02 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İran’ı İsrail’e Rusya mı ispiyonladı?

Mehmet Yuva

Mehmet Yuva

Gazete Yazarı

A+ A-

Filistin’de (Gazze’de) soykırım yaptığı dava ile Netanyahu rejiminin Lahey Adalet Mahkemesinde yargılanması, Gazze’de ateşkesin sağlanması, yardımların girişine izin verilmesi, Filistin meselesinin çözümü için başlayan diplomatik çalışmalar, askeri varlığına karşı artan eylemler, iç sahada yaşadığı ciddi siyasi ve ekonomik sorunlar, Ukrayna çıkmazı, Rusya ve Çin ile yaşadığı rekabet ABD’yi tercihlerle mecburiyetler arasında seçim yapmaya zorluyor. İsrail’in Gazze-Filistin savaşını başta İran olmak üzere İran’ın müttefikleri Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’e taşımak istediği sır değil. Zira İsrail, İran’ın kanatlarını kırmadan, bir nükleer tehdit olmaktan çıkarmadan bu coğrafyada şimdiki kimliği ve karakteriyle var olmaya devam etmesi hayli zordur. İsrail’in bölgede keyfince at oynatmasını, bölge ülkeleriyle sorunsuz siyasi, ticari ve askeri münasebetler yaşamasını, çevresindeki ülkeler işgal, terör ve bunların müsebbip olduğu ekonomik krizler ile boğuşurken kendisinin petrol ve doğal gazı çıkarma ve satma imkânına sahip olmasına çomak sokan en önemli devletlerin başında İran gelmektedir.

Ancak İsrail’in İran’ın nüfuzunu kırabilmesi ve askeri projelerinde başarılı olabilmesi için ABD’nin desteği hayatidir. Bunun idrakinde olan İran, ABD ile “denge ve açık kapı diplomasisini, havuç ve sopa siyasetini” de gayet başarılı işletiyor. Bu politikayı mümkün hale getiren iki önemli sebep var; ABD eski kudretinde değil. Ayrıca, İran’ın Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin üzerindeki etkisini biliyor. Buradaki siyasi ve askeri müttefikleri ve milis kuvvetleri üzerinden ABD’nin mevcudiyetine zarar verme kapasite ve kabiliyetinde olduğunu görüyor. İran meselesinde Washington karpuz gibi ikiye bölünmüş durumda. İsrail’in arzu ettiği İran ile topyekûn savaşma stratejisine yatırım yapanlar ile İran ile görüşerek ve uzlaşarak çözüm arayanlar arasında ciddi bir bilek güreşi var;

‘YAVAŞ ÖLÜM’

Birinci grup “yılanın başı” olarak telakki ettikleri İran’ın belini kırmak, bu sayede Filistin, Suriye, Lübnan, Yemen üzerindeki gücünü etkisiz hale getirmek istiyor. Bu coğrafyayı din, mezhep ve etnik çatışmalarla sürekli ama kontrollü bir kriz içinde kalmasını sağlamak amacı güdüyor. ABD’ye tehdit oluşturacak Rusya, Çin ve diğer devletlerin bu stratejik ehemmiyette olan coğrafyadaki damarlarını kesmenin dışındaki çözümlerin kendilerine “yavaş ölüm” dışında bir kazanç sağlamayacağı kanaatindeler. İkinci grupta yer alan Biden’in heybesinde ise üç plan var; Savaşın Filistin sahasında mahsur kalmasını sağlamak, Netanyahu rejimini sonlandırarak İsrail’i dönüştürmek ve varlığını güvence altına almak, iki devletli formül ile Filistin meselesini halletmek ve başta bölgesel aktörler ile anlaşarak bölgedeki varlığını devam ettirmek.

