21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hata / Hatti / Eti Güneşi

Begümşen Ergenekon

Begümşen Ergenekon

Gazete Yazarı

A+ A-

Lozan Antlaşmasının imzalanması (24.7.1923) ve bu yıl 98. yılını kutladığımız, kutlu Cumhuriyet’imizin 29 Ekim 1923’te ilanından önce, 1921’de imzalanan Moskova ve Ankara antlaşmalarıyla Antakya ve İskenderun’un, yurdumuzun Misak-ı Milli sınırları içinde olması kabul edilir. Eski Mısır devletiyle sınırı Kadeş’te (Güney Suriye) bulunan ve dil akrabalığımız olan Hatti devletinin halkı Hata’dan esinlenerek, Antakya ve İskenderun’u kapsayan ilimize Hatay ismi verilir. Bu Kurun Gazetesinde şöyle açıklanır: “Hatay Antakya İskenderun havalisinin coğrafi adıdır. Burada yaşayan Türkler, Türk Atalarının mümessili olan Hata’lardır.” (Bu bilgi doğrudur çünkü Hatti-Hitit devletinin hududu, Suriye’nin güneyinde bulunan ve M.Ö. 1274’te Mısır’la barış antlaşması imzalanan Kadeş sınır şehrine kadar uzanır). Gazetede İsmail Müştak Bey'in, soydaşlarımızın adını tarihi belgelerde basit bir araştırmayla bulduğu yazılıdır. Bu yazının temelinde yine Atatürk’ün bilimsel çalışmalara dayanan görüşleri ve yönlendirmeleriyle inşa edilen bilimsel Türk Tarih Tezi vardır. Bu teze göre Hitit, Sümer, Elam hatta Roma gibi büyük uygarlıklar Türkler tarafından yaratılmıştır. İskenderun ve civarına yerleşenlerde Eti ya da Hitit Türklerinin torunlarıdır. Yani “Hatay, Atay, Ata, Eti” isimleri hep aynı kökten gelen ve hepsi aynı manayı ifade eden Türkçe kelimeleridir. Dolayısıyla Hatay, o havalinin adı; Hata’lar, Hatay’da yaşayan Türklerin adı; Hatay Devleti ise Hatay’da teessüs edecek Türk varlığının adıdır. Ankara Antlaşmasının 7. Maddesi’nde ise Halep sancağına Fransızlar tarafından bağlanan bu bölgenin yerleşik halkının Türk ırkından olduğu ve kültürlerinin gelişmesi için her türlü teşkilattan faydalanmaları maddesi eklidir. Bu bilgi daha kazılarda çıkan Hatti eserleriyle desteklenir.

Hata / Hatti / Eti Güneşi - Resim: 1

ALACAHÖYÜK

Atatürk’ün 1935’te kendi cebinden 500 TL ile başlattığı ilk kazılardan Alacahöyük’te; Prof. Ekrem Akurgal’ın da ifade ettiği gibi arkeologlar Remzi Oğuz Arık ve Hamit Koşay bir Hatti Kral Mezarından gün ışığına bir boğanın boynuzları taşıdığı halka içinde 2 kutsal boğa ve bir geyik şeklinde bir mezar armağanı çıkarılır. Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalakoy tarafından 1978’de heykeltraş Nusret Suman’a (21 Mart 1905 Selanik – 15 Ağustos 1978 İzmit) o heykel büyük boyda yaptırılır. Ne yazık ki kendisi Ankara’ya gelirken trafik kazasında yaşamını kaybeder (https://ankaraheykelleri.wordpress.com). Kent halkına ‘Hitit Güneşi’ diye sunulan ancak “O sıralarda Demirel başbakanlığında MC iktidarı vardır. Hükümetten Hitit Güneşi’nin Sıhhiye’de anıt olmasına karşı sesler yükselir: İktidarın Erbakan kanadı İslam öncesi uygarlığa ait olduğu için, milliyetçi kanadı da Türkler öncesi Anadolu uygarlığına ait olduğu için bu anıtı onaylamazlar. O sırada CHP’li olan belediye yönetimi anıt için gerekli çalışmaları yapıyordu. Ankara Valiliği ise burada çalışma yapanları engellemeye çalışır. Bu koşullar altında anıt tamamlandı ve 1978 yılında açıldı.

EVREN VE GÜNEŞ

Bizlere, 1909 doğumlu olan babam, mahalle mektebinde kendilerine dünyanın bir boğanın boynuzları üzerinde durduğunu öğrettiklerini ilkokul sıralarında ben ve kardeşime anlatmıştı. Bu bilgi doğru olmamakla birlikte sosyal arkeoloji bilimine ve kazı bilgilerine göre doğru olan, 20. Yüzyılın başlarında, MÖ 5500 yani günümüzden 7500 yıl önce varolan ve mirasçısı olduğumuz Hatta Ülkesi (Hattaland) halkının inançlarının devam ettiğini ve daha sonra İskandinavlar tarafından Turkaland (Türk Ülkesi) olarak tescil edilen ilk ana yurdumuzun Türkiye olduğuna işaret eder. Peki bir sopa takılarak kutsal günlerde kalabalığın önünde götürülen bu ‘alem’ ne anlama gelir? Ekrem Akurgal’a göre ilkokul kitaplarında bir zamanlar var olan bu tarihi eserlerde “kimi ayrıntıları gümüş ya da altınla kaplı bu bronz alemlerde boğa ve geyik gibi hayvanların çelenk biçimli bir çerçeve üzerinde durdukları gözümüzün önünde canlanacaktır. Bunlardan bir tanesinde bir çift boğa boynuzu üstünde türü pek belli olmayan bir hayvanın etrafını çeviren çelenkten, ışınlar çıkmakta olup, alemin toptan görünüşünü andırmaktadır. Bu örnek göz önünde tutularak söz konusu eserlerin evreni canlandırdıkları kabul edilmiştir. Nitekim, Anadolu’da daha sonra yaşamış olan ve kendilerini boğalar en büyük tanrıyı, geyikler ise Hattilerin “Vuruşemu” diye adlandırdıkları en yüce kadın tanrıyı temsil etmekteydiler. Bütün bu kral alemlerinin hemen hepsi, bir çift boğa boynuzu üstünde yer almakta, yani onlar tarafından taşınmaktadırlar. Bu durumu göz önünde tutan bu satırların yazarı söz konusu alemleri bugün bile yaşayan bir masala bağlamıştır. “Dünya bir öküzün boynuzları üzerinde durur ve öküz başını salladığında yer sarsıntısı olur.”

TÜRK UYGARLIĞI BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR

Atatürk’ün cümlesiyle bir kez daha tekrarlayalım ki “Türk’ün unutulmuş medeni vasfı ve kabiliyeti atinin (geleceğin) medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğacaktır”. Mustafa Kemal çok haklıdır çünkü anıt yapıldıktan hemen sonra bazı çevreler “Bu eser bir Türk eseri değildir” şeklinde karşı koymuş ve anıtın yerinden kaldırılması için çağrıda bulunmuştur. Bu topraklara bağlılığımızı Hatti uygarlığının mirasçısı olduğumuzu belirtmekle anlamlı bir biçimde dile getirmiş oluyoruz. Nitekim Türk halkı Atatürk devrinde ortaya konmuş olan Etibank örneğine uyarak bu anlamlı davranışı çoktan benimsemiştir. Kimi yiyecek, giyecek ve içeceğin, kimi kullanma aracının adı bugün Eti ya da Hitit adını taşımaktadır. Hacettepe Üniversitesi’nin stilize edilmiş hayvan biçimindeki simgesi de Hatti örneklerinden esinlenerek oluşturulmuştur. Yerli otomobillerimizden birinin belirtgesi (alameti farikası), Hattilerin en büyük dişi tanrısı, Anadolu’nun adı bilinen en eski ilahesi, Vuruşemu’nun simgesi olan geyiktir. Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, Sedat Alp’i Ankara’da evinde ziyaret ederek konuyla ilgili etraflı bilgi almıştır, çünkü Hattilerin konuştukların dil bugün konuştuğumuz Türkçenin öncülü olduğu anlaşılmaktadır. Ekrem Akurgal’a göre NESİ adını taşıdıkları halde “Hatti ülkesi” isminden başka bir ad geçmediği için yabancı bilim adamları onları “Die Hethiter” (Almanca), “Les Hitites” (Fransızca), “The Hittites” (İngilizce) biçiminde adlandırmışlardır. Bizde de önce Eti sözcüğü kullanılmış, şimdi de Hitit adı yer etmiştir. Maddi ve manevi kültür varlıklarımıza ve kültürel mirasımıza sahip çıkmadığımız için, isim koyma ve yorum yapmayı Avrupalılara bıraktığımız için bugün anlamadığımız görüşler, müzelerdeki Latince ve Yunanca isimler yüzünden kendimizi Türkiye’de misafir sanıyoruz. Geçmişimizin ve aslımızın Türkiye’den olmadığı şeklindeki psikolojik savaşa yılmadan, tarihi bilgi, belge ve bilimsel kanıtlarla karşı koyalım, kültürel mirasımıza sahip çıkıp koruyalım. 98. Cumhuriyet bayramımız kutlu ve mutlu olsun.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları