21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cumhuriyetin 'bereketli toprakları üzerinde' yeşeren Köy Enstitüleri

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Referandum sonrası “evet”in yüksek oranda çıktığı Trabzon’da sadece Beşikdüzü ilçesinde “hayır” oylarının çoğunluğu elde etmesi üzerine birçok genç insan bu oranların altına Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün eski fotoğraflarını koyarak sosyal medyada yorumlar yaptı. Bu hassasiyet Türkiye’nin sağduyusunu göstermektedir; umudunu diri tutacağını, yeniden birlikte, tek vücut Cumhuriyet’in aydınlık kurumlarını inşa edeceğini kararlığını göstermektedir. Bu kararlılık ve umutla fotoğraflara bakarken yıllar öncesini, Fakir Baykurt’un Yılların Öcü romanın ilk yayımladığı zamanı düşündüm.

1958’de Yunus Nadi yarışmasında önemli bir tartışma yaşanır. Jüri üyeleri iki eser arasında kalır, hangisine birincilik ödülünü verecekleri konusunda bir türlü uzlaşamazlar. Yunus Nadi jürisi, Halide Edip’in başkanlığında Yakup Kadri, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Cevat Fehmi Başkut, Vâlâ Nureddin, Orhan Kemal, Haldun Taner ve Behçet Necatigil’den oluşmaktadır. Dönemin en önemli yazarları Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü ile Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam'ı romanlarını arasında bölünür. Bir tarafta Cumhuriyet’in Aydınlanması, köy enstitüsünden gelen Fakir Baykurt diğer tarafta 1944 Komünist tevkifatında tutuklananlar arasında yer alan Yusuf Atılgan. Jürinin ikiye ayrılmasına neden olan tartışma bir anlamda Türkiye’nin son yarım yüzyıllık edebiyat hayatındakinin anlaşılmasına ışık tutmaktadır. Tartışmanın arka planını Orhan Kemal’den dinleyelim: “Orhan Kemal, kızgın ve sinirli, İkbal’den içeri girip köşesine otururken [Muzaffer] Buyrukçu: “Ne oldu kirve?” “Namusumuzu kurtardık.” Arap Talat masaya yaklaşırken: “Kimin namusunu kurtar...” “Kimin olacak ulan Arap! Kendi namusumuzu. Fakir’i.” Çayından bir yudum alarak: “...yahu, bize alın okuyun diye beş roman verdiler... Gerekli oyu sağlayan bir roman yok. Başladı mı bir pazarlık! Bizim Haldun Taner, Behçet Necatigil demesinler mi Aylak Adam’a verelim birinciliği. Fakir’in Yılanların Öcü var ki, roman Anadolu’yu, onun acı çeken, ezilen insanının dramını anlatan... O zaman beynimin tası attı. Söz aldım, dedim ki arkadaşlar burada konuşulması gereken bir başka roman daha var, Yılanların Öcü. Sanırım Aylak Adam’dan daha iyi, özü, meselesi olan bir roman ... Aylak Adam’ı okudum. O da güzel roman doğrusu. Oğlanın romancı dokusu var. Kumaş, iyi kumaş. İşçilik güzel. Ama romanın meselesi ne? Getirdiği yorum ne? Bir delikanlı var, geliri kıyak. Bir çevresi var, Baylan çevresi sanki. Ressamı var, şairi var, kızı var, oğlanı var. Fındıklı apartmanları, Akademi züppeleri... Sanat manat, aşk-maşk, hepsi var. Ve oğlan aylak. Sevimli, hoş bir avare. Ama biraz filozof. Bunalan genç adamlar ve meyhaneler. Ve bu adam yaşıyor. Sevişiyor. Güzel. Romanın kapağını kapatınca bana vermek istediği, bana duyurmak zahmetine katlandığı mesaj ne? Kaypak bir mesajı var ama, bir roman için, hem de iyi bir roman için bu yetmez. Fakir [Baykurt], yoğun. Dört başı mamur. Yorumu var, meselesi var, ağırlığı var... romancı ustalığı var.” Tartışmanın bir yerinde Halide Edip, “birincilik Yılların Öcü’nün” diyerek masadan kalkar. Aylak Adam’a ikincilik ödülü verilir.

