18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bollukla kıtlığın yer değişimi

Cengiz Köse

Cengiz Köse

Gazete Yazarı

A+ A-

Doğada sonsuz miktarda var olan her şey, insanın bilinçaltında ‘değersizleştirilmiştir’. Çünkü doğanın varlık sebebi, ‘kendisi’ dışında her şey içindir. Toprak kendisini doyurmaz, yağmur kendisini sulamaz, ağaç kendisi için meyve üretmez, buğday kendisi için yetişmez. Hepsi karşıtı için vardır. Işık kendisi için değil karanlık için vardır. Boşluk kendisi için değil maddenin hareketi için ‘vardır’. Bu örnekler çoğaltılabilir.

‘Değersizleştirilenlerin’ başında hava, su, toprak ve temelinde insan üretiminden bağımsız doğada ‘kendiliğinden’ var olan besin türleri gelir. ‘Ücretsiz’ olan oksijen, sudaki balık ve toprak üzerindeki ceviz ağacı gibi birçok besin, insanlık tarihinde üretim öncesi toplulukların hayatta kalmalarına yetmiştir. Bu konuda ‘o zamanki insan sayısına göre bu mümkündü’ denilebilir.

Ancak ateşin keşfi, hayvanların evcilleştirilmesi, yerleşik düzene geçiş ve üretim fazlası, nihayet kaynakların ‘kıtlığını’ ve sınıf kavgasını doğurmuştur.

Çünkü üretim fazlası ve bunun bölüşüm sorunu, doğanın ‘kendiliğinden’ düzenleyeceği ve çözeceği bir süreç değil, tam tersine doğaya karşı insanın müdahalesidir.

İnsan ve doğa arasındaki süreç alış verişi, yani üretim ve bunun ekonomik örgütlenmesini kapsayan evreler, şöyle özetlenebilir:

‘Ambar’ ekonomisi (tanıdıklar arasında),
takas ekonomisi (yabancılar arasında) ve
para ekonomisi (düşmanlar arasında).

‘Ambar’ ekonomisinin kökeni üretim öncesi avcı ve toplayıcı döneme kadar uzuyor. Bu tarz ekonomi sadece tanıdıklar (aynı kan bağı) arasında uygulanmıştır. Doğada avlanan ve toplanan temel gereksinimler, kabilenin ortak ambarında muhafaza edilerek, herkesin ihtiyacını giderirdi. Ambar ekonomisi ilkel sınıfsız toplumun ilk evresinde ortaya çıkar.
Takas ekonomisi üretimle birlikte kan bağına dayalı kabile toplulukların dışına taşınmıştır. Takas yabancılar arasında eşit olmayan ‘ürünlerle’ yapılmıştır. Eşit olmayan ürünler coğrafi özelliklere göre, zamanla eşit olmayan kabilelerin oluşmasına da neden olmuştur. Sonuçta coğrafya insanların nerede ve nasıl yaşayacağını belirlemiştir.

Para ekonomisine gelince, bunu diğerlerinden ayıran en temel fark, düşmanlar arasında kullanımıdır. Yani para iki düşman arasında kullanılan bir araç olarak tarih sahnesine çıkmıştır.

Örneğin paralı askerlere verilen altınlar, zamanla tehlike arz eder ve güvenlik riskinden dolayı taşınmaz olur. Dolaysıyla kralın onayıyla (örneğin 10 altın yerine 1 adet metal para) metal paraya geçiş ‘soldier / sold’ sözcüğünü (satılık asker) doğurmuştur. Bugün para ekonomisinde ‘sold’ benzeri terimler halen var, ancak düşman sözcüğü yerine ‘rakip’ kullanılıyor.

Dünya tarihindeki dönüm noktalarının temel sebeplerinden biri, bolluk ve kıtlığın yer değişimidir.
Çağımızın ekonomik faaliyeti özetle ‘kıtlık’ üzerine kurgulanmıştır. Kapitalizmin arz ve talep dengesi için yapay ‘kıtlıklar’ olmak zorunda.

Sınıf kavgası bolluktan mı yoksa kıtlıktan mı kaynaklanmıştır? Bu soru ve bulunması gereken cevap, her zaman insanlığın önüne çıkacaktır ve güncelliğini koruyacaktır.

