03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hepimiz okullu olduk...

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Nürnberg Film Festivali’ne gittiğimiz bir yıl, filmlerden fırsat buldukça bu şirin kentin her bir yanına dağılmış irili ufaklı birçok müzesini de görme olanağını bulmuştuk. Her Alman kentinde olduğu gibi bu kentte de akla gelmeyen birçok şeyin müzesi yer alıyordu. Bu müzelerden biri de eğitim müzesi idi. Bu oldukça mütevazi ölçülerdeki müzede, her birimizin geçmiş zamandaki öğrencilik yolculuğunda tanıdığı her şey sergileniyordu. Üzerine kazılmış öğrenci adlarının bulunduğu birbirine bağlanmış tahta sıralar, kara tahtalar, kömür sobaları, mevsimlere ve de tarihi olaylara ilişkin afişler, silgiler, kalemler, mürekkep hokkaları, çantalar vs... Sanki sergiyi değil de yıllar önceki okul ya da sınıfınızı gezer gibi bir duyguya kapılıyordunuz.  
Bizim kuşak - yani 65 üstü- için bu müzede görmediğimiz tek şey ise boyu yaklaşık bir metre, eni 75 cm büyüklüğünde olan Faber’in kalem yapan ilk makinelerinden biriydi.  El yardımıyla kullanılan makinenin bir yerinden kurşunu, bir diğer yerinden ise kalem şeklindeki odunu koyup, kısa bir kullanımdan sonra onları kalem olarak önünüzde görebiliyordunuz. Küçük bir çocuğun bile kolaylıkla kullanabileceği bu makine ile çok kısa bir zaman içinde onlarca, hatta yüzlerce kurşun kalem üretilebiliyordu. 
Bizim ilkokul çağlarımızda her birimizin çantasında küçük kutular bulunurdu. Bu kutular içinde yaza yaza, ya da kalemtraşla doğraya doğraya elle tutulmayacak denli küçülen kalemleri koyardık. Sonra da okulun yanındaki kırtasiyede satılan kamışları satın alır, kutudaki bu küçük parçaları içine tutturup onları tükenene dek kullanırdık. Okulumuz İstanbul’un belki de en varlıklı semtlerinin birinde bölgenin tek ilkokulu olduğu için zengin fakir hiç ayrım gözetmeksizin herkesin yan yana oturabildiği bir düzende idi. Örneğin aynı sırada, babası Türkiye’nin en büyük fabrikalarından birinin sahibi olan bir çocukla, en düşük gelirli olan bir emek işçisinin çocuğu yan yana oturabiliyordu. Onları birleştiren bir diğer ortak nokta ise, çantalarındaki elle tutulmayacak denli küçük kalemlerin yer aldığı kutularla, daha sonra onların kullanımını sağlayan kamış parçalarıydı.
50’li yılların ilk yarısında öğrencilik yapanlar çok iyi bilir. Okula ilk başladıklarında çantası abiden, siyah önlük ise alt üst edilerek abla ya da diğer kardeşten alınırdı. Bir silgi çocuk sayısına göre bölünür, öyle kullanılırdı. Ya defterler... Onlar da arkalı önlü, kardeşten kardeşe geçerdi. Kitaplar da aynı... En zoru ise saman kağıdın üzerine mürekkeple yazı yazmak idi. Mürekkep hokkasına daldırılmış uç, kağıt ile birleştiğinde dağılır, kendi yazınızı kendiniz bile okuyamazdınız. Çünkü yoksul olan aileler değil ülke idi. Paranız olsa da en basit bir kırtasiye ürününe sahip olmanız pek kolay değildi. O yıllar başarılı olan öğrencilere üzerinde film şekli olan küçük bir silgi verilirdi. Silmek için değil, boyunlara asmak için. 
Nürnberg’deki müzede kurşun kalem makinesinin önünde uzun bir süre kala kaldım. Bir kuşak değil, bir kaç kuşak, kucağınızda bile kolayca ülkeye getirebileceğiniz bu makinenin yokluğundan yıllar yılı sözünü ettiğim kamışlara mahkum kalarak eğitim görmek zorunda kaldı. O yıllar, İstanbul’un göbeğinde, köşklerle zenginleştirilmiş bir sayfiye semtinde –hadi merak edenler için söyleyelim Erenköy’de- bir kaç kuşak, hiç kimsenin getirmeyi aklından bile geçirmediği bu küçük kalem makinesi yüzünden eğitimlerini, tükenen kalemleri bu çubukların içine takarak yapmak zorunda kaldı. 
Onun içindir ki bizim kuşağın çoğunun günümüzdeki hobilerinden biri kurşun kalem biriktirmektir. Yazmak için değil, geçmişteki kapanmayan yaranın üstünü karlayıp örtmek için...
Ya bugün... Deprem bölgesindeki bir anne, “okul başladı, değil beslenme çantasını doldurmak, çocuğuma tek bir kalem bile alamadım” diyordu... Alsa da, hangi deftere yazıp, gelecekte hangi yaranın üstünü örtecek...