21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Elma dersem çık’

Begümşen Ergenekon

Begümşen Ergenekon

Gazete Yazarı

A+ A-

“Armut dersem çıkma…” diye ne çok bağırdık çocukken. Saklanacak yerin çok olduğu, arka bahçelerinde kiraz, vişne, kayısı, erik, armut, elma, dut ve ceviz ağaçlarıyla dolu evler. Sokak lambasının soluk ışığı altında ön bahçeleri baharda açan kayısı ve akasya ağaçlarıyla, yaza doğru lalelerle; türüm türüm gül, sümbül, leylak, zambaklarla bezenmiş, arkasında görünmez olduğumuz hanımeli ve asma sarmaşıklarıyla kutsanmış bir sokaktı “Oğuzlar”. Saklambaç gecelerin gözde oyunuydu. Gözümüzü yumarak, 100’e kadar sayıp “Önüm, arkam, sağım, solum ebe, sobe” dedikten sonra gözlerimizi açıp, “kale”den fazla uzaklaşmadan aramaya başlardık. Saklambaç için 4-5 çocuk yeterdi. Ana-babalar sokağa inen merdivenlerinin küçük sahanlığında oturup, çaylarını yudumlar, bazı komşularla selamlaşırlar, çocuklarını seyrederlerdi. Hâlâ yıldızlar görülebildiği için her gece başımızın üstünde geçen uyduları da seyrederdik. Ankara’nın yaz akşamları serinceydi ama biz oynarken terlerdik. Saklambaç ebesinin hareketlerine göre, oyuncuların telaşlı kımıltılarını hisseder, nerede olduklarını anlarsak “gördüm” diye bağırırdık. Sonra sobelemek için koşmaca başlardı. O sırada Alemdar ve Akın gibi yazlık sinemalardan, filmlerindeki konuşmalar, rüzgârın yönüne göre sokağımıza dalga dalga yansırdı. Sade sesini duymakla kalmaz, Alemdar’ın teras katını gören sokağımızdaki evlerin güney cephesinden görünen sinema perdesini tersinden, limonata içerek kurabiye yiyerek, oynayan filmi seyretmenin tadına doyum olmazdı.

HIRSIZ POLİS

Kız ve erkek karışık oynanabilen oyunlardan biriydi. Babam Kur. Alb. Behiç Ergenekon’un, o sırada Erzurum’da bulunan 202. Piyade Alay komutanlığı sırasında oturduğumuz ve demiryollarına ait iki katlı “Raydan Evler” sitesinde öğrenmiştim bu oyunu. Henüz eski orduevinin bitişiğindeki Kültür Kurumu İlkokulu’na gidiyordum. Yeni yerleşim alanlarından biri olmalı ki, etrafı boş araziydi. Henüz, alayın bulunduğu Paşa Pınarı’nda ne subay lojmanları bitmiş ne de bir subay lokali vardı. O nedenle şehir merkezine yakın bir yatak odası, bir oturma odası ve bir de Türkçemize Fransızcadan geçen oturma (salon) ve yemek (salle a manger) odalarının bir arada olduğu bir daire kiralamıştık. Babam bana evin doğu cephesinden görünen kışlanın Aziziye Tabyası olduğunu anlattı ve Nene Hatun’un nasıl kendi bebeğini bırakıp, minareden halkı uyandırarak Ermeni işbirlikçileri ve Rus işgaline (1878) karşı direnişe çağırdığını anlattı, Aziziye Tabyasına götürdü ve mezarının başında dua ettik. Dışarıda oynayacak yeterince çocuk vardı. Sek sek, kovalamaca, istop (stop = dur) gibi basit oyunlar oynuyorduk. Derken bir gün “hırsız-polis” oynayalım denince onu da öğrendim. Hırsız saklanıyor, polis arıyordu. Saklambaç gibiydi biraz. “Hırsız mı, polis mi?” denince polis olmak istedim ama saklanmak kolay olsa da bulmak zordu. Hırsızın yerini keşfedince hızla odunluğa doğru koşmaya başlamıştım. O sırada nerden geldiğini görmediğim bir taş gelip, sol kaşımın üstündeki saç diplerinden alnımı yardı. Sapanla hedef alarak atılmış olabilirdi. Akan kandan önümü göremiyordum. Çığlık çığlığa ikinci kat merdivenlerini çıktım. Annem çoktan kapıyı açmıştı. Beni hemen banyoya götürüp yüzümü yıkadı. Ecza dolabından aldığı sıvı oksijenle temizledikten sonra tentürdiyot sürerek gazlı bezle başımı sardı. Acaba bu, hırsızın mı işiydi? Saklambaç bir çocuk oyunu ama bu oyun daha büyükler içindi. Palandöken dağlarında bir akarsuyun yanında, gezmeye gittiğimiz köyde, bu kez büyüklerle küçüklerin bir arada oynadığı oyuncak uçurtmaydı. Biz çocuklar anne ve babalarımızla birlikte önce yapılmasını seyrettiğimiz sonra nasıl uçacağını öğrendiğimiz uçurtmalarla çok eğlenmiştik. Oysa ip atlamak tam bir beden eğitimiydi. Tabi düşünce de dizlerimiz kanar, ellerimiz çizilirdi.

EVCİLİK

Evdeki en büyük eğlencem hikâye, Don Kişot gibi romanları okumak ve bebek kardeşim Bumin’le ilgilenmekti. Aynı zamanda anneme yardım ediyor, rahatça onun üstünü değiştirebiliyordum. Annem kardeşimi kucağıma oturtuyor biberonu bana veriyor, ben de sütünü içiriyordum. Sokakta evcilik oynamaya zaten kardeşim doğmadan başlamıştım. Oyuncaktan ev eşyaları; anne, baba, kardeş, çocuk gibi kimlikler vardı oyunda. Hiç bitmek bilmezdi doğaçlama konuşmalarla. Bizi yetiştirdiğinin farkında değildik. Ama giderek Türk Halk Bilimiyle uğraşanların “köy düğünü” adı altında sergiledikleri “evcilik oyunu” yetişkinlerin, özellikle Avrupa’ya göçen Türklerin geleneklerini tanıtım oyunu haline geldi. Böyle bir oyunu Bergen Türk Kültür Derneği olarak sahneledik (Bergens Hallen, Mart 1979, Norveç). Öğretmen araştırmacı Mevlüt Özhan ise Van Ahlat’ta “Horoz oyunu”, Antalya’da “Davar-kurt”, İçel’de “Kurt-Kuzu”, Kütahya’da “Görücü”, Kastamonu’da “Esnaf” gibi taklit oyunlarının çocukları yetişkinliğe hazırladığını söyler. Hatta yağmur yağdırmak için yaşlı kadınların çocuklarla köyü gezdikleri “Yağmur Gelini”, “Çömçe/Kepçe Gelin”, “Gode Gode”, “Bodi Bostan”; baharı karşılamak için “Hatapıya”, “Çiğdem Pilavı” çocukların büyüklerine öykünerek oynadıkları büyüsel ve törensel oyunlardır (Özhan, 1990, Çocuk Oyunlarımız, Kültür Bakanlığı, Ankara). Ya işte böyle: Sanal ve bireyci oyunlardan önce; yüz yüze gerçek oyunlar vardı. Yer yer hâlâ devam ediyor, kaybolmadan öğrenin çocuklar ve büyükler…

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları