20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Batılılaşmaya karşı Rus halkının maneviyat arayışı

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Büyük toplumsal altüst oluşların, şiddetli yıkımların enkazından her zaman büyük fikirler, ütopyalar çıkmıştır. İnsanlık tarihi, yıktığı eski dünyasının üzerine umutla inşa ettiği yeni dünyayı kurarak ilerlemiştir.

Yeni bir dünya kurabilmek için, artık dayanılmaz hale gelen, içinde nefes alınamayan köhnemiş eski dünyanın tutkulu bir iradeyle, hayata müdahale edilerek ortadan kaldırılması gerekir. İnsan yarına duyduğu umut ve güvenle kendini ve yaşadığı dünyayı yeniler.

Bununla birlikte tarihte çürüme dönemleri vardır. İnsanlığın üzerine ölü toprağı serildiği, katlanılmaz, dayanılmaz koşullara rağmen insanların hiçbir büyük toplumsal fikir, ütopyalar üretemediği dönemler vardır. Siyasi ve ahlaki kayıtsızlığın en belirgin özellik olduğu böyle dönemlerde, toplum adete kangren olmuş uzuvlarının kesilmesini çaresizlik içinde beklemektedir.

Şiddetli yıkımların barut kokusunda ölümsüz manifestolar kaleme alınır; çürüme dönemlerinde ise en hassas kulağın bile duymakta zorlanacağı anlamsız sızlanmalar, yakarışlar işitilir.

Yıkımlardan, sözleri peygamberler gibi güçlü, dünyayı sarsan büyük fikir insanları çıkar; çürümeden ise yalancı peygamberler.

Neredeyse yüz yıl sonra aynı çelişkilerle karşı karşıyayız. 19. yüzyılın son çeyreğinde Batı’da Dekadans (çöküş), estetikten politikaya, kültüre damgasını vurmuştu.

Aynı dönemde Asya’nın steplerinden insanlığın kendisini yeniden yaratacağı, ruhunu tazeleyeceği Rus kültürü ortaya çıkmıştı.

Bugün çöken Batı kapitalizminin yerine Asya’da hangi kültürel referanslarla yeni kurumların yaratılabileceğini tartışabilmek için, yüz elli yıl önce Rusya’da, Batı karşıtı kültürün nasıl ve neye dayanarak inşa edildiğine yakından bakılmalıdır.

İYİMSERLİĞİN İNANCI

Ortodoks inancının Rus kültüründe özel bir yeri vardır. Ortodoks dininin genel teolojik anlayışına, Rus halkının gündelik hayatta nasıl şekil verdiği, bu inancı nasıl bir kültüre dönüştürdüğü önemlidir.

Kuşkusuz Ortodoksluk inancında, Katolik inancından farklı olarak, iyimserlik ve umut daha baskındır. İnsanın inayetiyle kurtulacağına olan teolojik anlayış, 19. yüzyılın ortalarında Rus edebiyatında ve düşüncesinde, sefalet içindeki Rusya’nın çürümüşlükten kurtulup, insanlığın erdemini yücelten yeni bir ülke olacağı inancına evrilmişti.

Peygamber gibi güçlü Tolstoy ve Dostoyevski gibi yazarların eserleriyle bu inanç toplumsallaşarak bir anlamda seküler bir anlam kazanırken, Herzen gibi radikal demokratların eserleriyle Rusya’nın kurtuluşu bütün dünyanın kurtuluş mitine dönüşmüştü.

Bu noktada sorulması gereken soru Rusya’nın kendisini ve dünyayı neyden kurtaracağıydı. Elbette Batı uygarlığından ve Batı kapitalizminden.

Slavcısından radikal demokratına, dinsel inanıştan seküler ideolojilere kadar Rus aydınını birleştiren işte bu temel, kökten Batı karşıtlığıdır. Rusya’nın insanlığın kaderinde kaçınılmaz bir rol oynayacağına olan bu ‘gizemli ve mistik’ inanç çok çarpıcıdır.

Neredeyse iki yüzyıl boyunca Rus insanını ayakta tutan geleceğe dair bu sarsılmaz inançtır. Borodino Savaş’ından Stalingrad’ın savunmasına kadar sıradan insanın dayanaklılığının temelidir bu inanç.

Rus insanının geleceğe olan sarsılmaz inancı, Batı’nın saldırıları karşısında yüzyıllar içinde sınanmıştı. Rus ruhu, Batı ile çarpışarak kendi kimliğini yaratmıştır.

HALKÇILIK VE HALKIN DEĞERLERİ TARTIŞMASI

Kendisini Katolik ve kapitalist uygarlıktan yalıtılmış gören Rusların, bu inançların tohumlarını ektiği yer ise Rus köylüsüydü.

Dinsel referanslarıyla Dostoyevski, Rus komünlerinde bencillikten uzak yaşayan köylerin erdeminde insanlığı kurtaracak ışığı görürken; ateist Çernişevski ise feodalizmden kapitalizme geçmenin yıkıcı ve yozlaştırıcı etkilerinden sakınmak için Rus köy komünlerinde sosyalizmin filizlenişini görüyordu. Tolstoy ise Rus köylülerinin mujik gömlekli İsa’sıydı.

Dostoyevski, Rus halkının özgün karakterini korumasını sağlayan tarihsel süreci şöyle açıklamıştır: Rusya’nın Ortodoks inancını kabul ederek özelinde Batı Hristiyanlığından ve toplamda Batı kültüründen yalıtılmış biçimde kalması; diğer nokta ise Petro ile başlayan Batılılaşma sürecinde halkın dışarıda tutulması sonucuyla halkın inanç ve geleneklerinin ‘bozulmadan’ kalmasıdır.

Teolojik unsura başat rol veren bu görüş oldukça indirgemeci olmakla birlikte önemli bir noktaya işaret etmektedir.

Rus gerçekçiliğinin, Batılı gerçekçi akımların ‘seküler’ niteliklerine kıyasla dinsel, mistik bir havası vardır. Yazarların siyasal görüşlerine göre, bu dinsel tonun yoğunluğu azalıp artsa da hemen her eserde kendisini gösterir.

Böylelikle, Puşkin ile başlayan Rus gerçekçi akımı, Batı edebiyatına göre kıyaslanamayacak ölçüde toplumsal boyutu derinleştirmiştir.

Özellikle Avrupa’daki Hegelci ve Ütopik Sosyalistlerin etkisiyle Rus edebiyatında ve düşüncesinde sol eğilimde materyalist anlayışın güçlenmesine rağmen, dinsel referanslar belli ölçüde ağırlığını korumuştur.

Halkın değerlerindeki Ortodoks ve diğer dinsel eğilimlerin, demokratik ve özgürlüğü temel alan gerçekçi Rus edebiyatı içinde nasıl estetize edilebileceği tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Gogol’un yurtdışındayken dinsel eğilimlerinin tozunun iyice artmasıyla Belinski ile aralarında yaşanan polemik bu tartışmanın ilk adımıydı. Gogol, Rus halkının inançlarına olan bağlılığının görmezden gelinerek gerçekçi edebiyatın mümkün olmadığını söylerken; Belinski, halkın inançlarının yüzeyinde dinsel görünen şeyin derinlerde, özünde materyalist bir kültüre ait olduğunu söyleyerek itiraz etmiştir.

1860’larda Rus solunun Marksizm ile etkileşime geçmesiyle birlikte Çernisevki ve Dobrolyubov ile birlikte tartışma daha da derinleşmiştir.

Herzen, Turgenyev gibi 1840’lı liberal kuşağıyla birlikte 1860’lı radikal demokratik kuşağı dışında Çehov kuşağının bazı seçkin örneklerinde seküler hava kendisini göstermiş olsa da, Tolstoy ile Dostoyevski’nin temsil ettiği iki farklı ‘dinsel’ yaklaşım belli ölçüde hakim olmaya devam etti.

Kuşkusuz Rus inancı homojen değildi ve yazarların halkın inancındaki bu farklı eğilimlere yaslanmasıyla farklı dinsel eğilimler ortaya çıkmıştı. Tolstoy’un ‘Tanrısı’ daha çok Antik Yunan tanrıları gibi doğal içkin, pagan ve pastoral biçime bürünürken,

Dostoyevski’nin ‘Tanrısı’ daha kutsal ve yoğun teolojik biçim almıştır.

Bütün farlılıklara rağmen her eğiliminde dile getirilen inançlar, Rus edebiyatının değişmez karakterini oluşturan, Rusya’daki Batılılaşmaya ve nihayetinde Batı uygarlığına köklü eleştirisini beraberinde getirmiştir.

RUS GERÇEKÇİLİĞİNİN ÖZGÜNLÜĞÜ

Diğer yandan, halk kültürüne dayanarak Rusya’daki Batılılaşmanın ötesinde Batı uygarlığının temelleri sorgulanmıştır. Bu sorgulama nedeniyle Rus edebiyatı, Batılı roman geleneğinin dışında bambaşka bir biçime kavuşmuştur.

Estetik tavır olarak gerçekçilik ortaya çıktığından itibaren halkın kültürel kaynaklarından beslenmiştir. Gerçekçilik özü gereği halkçıdır, halkın değerlerine yaslanır. Ancak Rus gerçekçiliğinin halk kültürüne dayanması, Rusya’nın Batılılaşmasına doğrudan tepki, halkın değerlerinin estetize edilerek politik tavrın ortaya konmasıdır.

Rus gerçekçiliğiyle yazarlar, Rus köylüsünün ve Rusya’nın kurtuluşunu aramışlardır.

Kavram olarak içinde mistik çağrışımlar bulunduran ‘kurtuluş’un, halkın değer ve inançlarıyla buluştuğunda, Batılı olmayan bir edebi üslubun ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Rus edebiyatının gücü, radikal demokratik ve özgürlük özlemini bu ‘mistik’ üslupla dile getirmesindedir.