27 Mayıs Devrimi, hızla yükselen öğrenci hareketleri, solun “köylülere gitme” politikası Türk romanındaki toplumcu damarın kendisini yenileyerek canlı kalmasını sağlamıştı. Bir anlamda Cumhuriyet’in Köy Enstitüleri’nden yetişen bir yazarın kitabi, cumhuriyetin değerlerin uzaklaşan, bağımsızlığını adım adım terk eden Demokrat Parti’den “öcünü” alacak, yükselen cumhuriyetçi, sol hareketleri müjdelemişti. 1960’lardan 1980’lere kadar edebiyatımızda toplumsal gerçekçi edebiyat sol, cumhuriyetçi hareketin etkisiyle birlikte en güçlü akım olarak var oldu. Toplumcu edebiyat 1980 Darbesi’ne kadar bu hareketlerin kuvvetlerini koruduğu ölçüde güçlü ve sağlam eserler yaratmıştı.

Solun, entelektüel hayatın iklimini önemli ölçüde belirlediği böyle bir dönemde Yusuf Atılgan kendisine yer bulamaz. 1958’de Yunus Nadi yarışmasında ikincilik aldıktan bir yıl sonra Varlık Yayınlarından çıkmış ve sınırlı bir övgüyle birlikte epey bir dirençle de karşılaşmıştı. Aynı yayınevinden ikinci bir basım gerçekleşmedi. On beş yıl sonra 1974’te, Bilgi Yayınları kitabı bir kez daha çıkardı. Üçüncü basımını on bir yıl sonra, 1985’te İletişim Yayınları yapacaktı. Sonra, Atılgan öldükten sonra, 1990’ların ortalarında yeni kurulan YKY’nin Aylak Adam'ı neredeyse 15 yıl içinde otuz küsur basımı yapılacaktır. Aylak Adam’ın yükselen tarihi aynı zamanda Yılların Öcü’nün gerileme tarihidir. Şüphesiz köyden kente göçlerle, köyün sosyolojik ağırlığının azalması, şehirlerde gelişen kapitalizmin yarattığı yaşam tarzının Aylak Adam’a yönelecek estetik beğeniye sahip yeni bir toplum ortaya çıkarması belirleyicidir. Ancak başka bir temel belirleyici etken, 12 Eylül Darbesi’dir. Sol toplumsal ağırlığını kaybettiği gibi entelektüel hayattaki ideolojik üstünlüğünü de kaybetmişti. Aylak Adam’ı bugün popüler kitap haline getiren 12 Eylül’ün yarattığı kültürel havanın payı görmezden gelinemez.

Elbette buradan keskin sonuçlar çıkarıp Yusuf Atılgan’ın kitaplarını gözden uzak bir köseye koyulmamalıdır. Aylak Adam üzerine ilk eleştiri yazısı yazıp eserin güçlü ve zayıf yönlerini vurgulayan Fethi Naci’dir. Belki Fethi Naci’nin referansıyla birçok sol görüşlü kişi bu eseri pek “beğenmese” de kitaplığında bulundurmuştu, bilemeyiz. Altının çizilmesi gereken nokta, tartışmanın sadece köy-şehir teması, toplumu-bireyi anlatmayı tercih etmenin çok ötesinde olduğudur. Yılların Öcü’nün yazıldığı, toplumcu edebiyatın en yaratıcı örneklerini verdiği kültürel ortam aynı zamanda Aylak Adam’ın “modern anlatısının” edebi değerini koruyan havayı da yaratmıştır. Aylak Adam’dan etkileyip bireyin hikayesini anlatmak isteyen genç yazarların bugün liberal sol veya büyük yayınevlerinden çıkan eserlerine baktığımızda ne yazık ki durum içler acısıdır. Türkiye’nin edebiyatını sırtlayacak bu kalemler toplumcu edebiyattan “kaba, arkaik” diyerek uzaklaştırıldıkça eserlerinde sanatsal bir değere hiçbir zaman ulaşamayacaklar. Nitelikli ve gerçek bir edebiyata olan ihtiyacımız hiçbir zaman bu denli yakıcı olmamıştı. Yaşadığımız otuz kusur yıllık tecrübe, böyle bir edebiyatın yeşerebilmesi için yeniden Köy Enstitüleri gibi aydınlanmanın kalelerine ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Böylelikle Baykurt’un “Tırpan”ı yeniden gerçekçi, toplumcu edebiyatın tohumlarını ekebileceği toprağı temizleyebilir.