yıpratıcı bir seçim ekonomisi izledi. Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi inşa etmesini bekleyemezdik zaten. Ama sonuç olarak gelinen noktada deniz bitti, para yok. Şimdi Mehmet Şimşek’ten beklenen ne yapıp edip para bulması…

Şimşek, hiçbir işin sözünü nihai olarak söyleyebileceği, son karar verici olabileceği bir rejimde veya partide görev yapmayacak. AK Parti’nin 15 Temmuz’dan sonra girdiği bütün yerli ve milli yönelimler yerinde duruyor. Ancak her adımını seçim kazanma esas hedefine bağlayan, yolunu hep dengeler içinde ilerleyerek bulan, dışarıda olduğu kadar kendi içinde de koalisyonlar kurabilen, genel anlamda muhafazakâr demokrasi dediği bir rejimi inşa etmeye çalışan ama bütün bunları şirket yapısının mantığı içinde örgütleyen AK Parti’nin, bir ideolojik dava partisi kadar öngörülebilir olmasını beklememek gerekir.