Yukarıda tarif etmeye çalıştığımız, doğada bol olan her şeyin algılarda ‘değersizleştirilmesinin’ başlıca nedeni, bunların büyük oranda ücretsiz olmalarıdır. Dolaysıyla doğal bolluğun insanlar arası ‘korunmasına da’ gerek kalmıyor. Gerek kalmadığına göre bolluk barışı getirir mi?

Tarihin belli aşamalarında doğal bolluk barışı sağlamıştır.

Ancak insanlık tarihine sonradan giren‘yapay’ bollukta, yani üretim fazlasında durum değişiyor. Çünkü azınlık tarafından doğadan gasp edilen ve sömürülen tüm kaynaklar, çoğunluğa karşı korunması gerekiyordu. Üretim fazlasının özel mülkiyete evrilmesi ve bunun silahla korunması ‘değerli olduğunu’ belirliyor. Doğal olmayan ve emek sömürüsünden kaynaklanan zenginlik, yine silahla ve tahakkümle korunmaktadır.

O halde sınıf kavgasının en keskin ve en çetin olduğu koşullar, bolluk ortamında mı yoksa kıtlık dönemlerinde mi patlak verir?

Soruyu yanıtlamak bakımından, iki tür kıtlık ayırt edilmeli. Birincisi doğal kıtlıktır, yani suların çekilmesi ve iklimin doğal yoldan kuraklığa yol açması, insanlar arası (doğal yoldan) kavgayı tetiklemez.
Ancak yapay kıtlık evvela pahalılığa, yüksek rekabete, hırsa, açlığa ve nihayet insanlar arası kavgaya neden oluyor. 1789 Fransız Devrimi’ne giden yolun en keskin dönemecinde, köyle kentler arasında tarım tedarikinin kopartılması olmuştur. Açlığın patlak verdiği safhada, devrim Paris gibi şehirlerde gerçekleşmiştir.

Marks’ın gözüyle okuduğumuzda her şeyden önce (sınıf bilinci, ideoloji) ‘kitleleri sokağa döken açlıktır’ analizi, kendisini doğrulamıştır. Kitlenin enerjisini devrime yönlendirmek ise, öncü partinin önderliğiyle mümkündür.

Dikkat edilirse temel ihtiyaç tedariki hariç, Kovid-19 pandemi döneminde ekonomilere kilit vurulmuştu. Temel ihtiyaçlara da kilit vurulsaydı, bir süre sonra tarihin en geniş ve en büyük sosyal patlamaları, sistemle hesaplaşarak paradigma değişimini hızlandırırdı.

2023’e geldiğimizde ‘dünyadaki kaynakların sonsuz olmadığı, insan nüfusunun artışta olduğu ve büyümenin kapasitesi ve sınırları nereye kadar?’ gibi konulara dikkat çekiliyor. Ancak emperyalist güçler arasında ‘yapay kıtlık’ piyasaya sürülüyor.

Örneğin Avrupa’nın enerji beslemesinin doğal gaz tedarikinden kopartılması, yapay kıtlıktır.
Veya bir ülke piyasasında (döviz) dolar miktarında ‘kıtlık’ varsa, satış değeri yükseliyor. Bol miktarda olduğunda ise, satın alma değeri düşüyor.
Önümüzdeki dönemde içme suyu ve tarım ‘sürdürülebilirlik’ önlemleriyle, bolluktan kıtlığa doğru yer değiştirebilir.

ABD’de mısır, Asya’da pirinç ve dünyanın geriye kalan bölgelerinde, buğday ‘yapay kıtlıkla’ karşı karşıya kalabilir. Halbuki dünya gıda örgütünün kaynaklarına göre, günümüzde ‘14 milyar’ yetişkin insanı doyuracak temel gıda üretilmektedir.

Almanya’daki uzmanlar iş piyasası için dışarıdan yılda ‘1,5 milyon’ iş gücüne ihtiyaç olduğunu öngörerek, insan kıtlığına ve artı değerin düşeceğine işaret ediyorlar.

Sonuç itibariyle Avrupa’yı Avrupa yapan eski dünya yok artık. Avrupalı emperyalistlerin dış dünyada sömüreceği doğal kaynaklar ve insan kaynakları gün geçtikçe azalmaktadır.

O halde Avrupa’da ‘azalan ve kıt’ olan kaynaklar ve insan gücü, değer kazanacaktır.