17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bildirge

Özdemir Nutku

Özdemir Nutku

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye Cumhuriyeti Tiyatrosu’nun Kurucusu Muhsin Ertuğrul’un 125. Yaş günü vesilesiyle...

Bir toplumun öncüsü, uyarıcısı, ve kültür savaşçısı olan her sanatçı, önce kişiliğiyle varolur. Böyle bir kişilik, kendinden önce, yaptığı işi, ürettiği sanatı düşünen; küçük hesaplarla uğraşmayan; kendi çıkarını değil, toplumun gelişmesine katkıda bulunmayı düşünen; kendi egosunun önüne ürettiği sanatı koyan, haksızlık karşısında eğilmeyen; bedeli ne olursa olsun düşündüğünü söyleyen ve söylediğini eyleme sokan niteliklerle donanmıştır. Sanatçı, yaptığı işten ödün vermediği ölçüde büyür ve topluma yararlı olur.

29 Nisan 1979 yılında İzmir’de yitirdiğimiz Muhsin Ertuğrul işte böyle kişiliği olan bir sanatçıydı. Gerçek bir tiyatro adamıydı. Ütopik değil, idealistti; oportunist değil, özveriliydi. Kendi için değil, tiyatro için kavgacıydı. Öfkeli değil, ciddiydi. Tersine, çekingen ve alçak gönüllüğü kişiliği, onu birçok kişinin yanlış anlamasına neden olmuştu. Onu içine kapanık, soğuk bulanlar olduğu kadar, saldırgan ve öfkeli sananlar da çıkmıştır. Oysa onun öfkesi, tiyatroyu bildiklerini sanıp da bilmeyenlere, gösteriş olsun diye tiyatro konusunda saçma sapan lâf üretenlere, tiyatroya duyarsız kalanlara ve bu sanata haksız yere hakarette bulunanlara karşı alevlenmiştir. O, en sert yazılarını, kara cahil oldukları halde, ahkâm kesenlere, tiyatro düşmanlarına, haksız ve seviyesiz eleştirilere karşı yazmıştır.

Sanat yaşamı içinde, o, her dönem başka türlü esen yellere hiçbir şekilde boyun eğmemiş, ne de onu ezmek isteyenlere kendini ezdirmiştir; sanat yaşamı süresince bilgisini, görgüsünü, inancını büyük engellere karşın yürütmüş ve Türkiye tiyatrosunun oluşumuna yol açmıştır. Hiçbir zaman ve hiçbir yerde günlük politikanın baskısı önünde geri çekilmemiş, gerektiğinde bulunduğu makamı duraksamadan, şapkasını alıp terketmiştir. Böylece, yitirdiği yalnızca koltuklar olmuş, ama buna karşılık örnek sanatçı kişiliğini ve bu duruşunu, bizi bırakmak zorunda kalana dek, dimdik sürdürmüştür. Yaptığı işe olan inancı ve çalışması, onunla birlikte, başka bir yerde yeniden yeşermiştir. Onun için de, yetmiş yıllık sanat yaşamı içinde, kendini ve sanatını sürekli yenileyen, hep önceki kendine karşı çıkarak, sonraki kendini bulan Muhsin Ertuğrul, günümüze değin örnek bir yol gösterici olarak aramızda yaşamaktadır. Onun bu eskimeyen ve duraksız gelişim gösteren sanatçı özelliği, sanatçı niteliğini yalnızca kartvizit olarak para cüzdanlarında taşıyan kimselerden çok farklıdır.

Muhsin Ertuğrul’un kendi döneminin güç koşulları içinde büyüttüğü ve bizlere emanet ettiği tiyatro, bugün artık çeşitli noktalarda yeterli değilse, her şey gibi, yoz sanatçıların, daha doğrusu kendilerini sanatçı saydıran tezgâhtarların piyasayı sarmış olmaları ve onların sanatçıya yakışmayan yalakalıklarıdır. Çağdaş Türkiye tiyatrosunun gelişmesi açısından. Sanatçı olmanın ne olduğunu, onun duruşunu ve onu yadsımakla değil, onu yansılamakla başarıya ulaşabiliriz. Gelecek kuşaklara devredeceğimiz çağdaş Türkiye tiyatrosunu yaratmak istiyorsak onun ağırlığında ve değerinde tiyatro adamlarına gereksinimiz olduğunu hatırdan çıkarmayalım.

Şöyle bir çevreme bakıyorum da, sadece tiyatroda değil sinema dünyası da bir yozlaşma içindedir. Birtakım kişiler, kendilerine rant sağlayacak, sanat değeri olmayan yapımlarla uğraşmaktadır. Sanatçı dediğimiz kişi, geleceğe de ışık tutabilen çok özel bir kişidir ve hiçbir baskıyı ve sultayı kabul edecek tıynette değildir. Eğer bugün, sanat çevresi, gerçek sanatçıların önüne geçmeye çalışan sahte sanatçılarla dolduysa, bunun neden olan yine bizleriz. Çünkü Muhsin Ertuğrul gibi, tiyatro alanında sayısız atılımlar yapmış büyük bir adama ne rahat verdik, ne manevi biçimde onun arkasında durduk ne de onu maddi olarak destekledik. Ama o bütün bu vefasızlığa ve belleksizliğe karşın, yoksul bir biçimde aramızdan ayrılmış olsa bile, bugün milyonlar kazanan birçok sahteciden farklı olarak sonsuza dek yaşama hakkını elde etmiştir.

İşte Muhsin Ertuğrul da tiyatromuz açısından reddedilmesi olanaksız bir fenomendir. O, 1910 yılının 30 Temmuz günü profesyonel sahneye adımını ilk attığında oyun yazarı yoktu, sanatçı azdı, seyirci yok denecek durumdaydı. Tiyatrodan para kazanmak ise o dönem için inanılması güç bir masaldı. Kısacası, tıpkı bugünkü gibi, tiyatro sanatçısını yüreklendirecek bir ortam yoktu. Üstüne üstlük, tiyatro aşağılık bir şeymiş gibi kabul ediliyor, Müslüman Türk kadının sahneye çıkması günah sayılıyordu. Tiyatro bilgisi, estetiği, tekniği alanında hemen hiçbir olanak hazırlanmamıştı. Tüm bu yoksunluklar içinde başladı Muhsin Ertuğrul mesleğine…

Ama o bu yoksunluklara aldırmadan çağdaş Türkiye Tiyatrosunun temel taşlarını yerleştirdi. Bu ülkenin tiyatro yaşamının her alanında öncü oldu. Düşünür, eğitmen, oyuncu, yönetmen, yazar, organizatör, tasarımcı, çevirmen, idareci, kurucu ve tiyatro işçisiydi. Türk kültür yaşamının az bulunur bir tiyatro kişiliğiydi. Çağdaş Türk tiyatrosunun her alanında ilk taşı koyan odur. O, başladığı anıtları bitirene değin, gece gündüz demeden, sabırla çalışan bir sanatçı, bir işçiydi. Yaratıcı ve değişken yaşamı içinde, yetmiş yıl boyunca Türk tiyatrosunu yönlendiren, kararlılığı ile hiç yılmadan her engeli aşabilen bir tiyatro adamı idi. O, çevresindeki yokluklara ve eksiklere aldırmadan, kafasına koyduklarını gerçekleştirmiş ve dinamik, genç, ileriye dönük bir Türkiye tiyatrosunu varetmiştir.

Onu, ellili yıllarda tanımak mutluluğuna eren biri olarak diyorum ki, genç kuşaklar Muhsin Ertuğrul'u çok iyi anlamalılar. Onu şaşkınlıkla, hayranlıkla karşılıyabilirler, ona gıpta edebilirler, onun yaptıklarına saygı duyabilirler, ama en önemlisi onun sanatçı kişiliğidir. Çünkü sanatçıyı sanatçı yapan kişiliktir ve bu da ne eğitimle ne bilgiyle elde edilebilir.

Türkiye tiyatrosunun kurucusu, öncüsü, yaratıcısı Muhsin Ertuğrul, 29 Nisan 1979 sabahı, saat beşe doğru, seksenyedi yaşında İzmir'de yaşama veda etti. Ölümünden beş gün önce adına büyük bir tören düzenlenmişti: İzmir Güzel Sanatlar Fakültesi'nin önerisi ve üniversite senatosunun oybirliği ile aldığı kararla ona "Onursal Doktor" sanı verilmişti. O, başında zafer çelengi, yüreğinde binlerce kişinin sevgisini taşıyarak son kez çıktığı sahneden inmişti. İnmeden önce, heyecanından söyleyecek fazla söz bulamamış, kısa bir konuşmayla herkese teşekkür etmişti.

Muhsin Ertuğrul doğru sözlülüğü, eğilmeyişi, rüzgâr horozu gibi dönmeyişi ile tiyatro tarihimiz içinde her zaman anılacak örnek bir kişiliktir. Ama bu toplum ona ne verdi diye araştıracak olursak düş kırıklığına uğrarız. Onu tanıyanlar ve sevenler dışında, toplum bu büyük sanatçıya çok az şey vermiştir. Yetkililer ona ne manevi huzur vermiş, ne de maddi rahatlık sağlamıştır. Türk tiyatro tarihi içinde, tüm varettiklerine karşın, Muhsin Ertuğrul'un yazgısı da, tiyatronun diğer özverili ilk sanatçıları gibi, dramatiktir. Biz, bugün, onun 125. doğum yılını kutlayan insanlar olarak şunu biliyoruz: her şeye karşın, zaman aşımına yenik düşmeyen bu üstün insanın her çabası ve emeği bu ülkenin tiyatrosu adına olmuştur. Daha nice yıllara ustam!