21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir kuşağın mirası: Devlet sosyalizmi

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Büyük ekonomik ve toplumsal krizler dünyayı sarstığı zaman, bu dünyada siyasi ve ahlaki olarak konumlanmış insanların mimari yapıları da sarsılır.

Kriz dönemlerinde, politik cepheler dağılıp yeniden kurulur, siyasi tutumlar değişir, kemikleşmiş ahlaki değerler terk edilir. Politik iklim ağırlaşarak yoğunlaşır, görüş açısını engelleyen sis bulutları dört bir yanı sarar.

Önlerini görmekte zorlanan insanlar yaşadıkları endişeyi bastırabilmek, her şeyin yeniden yoluna gireceğini düşünmek isteyerek, deneyimledikleri ya da toplumsal bellekte canlı duran geçmişte yaşanmış, geride kalmış en uzak krizleri hatırlar.

İlk endişe anında, insanın belleği uzak geçmişteki en büyük yıkımları anımsayarak tehlikenin çok uzağında olmayı arzular; huzuru bulmak içinse hafıza en yakın zamandaki daha iyi, güvenli, özlenen günlere sarılır.

ILIMLI 60’LAR, DEVRİMCİ 30’LAR

2008 yılında, merkezi New York'ta bulunan Lehman Brothers yatırım bankası, dünya çapında yaklaşık 25 bin çalışanı ve 619 milyar dolar borcuyla iflas bayrağını çektiğinde, ABD tarihindeki en büyük iflası yaşamıştı.

Bu sarsıcı iflasla patlak veren kriz sonrası akıllara, kapitalizmin tarihindeki en büyük kriz olan 1929 Buhran’ı gelmişti.

Bugün koronavirüs kriziyle, 2008’e göre çok daha derin bir krizin başlamasıyla, 1929’un korkusu, tüm kasvetiyle insanların üzerine yeniden çöktü.

Şüphesiz 1929 Buhranı’nın bugünkü krizle benzerlikleri, bu korkuları canlı tutmaktadır.

ABD'de 1920'ler boyunca giderek artan servet ve gelir eşitsizlikleri ve yine bu ülkede 1928 yılında gayrimenkul fiyatlarında oluşan aşırı şişkinlik, 1929'daki büyük depremi hazırlamıştı.

1929'da borsanın çöküşüyle başlayan kriz, 1930'ların Büyük Bunalım'ı ve 1940'larda yaşanan dünya savaşı evrelerinin ardından ancak 1950'lerde sona erebilmişti.

Bugün çok farklı siyasi kesimlerin dile getirdiği, devletin kamu yararına ekonomiye müdahalesi ve sosyal devlet, ancak bu krizin sonrasında, 60’larda hayata geçirilebilmişti.

Görece refah içinde yaşanan kısa süreli ‘Altın Yıllar’ bugün, kriz karşısında insanları teskin edebilmek için canlı tutulmaktadır.

1929 Krizi'nden 60’ların Refah Devleti'ne doğru salınan bu tarih, evrensel insanlık öyküsü olarak hafızalara kazınmaya çalışılıyor. Aslında anlatılan yalnızca Batı merkezli kapitalizmin kendi hazin tarihidir.

Batı’nın ideolojik hegemonyası o denli güçlü ki, çökerken bile kendi yıkımını, çelişkilerini insanlığın kaçınılmaz kaderi olarak sunmayı başararak, insanlığın ufuk çizgisini karartabiliyor.

Ancak, Batı’nın ideolojik hegemonyasını aşmak, sis bulutlarının ötesindeki ufuk çizgisine ulaşmak isteyenler ileriye doğru hamlede bulunur.

Bu ileriye doğru hamle, aynı zamanda geçmişteki zamana da ileri doğru hamledir.

Bu coğrafyada, daha eşit, özgür ve adil dünya için özlemini duyduğumuz hatıralar ılımlı 60’lar değil, devrimci 30’lu yıllardır.

Batı tüm dünyaya 1930’ları kabus olarak gösterirken, aslında insanlığın yıldızının parladığı gerçek Altın Yılları karanlıkta bırakmayı amaçlamaktadır.

Batı’nın en karanlık zamanı olan 1930’larda Asya, en aydınlık zamanları yaşamıştı. 1930’lar Batı için korku, Doğu için umut çağıydı.

Bu umut, Türkiye’de Kemalizm’in, Rusya’da Bolşeviklerin devletçiliğiyle yeşerebilmişti.

Bir kuşağın mirası: Devlet sosyalizmi - Resim: 1

Abidin Dino, Uzun Yürüyüş Tablosu, 1956

DEVLETÇİLİK VE DEVLET SOSYALİZMİ

Kamuculuk, devletçilik kavram olarak, tarihin farklı dönemlerinde, farklı coğrafyalarda, hayata geçirildikleri sınıfsal ilişkiler bağlamında farklı biçimlerde tanımlanmıştır.

Fakat bu coğrafyada devletçilik ve kamuculuk denildiğinde, tazelenen ilk anlam 1930’ların devrimci devletçiliğidir.

29 Buhran’ı sonrası Batı’daki ekonomik ve toplumsal çöküş tüm dünyaya yayılırken, yokluklar içinde yeni kurulmuş Cumhuriyet, devletçilik ilkesiyle bu krizi aşabilmişti.

1932 yılında İsmet İnönü başkanlığındaki heyet, Rusya’daki planlı ekonomiyi, devletçi politikaları incelemek için Rusya’yı ziyaret etmişti.

1933 yılında Rusya’dan da gelen bir heyetin tavsiyeleriyle Cumhuriyet, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Projesi ile devletçiliği uygulamaya başladı.

Bu heyette yer alan Falih Rıfkı Atay’ın ‘Yeni Rusya’ kitabındaki gözlemleri çarpıcıdır.

Türk heyeti sadece Sovyetler’in ekonomik modelini değil, eğitimden sağlığa Sovyetler‘deki toplumsal projeleri detaylı biçimde inceledi.

Atay, Sovyetler’de kitlelerin nasıl ve hangi kurumlarla eğitildiğini uzun uzun betimler. Bu izlenimler daha sonra Köy Enstitüleri’nin temellerinin atılmasında belirleyici olacaktır. Cumhuriyet’in halkçı sağlık uygulamalarının birçoğu yine Atay’ın Sovyet izlenimlerinde gözlemlenir.

Kemalist kadroların devletçilik politikasına salt dünya krizinden kaçınma, ekonomik kalkınma açısından bakıldığında, devletçilik ilkesinin neden altı okun içinde yer aldığı anlaşılamaz.

Kemalist kadrolar için devletçilik, yeni bir toplumun inşa edilmesi, yeni insanın yaratılması açısından vazgeçilemez ilkeydi. Cumhuriyet’in halk egemenliği devletçilikle vücut bulmuştu.

1930’larda tüm dünya Batı’nın çöküşünün kaosunu yaşarken, sadece Türkiye ve Rusya bu kriz sürecini ekonomideki atılım ve büyüme sayesinde devrimlerini toplumsallaştırarak rejimlerine istikrarı sağlayabilmiştir.

Emperyalizme karşı, Kurtuluş Savaşı’nda başlayan Sovyetler ile kader ortaklığı, 30’ların devletçiliğiyle derinleşmişti.

Kemalist kadrolar içinde, kendisini Kadro Hareketi olarak tanımlayan bir grup aydın, 1930’larda başlayan devletçiliği, “Devlet Sosyalizmi” kavramıyla fikirsel temellerini oluşturmaya çalıştı.

Şüphesiz, devlet sosyalizmi kavramının kullanımı İttihatçılara kadar uzanmaktadır. Atatürk daha 1919 yılında Havza’da görüştüğü Sovyet heyetine, kurtuluş hareketinin devlet sosyalizmini savunduğunu söylemiştir.

Aynı şekilde 1933’ten çok önce, birçok devletçi politika da uygulanmıştır.

Kadro Hareketi’nin devletçilik politikalarının uygulandığı bu dönemde, devlet sosyalizmi kavramını yeniden kullanmaya başlamasındaki yenilik, bu kavramdan hareketle Türk Devrimi’nin ideolojisine sistematik biçim vermek istenmesidir. Bir anlamda, Türk Devrimi’nin ideolojisi, Devlet Sosyalizmi kavramıyla inşa edilmek istenmiştir.

