17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cem Yılmaz’ın 'Ezik İnsan'ları!

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Cem Yılmaz, “kara-komik” adıyla çektiği yeni dört filminde (“2 Arada”, “Kaçamak”, “Deli”, “Emanet”) gerçekliklerini yansıttığı “ezik insan”lar üzerinden topluma, toplumsal çelişkilere bakmayı sürdürüyor. Dahası öne çıkardığı insanlık durumları üzerinden “parodi yaşamlar” diyebileceğimiz bir söylem biçimini de karikatürize ederek anlatıyor.

Denebilir ki; Yılmaz, ilk sinema filminden (“Her Şey Çok Güzel Olacak”) beri toplumdaki “ezik insan” figürüne odaklanarak onun hikâyesini anlatmayı seviyor. Bunu yaparken de düşüş/düşkünlük, tutunamama halleri, biçarelik durumlarını yer yer absürde varan bir gerçeklik duygusu içinde vermeye çalışıyor.

Yönetme, oynama dışında anlattığı hikâyelerin senaryolarını da yazmak ona epeyce yükümlülük taşıyor.

Yılmaz, sinemada bir değil birçok meselesi olan biri. Bunu belirleyen, onda/n bir beklentiye dönüştüren de sanırım “komedyen” oluşundan kaynaklanıyor.

Gerçi bu “komedyen”lik tanımı ne ölçüde onun sahnedeki gösterilerini kapsıyor, tartışmalı konu! Öyle ki; kendini “stand-up”çı olarak tanımlayan her bir kişinin bagajında olan bir dolu şey, onları ister istemez gösteri toplumunda popüler kültürün bir aracına dönüştürebiliyor.

Öncelikle de güldüren, eğlendiren. Oysa Yılmaz’ın vardığı yer, varmak istediği çizgi biraz da kabareyi hatırlatıyor. Tek kişilik gösteriden çoksesli anlatıya yöneldikçe, gene orada da o tek sesliliğini öne çıkarak karakter komedisi (hadi trajedisi diyelim) yaratmaya itiyor onu.

Medyanın önünde olmaktan tutun reklâm sektörüne, sinemadan gösteri sanatlarına dair birçok alanda var olabilen bu ikonik kişiliklerin, sanırım tek uğramadıkları alan “siyaset”!

Dahası gündeş siyasi arena, oradaki saf tutmalar, yer alıp alamama ötesi; bu alana dair söz edip edememeler….

Öyle ki; hele böylesi bir mayınlı alanda yürüyorsanız, adımlarınızı ona göre atmanız kaçınılmaz.

“Sahnede söyleyemediğimi sinemada söylerim,” edasıyla ortaya çıkmadığını az-çok bildiğimiz Cem Yılmaz’ın işte birçok derdinin en başında yer alan konu “ezik”, “küçük insan”ın meselesidir.

Onun toplumda itilip kakılmışlığı, tutunamamışlığı; hatta eğitimsiz/mesleksiz bırakılmışlığının öyküsüdür öne çıkan.

Bu izlekleri “Her Şey Çok Güzel Olacak” (1998), “Hokkabaz” (2006), “Pek Yakında” (2014) filmlerinde gözleriz. Bunlar, Yılmaz’ın, bir yanıyla iyi hikâye anlatıcılığını bize gösterirken; o “küçük insan”ların dünyasına yönelerek toplumsal yapıdaki değişim/dönüşümü, insan ilişkilerindeki çözülme/bozulma ve yozlaşmayı incelikli biçimde anlatması kayda değerdir doğrusu.

Burada Yılmaz’ın engeli ve başarısı kendini anlatan/oynayan/yöneten konumunda öne çıkarmasıdır.

Salt oyuncu olarak izlediğimiz filmlerinde çizdiği karakterlerde gerçekten başarılıdır. “Av Mevsimi” (2010), “Şahane Misafir” (2012), “İftarlık Gazoz” (2016) filmlerindeki oyunculuğu çizdiği karakterlerin gerçekliğiyle tümleşir.

Özellikle “kara/komik”temi dört karaktere yansıyan Cem Yılmaz, sahnedeki Cem Yılmaz’ın, medyada görünen yüzdeki kişinin beden dili ve yüzüyle konuşur adeta. Cem Yılmaz imgesini silemez bir türlü. Yani çizdiği “ezik” tiplere karakterlerin ruhunu vermede yavan kalıyor, yapaylığa düşüyor.

Kuşkusuz onu bir Al Pacino, Dustin Hofmann ayarında oyuncu, dahası karakter oyuncusu olarak görmek istediğimden değil bu tespitim. Bir yönetmenin elinde başka bir ben’e dönüştüğünü söylemek istiyorum.

Cem Yılmaz, “üçü bir arada”lıktan vazgeçerek meselesini anlatırsa; bunlardan birinde eminim ki daha başarılı olacaktır.

Onun asıl popüler kültüre yenilgisi ne arabaları, ne de gönül ilişkileriyle başlıyor; asıl mesele hep “üçü bir arada”ya oynaması gibi; şimdi de “dördü bir arada” deyip sinemada bir “ilk olma” derdini dert etmesidir ki… Buna varmak için dört filmi bir arada yapmaya hiç gerek yok! Tek yapılacak olan arınmak, bilgilenmek, ele aldığın meselenin tözünü en ince ayrıntısına inerek yansıtmak için zamanın (dolayısıyla popüler kültürün) yenilgisine düşmeden çalışmak; tek bir şeyde derinleşmek, yoğunlaşmak gerek.

Eğer Fellini, Kubrick, Saura, Almadovar sinemasını, hatta Giuseppe Tornatore’yi doğru okursanız eminim ki bundan sonraki rotanızı “hepsi bir arada” yerine, tek’e indirgeyip yoğunlaşırsınız. Böylece de popülerliğin kurbanı olmazsınız.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları