03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bilimde kutsal denen şey yoktur!

Rennan Pekünlü

Rennan Pekünlü

Eski Yazar

A+ A-

Bilimde kutsal denen şey yoktur! 

Bir biyoloğun bakış açısından incelersek, evrim yararına kanıtlar kuşkuya yer bırakmıyor. Darwin’in doğal seçilim kuramı tüm canlılar arasındaki ilişkinin temel çerçevesini oluşturuyor. Özellikle genomics alanında, evrim kuramının öngörüleri Darwin’in 150 yıl önce düşleyebileceğinden çok daha fazla gerçekleşiyor. 

“Bilim, bilimsel verilerin silah olarak kullanıldığı serbest ateş alanıdır. Daha iyi verilere sahip olan taraf kazanır. Bilimde kutsal denen şey yoktur - bilim alanında dinsel inanca yer yoktur. Gould’un bilim ile dinin birbirinin işine karışmayan yetkeler olarak (NOMA - Nonoverlapping Magesteria) alınması önerisine Dawkins her seferinde karşı çıkmıştır. Dawkins’e göre, bilim ile din arasında birbirlerinin alanına ilişkin yorum yapmama yönünde varılacak herhangi bir anlaşma, savunulamaz niteliğe sahip dinsel savlara örtü oluşturacaktır.  

TÜBERKÜLOZ VE DİNSEL DENEYİM 

“Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde genetik uzmanı ve Ulusal İnsan Genome Araştırma Enstitüsü’nün müdürü olan Francis Collins 2006 yılında yayımlattığı The Language of God adlı kitabının sonlarına doğru 1989 yılında başından geçen duygusal bir deneyimi aktarır. 39 yaşında Nijerya’ya küçük bir misyoner hastanesine gönüllü olarak gider. Genç bir Afrikalı çiftçi ileri derecede tüberküloz hastasıdır. Collins o anda derin bir dinsel deneyim geçirir. Bu deneyimi, tanrının amacının vizyonu olarak yorumlar. Kimya dalında doktora yapmış ve ayrıca tıp fakültesi mezunu olan Francis Collins’in, duygularımızın, beynimizden gelen emirlerle salgılanan hormonlar tarafından etkilendiğinin ayırdında olması beklenirdi. Bu parlak biliminsanı hormon salgılanması sonucu olarak edindiği dinsel deneyimin, beyin kimyasının denetleyici gücü olduğunun kanıtı olduğunu göremedi. Biz, başka kişilerde hormanların rolünü görebiliyorken kendimizde göremiyoruz. Hormonlar yalnızca duygularımızı devinime geçirmekle kalmıyor aynı zamanda kritik yeteneklerimizi de köreltiyor. Biz insanlar, hormon saldırılarına karşı hemen hemen çaresiz durumdayız.  

“İnsan öncesi atalarımızla hatta memeli öncesi atalarımızla ortak hormonal tepkilere sahibiz. Bu son derece doğal hatta yaşam savaşından utkuyla çıkabilmemiz için gerekli. Bu tepkiler, Pleistocene çağının zor koşullarından kurtulabilmemize yardımcı olmak için evrim geçirdi. Uygar toplumların bireyleri olarak bu tepkilerimizin kökenini anlama ve onlara körü körüne uymama görevimiz var.  

YARADILIŞ SAFSATASINDAN YAPILAN FİLM  

“Francis Collins hormon sağanağının gücünün dinsel deneyim uyartabileceğinden habersiz olabilir. O dine inanan biliminsanlarının yapması gereken şeyi yaptı ve dünyasını bölmelere ayırdı. Collins, dinsel deneyimlerin bilimsel açıklamalarını kapı dışarı etti. Yaradılış safsatasından esinlenerek yapılan Expelled filminin yönetmeni Walt Ruloff, New York Times gazetesi yazarlarından Cornelia Dean ile yaptığı röportajda, genom araştırmacıların tasarıma işaret eden kanıtlar bulduklarında, bu bulguların evrim kuramına ters düştüğü için açıklamaktan korktuklarını söyledi. Bu sava örnek olarak da Dr Collins’ten alıntı yaptı. Dean Collins’i arayarak Ruloff’ın iddiasının doğru olup olmadığını sordu. Collins, Ruloff’un söylediği şeyin ‘aptalca’ olduğunu bildirdi.  

“Söylenenler ‘aptalca’ olmaktan da öte anlamsız saptamalardı. Ruloff, çok yaygın olan bir taktiğe, ‘kutsal şerefsizliğe’ başvurmuştu. Ancak tanrı adına da söylenmiş olsa, yalanlar hala yalandır. The Language of God adlı kitabında Collins şunları yazıyordu: ‘Bir biyoloğun bakış açısından incelersek, evrim yararına kanıtlar kuşkuya yer bırakmıyor. Darwin’in doğal seçilim kuramı tüm canlılar arasındaki ilişkinin temel çerçevesini oluşturuyor. Özellikle genomics alanında, evrim kuramının öngörüleri Darwin’in 150 yıl önce düşleyebileceğinden çok daha fazla gerçekleşiyor’. Hristiyan doktorların ulusal kongresinde Collins evrimi tanrının insanı yaratmadaki mükemmel planı olarak sundu. Kongreye katılanların bazıları salonu kızgın bir biçimde terketti” [1].  

[1] Park, R.L., (2008), “Superstition - Belief in the Age of Science”, Princeton, Princeton UP.  

 

Din etiği/bilim etiği savaşımının kurbanları 

Bu alt başlıkta sunulacak olan örnekler tamamlanmış olmaktan olabildiğince uzaktır. Ancak hepsinin ortak yanı “kurban” olmalarıdır. 

Loren Eisley, Darwin’s Century adlı kitabında [2] şunları yazıyor: “Dönemin baskıcı teolojik atmosferini, Türlerin Kökeni yayınlanmadan önce Darwin’e yazdığı mektupta Wallace’ın, ‘kitapta insana da değinecek misin?’ sorusuna verdiği yanıttan daha çarpıcı hiçbir şey gösteremezdi. Wallace’a verdiği yanıtta Darwin, ‘Bir doğa bilimci için en ilginç konu olmasına karşın, bu konu çok önyargılarla dolu olduğu için galiba değinmeden geçeceğim’. Benzer bir soru üzerine Jenyns’e verdiği yanıt: ‘İnsana ilişkin görüşlerimi fazla zorlamak istemiyorum ancak bu konudaki görüşlerimi saklamak dürüst bir davranış olmayacak”.  

İLAHİYAT FAKÜLTESİNDE PİŞMANLIĞA DAVET 

“Lyell yerbilimlerine ilişkin tarihi zaman içersindeki değişimleri de dikkate alarak laiklik bakış açısıyla yeniden yazma çabasına girdi. Lyell’ın Yer’in ‘zamanla değişimlere uğradığı’ biçimindeki savı, ‘yeni düşüncelerle eski doktrinler arasında süregelen savaşımı yansıtıyordu. Bu doktrinler birçok neslin körü körüne onadığ inanç ve kutsal kitap otoritesi temelinde yükseliyordu’ (C. Lyell, 1830, Cilt 1, s.30). 1751 yılında Sorbonne  

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi benzer bir sav geliştiren Comte de Buffon’u huzurlarına çağırarak, ‘Yer’in günümüzdeki dağ ve vadileri ikincil nedenlerin sonucudur ve aynı nedenler tüm kıtaları, tepeleri ve vadileri ortadan kaldıracak ve bir öncekilere benzer dağ, tepe, vadi ve kıtalar üretecektir’ biçimindeki görüşlerinden vazgeçmesini, pişmanlık duymasını istedi. Buffon da ‘Kitabımda Yer’in oluşumuna ilişkin söylediklerimi ve genel olarak Musa’nın söyledikleriyle çelişen herşeyi inkar ediyorum’ saptamasında bulundu” [2]  

[2] Eisley, L. (1961) “Darwin’s Century”, Garden City, New York, Anchor  

Books, Doubleday and Company, Inc.