Devlet sosyalizmi kavramının dünyada ilk kez nasıl ortaya çıktığı, Kadro Hareketi’nin bu kavramı Kemalist devrimin içinde hangi bağlamda kullandıkları, Kadro Hareketi ile daha liberal kadrolar arasındaki devletçiliğe bakıştaki farklılıklar, başka bir yazının konusudur.

Burada dikkat çekilmek istenen, büyük dünya krizinde Türkiye’nin devletçiliğe yönelirken sosyalizmden beslendiği gerçeğini bir kez daha hatırlatmaktır.

KADRO HAREKETİ

Kadro Hareketi’nin önde gelen ismi Şevket Süreyya Aydemir, Azerbaycan’da öğretmenlik görevini yerine getirirken Bolşevizm ile tanışır.

Marksizm’in etkisiyle Aydemir Moskova Doğu Emekçileri Üniversitesi’nde iktisat eğitimi göremeye karar verir.

Türkiye’ye dönmesinin ardında 1923 senesinde Türkiye Komünist Partisi’ne katılarak ve partinin yayın organı olan “Aydınlık” dergisinde yazmaya başlamıştı.

İsmail Hüsrev de liseden sonra, Moskova Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde İktisat eğitimi almıştır.

Hareketin diğer yazarlarından Vedat Nedim Tör, Almanya’da öğrenciyken Marksizm ile tanışmış ve Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nın kurucuları arasında yer almıştı. Burhan Asaf Belge de Almanya’da mimarlık okurken Marksizm’le tanışmıştı.

Aydemir, 1932 yılında yayımladığı “İnkılap ve Kadro” kitabıyla, Kadro dergisinin ve Kadro Hareketi’nin ideolojik hattını çizmiştir. Bu ideolojik hattın en önemli başlığı şüphesiz devletçilik ve devlet sosyalizmi olmuştur.

Kadro Hareketi, anti emperyalist, feodalizm karşıtı ve Avrupa Merkezciliğe tavır alarak, bütünlüklü bir düşünsel sistem geliştirmeyi amaçlamıştı.

SUYU ARAYAN ADAMLAR

Dünya savaşı ve büyük krizler sonrası kurulan cumhuriyetin idealist, devrimci kadroları, halkçılık ilkesini devletçilik ilkesiyle özdeşleştirerek, devlet sosyalizmini gündeme getirmiş, ezilen dünyanın bağımsızlık suyunu sosyalizmde aramıştı.

‘Suyu Arayan Adam’ların sistemleştirmeye çalıştığı devlet sosyalizmi, işçi sınıfının nicelik olarak gelişmediği, kırsal nüfusun baskın olduğu ezilen dünyada tam bağımsızlığı ve sosyal eşitliği amaçlayan, ufkunda sosyalizmin idealleri olan devletçiliktir.

Yüzyıl önceki krize Türkiye devrimle meydan okumuş, Sovyetlerle birlikte devletçiliği insanlığın gündemine getirmişti.

Bugünkü krize karşı yine toplumsal devrimle meydan okuyarak, Çin’in sosyalist devletçi birikiminden beslenerek Kemalist Devrim’i tamamlayabileceği koşullar Türkiye’nin önünde açılmıştır.

Krize karşı somut ve net siyasi programlar ortaya koyabilmek için, bugün gündeme gelen kamuculuğun bizim için, 1930’ların devletçiliği olduğunu ve bu devletçiliğin, sosyalizmin yarattığı imkanlarla hayata geçirildiğini unutulmamalıdır.

Türkiye’de kamuculuk ancak Kemalist devrimin programını benimseyen, cumhuriyetin ilkeleriyle kucaklaşan, devletçiliği laiklik ve halkçılık ilkelerinden ayrı düşünemeyen, sosyalizmin ufkunu görebilen kadrolarla gerçekleşebilir.

Bir kuşağın mirası: Devlet sosyalizmi - Resim: 2

Abidin Dino, Uzun Yürüyüş Tablosu, 1956