03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Altın Portakal’a dair...

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Sİnemayla ilgili ulusal festivallerimizin bir talihsizliği var; nedense olgularıyla/etkinlikleriyle değil de sanat kriterlerinin dışına taşan olaylarıyla gündeme gelip özünden soyutlanarak çoğunlulukla istenmeyen ve de arzu edilmeyen bir dizi tartışmaların kurbanı oluyor. Cumhuriyet 100. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 60’ıncı yılında da bu gelenek bozulmadı. Derken bir kaşık suda nice fırtınalar kopup gitti.

Ülkemizin devamlılığı olan ilk festivalimizin üzerinde estirilen fırtınaya, sinemamızın duayenlerinden Lütfi Akad’ın ifade ettiği gibi “ülkemizde herkes bir kendi işini bilir bir de sinemayı” sözünün doğrulunu kanıtlarcasına bilen bilmeyen herkes kıyısından köşesinden eşlik etme gereğini duydu. Düşüncelerini, yorumlarını bir sanat eserinin beklentilerinin çok ötesindeki politik tavırlarıyla ortaya koyup sıraladı. Sonunda olan festivale oldu...

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bir filmin yapılış aşamasından gösterime girmesine dek izlediği süreçler yasalarla belirlenmiştir. Senaryonun kontrolü, izin belgesinin alımı, dış ülkelere gönderilmesi vs. Bu yasaların gereğini yerini getirmeyen filmler ne yardım alır, ne senaryosu onaylanır, ne de ülkemizin herhangi bir yerinde gösterilme olanağını bulur. Yani ülkemizde her önüne gelen dilediği gibi kendi başına bir film yayıp, dilediği yerde, dilediği yaş gruplarına gösteremez. Yurt içindeki filmler de, yurt dışından gösterime girmek için gönderilen filmler gibi bu konuda oluşturulmuş heyettekilerin onayını yazılı olarak almak zorundadır. Halk arasında sansür kurulu olarak bilinen kurumdan onay almayan hiçbir filmin Türkiye içinde gösterime girme şansı yoktur.

Bundan dolayıdır ki bir film içeriği ile mevcut yasaların belirlediği durumların dışına çıkıyorsa Sansür Kurulu tarafından denetlenip gereği yapılır. Bu denetleme hiç bir zaman Festivaller tarafından yapılamaz. Festivaller yalnızca ön jürileriyle beğendikleri filmleri yarışmaya alırlar, beğenmediklerini elerler, büyük ya da ana jürileriyle de beğendikleri filme ödül verir, beğenmediklerini de vermezler. Ayrıca festivallerin jürileri eleştirilir, ancak verdikleri kararlar ne değiştirilir ne de tekzip edilir. Bu festivallerin özgürlüğünden gelir.

Eğer bir film yasalara uygunluk göstermiyorsa ilgili kurumlar gereğini yaparlar. Ancak, her önüne gelen kendi ideolojisine yaslanarak herhangi bir sanat eserini dilediği gibi kesip biçip yasaklama hakkına sahip değildir. O zaman bu coğrafyada sanat adına hiç bir şey yapılamaz.

Bu aşamada sorulacak tek soru ise, Kanun Hükmü belgeseli bu kadar sakıncalı öğeleri içeriyorsa, neden daha önce belirlenmiş kurumların dikkatlerinden kaçarak festivalin yarışmasına girene kadar görünmezlikten gelindi. Her şey niye festival yönetimine bırakıldı? Festival yönetimi ise neden kendisini sansürün yerine koyarak ön jüri tarafından seçkiye dahil edilmiş bir filmi kendi gerekçeleriyle seçkiden çıkarma gereğini duydu vs...

Kanun Hükmü filminin gösteriminin yasaklanmasına karşı çıkanların birçoğu –ki ben de o düşüncedeyim- filmin içeriğine ilişkin değil de, festivalden çıkarılmasına karşı alınan tavırdan, yöntemden ve de bu işi yetkisi olmayanların kendilerini denetleme kurulunun yerine koymasından dolayıdır. Filmin içeriğine katılır ya da katılmazsınız. Bu sizin bileceğiniz bir iştir. Eğer içeriği mevcut yasalara göre sakıncalı ise, bunun gereğini festivallerin değil de, gerekli kurumların yapması gerekir. Bugüne dek uygulana gelen yöntem budur.

Peki bu işi yapması gereken kurumlar niye ıskalayıp bu işi festivallere bıraktı? Sorun da burada başlıyor zaten. Zamanında kendisi yapsaydı hiç kimse farkına varmayacak, filmden tek bir kelime bile söz etmeyecekti. Ama festivallerde öyle olmuyor, birden bire birkaç kişinin izleyeceği kimi filmler -belgeseller- olay haline getirilip neredeyse başyapıtlar düzeyine eriştirilip dikkatlerin üzerine çekilmesi sağlanıyor. Sanırım birileri mesajlarını bu yöntemle vermeyi tercih edip kitlelerin dikkatini çekmek istiyor. Ve bu isteklerinde de bir hayli başarılı olabiliyor.

Bu durumdan kazançlı çıkan ise, hiç kuşku yok ki, sinemasal açıdan adından tek bir kelime bile sözü edilmeyip, festivalde ancak on-on beş kişinin izleyebileceği Kanun Hükmü belgeseli ile mesajlarını bu yöntemle vermek isteyen kesimler oldu. Yoksa filmin tanıtımı milyonlarca lira ödeseniz bile bundan daha iyi yapılamazdı...

Olan; Cumhuriyetin 100’üncü yılına denk düşen 60. yaşını kutlayan festivalle, ülkemizde bu işi en yapanlardan biri olan Ahmet Boyacıoğlu ile ekibine oldu. Kısacası aslanları kedilere boğdurduk...
İşte bizler bunun için yasaklara karşıyız... Bazen kaş yapayım derken, iki gözü birden çıkarıveriyoruz...