Şimdilik ikinci grubun planının devrede olduğunu tespit ediyoruz. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını gözden geçireceği (güncelleme kararı) ve Filistin devletini tanıyacağı kararını Washington heyetinin İran tarafına Umman Sultanlığı’nda sessiz sedasız geçen aylarda yapılan ikili görüşmeler esnasında tebliğ edildiği sır değil. Lübnan Hizbullah’ın, İsrail’in tüm kışkırtmalarına rağmen, Filistin savaşına müdahalesini sınırlı tuttuğu gerçeği var. Bu kararın ve gerekçelerinin Beyrut’ta yapılan Hizbullah, HAMAS ve İslami Cihat görüşmelerinde ele alındığı, İsrail’in savaş kuralları, senaryosu ve hedeflerine alet olmamak ve İsrail ile mücadele ile savaşın seyrini kendi kurallarına uygun olması gerektiği önerileri müttefik taraflarca kabul gördüğü iddiaları var. Buna mukabil Lübnan’a topyekûn bir savaş arzusunda olan Netanyahu rejiminin tamahlarına da ABD ve müttefik Avrupa devletleri takoz koymaktadır.

WASHINGTON-TAHRAN MUTABAKATI

Yemen kuvvetlerinin ilk dönemde Kızıl Deniz’i kullanan İsrail ve ona destek veren tüm ülkelerin ticari ve askeri gemilerine saldırısı yürürlükteyken, bu saldırıları İsrail bandıralı veya İsrail’e yük taşıyan gemiler ile sınırlandırmasını da sağlayan Umman Sultanlığı’nda kabul edilen ABD-İran mutabakatıdır. Suudi hanedanlığı ve Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) Şam ile “normalüstü” en yüksek derecede diplomatik ve ticari ilişki bina etme kararının bu program çerçevesinde gerçekleştiğinin altını çizelim.

Irak hükümetinin ABD’den ülkesindeki askerlerini çekme, üslerini kapatma taleplerinin de bu programa hizmet amaçlı geldiğini söyleyenler de var. Bu kararın aslında ikinci grubun pozisyonu ve argümanlarını kuvvetli hale getirmek için alındığını iddia edenler de var. İkinci grubun, ABD’nin İsrail’in yanında kayıtsız şartsız durmasının bölgedeki askeri varlığına karşı saldırıların yalnızca İran’ın bölgedeki milis kuvvetlerinin eylemleri ile sınırlı kalmayacağı, meşru Irak hükümeti gibi “dost” ülkelerin de ABD’nin askeri çıkarlarına zarar veren kararlar almaya yol açtığını iddia etme imkânı sağlayacağı yönünde bir değerlendirme ve kanaat var.

SÜRECİ BALTALAYAN GELİŞMELER

Umman Sultanlığı’nda yapılan ABD-İran müzakereleri sonrasında, bu görüşmeleri baltalayacak üç önemli gelişme yaşandı; İsrail, HAMAS’ın sadece askeri personelini değil siyasi temsilcilerini de hedef alacağını ilan etti. Düzenli olarak Halep ve Şam’ı bombalayan İsrail, Lübnan ve Suriye’de Hizbullah, İran ve HAMAS’ın üst düzey askeri ve siyasi komutanlarını öldürdü. Şam merkez ve banliyösü Hz. Zeynep makamının olduğu mekânlarda yer alan ikamet ve çalışma binalarını füzelerle vurdu. Bu saldırılar İran safında ciddi kayıplara yol açtı. Tahran, Şam, Bağdat, Sana ve Beyrut nezdinde bu kayıplara yol açan güvenlik zaafı masaya yatırıldı. Daha önceki yazımızda ayrıntı olarak değerlendirdiğimiz Suriye üst düzey istihbarat ve bürokraside operasyonlar ve değişimler yaşandı.

Bu hedeflerin tespit edilmesi, vurulacak hedeflerin takibi ve bunun düzenli olarak İsrail tarafına aktarılması için Suriye sahasında mevcut olan mezhepçi, etnikçi örgütler ile şu veya bu sebepten mütevellit gönüllü devşirmelerin rolü ve sorumluluklarını değerlendirmiştik. NATO ülkelerinden aldığı yardım, İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri üslerinde mevcut olan tele-kulak casus istasyonların verileri İsrail’in teknolojik kabiliyeti de şüphesiz bu operasyonların yapılmasında önemli faktörler.

Ancak kamuoyunda tartışılan ve sorgulanan bir başka olasılık üzerinde durmamıştık; Rusya’nın bu eylemlere karşı neden pasif kaldığı hususu.

SORGULANAN HAMLELER

NATO üyesi Türkiye’ye S-400 savunma sistemi sağlayan Moskova’nın Suriye’ye daha önce vermiş olduğu S-300 savunma sistemini neden geri aldığını, Hymemim Rus askeri üssünde konuşlanmış olan S-400 savunma sisteminin neden İsrail’in saldırılarına karşı kullanılmadığı ve İsrail hava ve füze hareketlerinin neden Suriye tarafı ile paylaşılmadığı tartışılır hale geldi. Tartışılan en önemli konu Rusya istihbaratı, bürokrasisinde İsrail’e bilgi sızdıran İran düşmanı Rus Yahudi personeli bu faaliyetlerde yer aldı mı? Suriye sahasında görevli Kripto Yahudi kökenli ajanlar ve sahada Wagner Grubunda özellikle maddi menfaat karşılığı İsrail’e bu bilgileri sızdıran oldu mu? Kamuoyunda bu sorgulamayı yaptıran önemli bir tarihi sebep var:

1967 ve 1973 İsrail-Suriye/Mısır savaşlarında Moskova’nın Mısır ve Suriye’ye vermiş olduğu hava savunma sistemleri ve diğer tür silahların türü ve mekânı hakkında İsrail tarafına bu bilgilerin Sovyet Rusya ordusunda görevli ve bu silahların eğitiminden sorumlu özellikle Rus Yahudi ve o tarihte Sovyet Cumhuriyetleri olan Orta-Asya Müslüman kökenli askeri personelin sağladıkları yönünde ciddi iddialar vardı. Umman Sultanlığı’nda başlayan İran-ABD görüşmelerinin Rusya tarafında rahatsızlık yarattığı sır değil. Ancak bu rahatsızlık nedeniyle Moskova’nın İran’a karşı düşmanca bir tavır içinde olabileceği ihtimali çok zayıf. Bu sebeple mevcut durumu görüşmek üzere Suriye, İran ve Rus askeri ve istihbarat heyetlerinin Şam’da bir dizi görüşmeler yaptığını hatırlatalım.

Tam da bu esnada İran-ABD görüşmelerine zarar verecek bir saldırı gerçekleşti. Suriye toprakları içinde Ürdün sıfır noktasında yer alan ABD tarafından işgal edilmiş olan El-Tanef askeri üssü İHA saldırılarına maruz kaldı. 3 ABD askeri öldürüldü, 40 askeri yaralandı. İran saldırıdan sorumlu olmadığını açıkladı. ABD tarafı İran’ın dahli olmadığını ancak saldırıyı İran tarafından desteklenen Irak merkezli örgütlerce yapıldığını açıkladı. Cevap hakkının saklı olduğunu söyledi. ABD’de birinci grup İran’ın cezalandırılmasını talep ederken, ikinci grup ortamı yumuşatma çabasında. İran, Irak ve Suriye’deki milis kuvvetlerden ABD askerlerine karşı saldırılarını bir müddet için durdurmalarını talep etti. Ayrıca Suriye’deki güvenlik durumu normalleşinceye kadar müsteşarlık, eğitmen, saha komutanlığı rehberliği ve istihbarattan sorumlu görevlerini güncelleme kararı aldı.

Bazı yabancı haber ajanslarının İranlı üst düzey danışmanların topyekûn Suriye'den çekilmesiyle ilgili aktardıkları gerçek değildir. Suriye tarafına sunulan İran resmi deklarasyonu; “Suriye halkını ve hükümetini desteklemek için Suriye'deki varlığımız güçlü bir şekilde devam etmekte olup, Filistin uğruna ve Suriye liderliğiyle omuz omuza direniş eksenini desteklemeye devam edeceğiz" yönündedir.

İran İsrail Rusya