21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İtalyan Gerçekçiliğine Vatanseverlik Aşısı: Giovanni Verga

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Hayal kırıklıkların tutkuyla yaşandığı, aşkın hüzünle bütünleştiği, başkaldırının kaçınılmaz yenilgisine rağmen umutsuzluğun neşeyle göğüslendiği Güney İtalya’nın doğası gibi sert ve çetin insanlarının hayata tutunma mücadelesini eşsiz bir dille anlatan Giovanni Verga, İtalyan gerçekçi edebiyatının en önemli temsilcilerindendir. Giovanni Verga’nın edebiyatı her zaman, İtalya’nın sancılı ve istikrarsız siyasi hayatıyla doğrudan etkileşim içinde olmuştur.

Verga, İtalya’daki devrimci hareketlerin tutunabildiği sayılı kentlerin başında gelen Catania’nin Vizzini bölgesinde 1840 yılında doğdu. Vizzini, feodal tarımsal ilişkilerin modern hayata karşı güçlü şekilde kendisini koruduğu yerlerin başında gelmekteydi. Verga’nın eserlerinde betimlediği zengin pastoral tablolar doğduğu yerin coğrafyasını yansıtırken; topraksız köylülerin sefaletini yine Vizzini’deki gözlemlerinden yararlanarak işlemiştir. Bir anlamda Vizzini bütün Güney İtalya’nın kaderi olan eski feodal ilişkiler içinde sıkışmışlığın resmini veren bir örnektir.

Yazar aynı zamanda, bu geri kalmış, feodal ilişkileri yıkmak için mücadele veren, İtalya’nın siyasi birliği için çabalayan yurtsever ve devrimci hareketlerin güçlü olduğu Catania şehrinin liberal ve demokratik kültürel ortamında yetişmiştir. Bu uzlaşmaz kuvvetlerin çarpışmasıyla ortaya çıkan yüksek gerilimli atmosfer, sanatsal üretimin ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamaktaydı. Yazın kavurucu sıcağında bir ağaç gölgesinin bile bulunmadığı çıplak kayalıklarda, toplumsal çelişkiler de tüm çıplaklığıyla ortaya serilmekteydi. İtalyan gerçekçi edebiyatı, böyle bir coğrafyanın ve siyasi havanın içinde kendi kimliğini yaratmıştır.

İtalyan gerçekçi edebiyatın özgünlüğü

İtalyan gerçekçi edebiyatını diğer ülkelerin gerçekçi akımlarından ayıran en belirgin özelliği devrimci ve yurtsever kimliğinin baskın olmasıdır. Modern ve anayasa ile yönetilen bir İtalya kurmak isteyen aydınların önündeki en büyük sorun ülke topraklarının büyük kısmının Prusya, Fransa ve İspanya’daki monarşilerin hakimiyeti altında olmasıydı. Yabancı işgale karşı bağımsızlık savaşı verilmesi İtalyan edebiyatının Risorgimento dönemine kadarki temel konusunu olacaktı.

Verga da on yedi yaşındayken kaleme aldığı “Amore e Patria” (Aşk ve Vatan) romanıyla aşkın tutkulu duygularını yurtseverliğin romantik idealleriyle birleştirmişti. 1860’ta Garibaldi’nin önderliğindeki bağımsızlık hareketi Sicilya’ya kadar ulaştığında Verga, karşıdevrimci harekete karşı kurulan devrimci Ulusal Muhafız milislerine katılarak, İtalya’nın bağımsızlığını kalemiyle olduğu kadar silahıyla da savunmuştu.

1861’de siyasi birliğin sağlanmasıyla İtalya’da Risorgimento dönemi başlar. Bu yeni dönemde edebiyatın konusu bağımsızlık ve milliyetçi temalardan yavaş yavaş ülke içindeki toplumsal çelişkilere odaklanmaya başlar. Siyasi birleşmenin sancıları İtalya’da hala en önemli konuların başında gelmekle birlikte, toplumdaki sosyal sorunlar öne çıkar. Modernleşme çabaları kökleşmiş feodal ilişkiler engeline takılıp ilerleyemez.

Topraksız köylüleri eşit yurttaşlık ve toprak sahibi olma programıyla bağımsızlık hareketine katılmaya ikna eden devrimci kuvvetler, yüzyıllardır kıskançlıkla topraklarına sarılmış feodal büyük toprak sahipleriyle karşı karşıya gelir. Şüphesiz İtalya’daki soyluluğun önemli bir kısmı da bu bağımsızlık mücadelesine katılmıştı. Yabancı devletler işgal ettikleri bölgelerde kendi soylu sınıfını yönetici olarak atadıkları için diğer Avrupa ülkelerinin tersine İtalyan soyluları gerçek anlamda devlet yönetimine katılmamışlardı. Büyük toprak sahipleri siyasi birleşme öncesi parçalı hukuk sisteminden yararlanarak, yarı serflik sistemiyle yerelde büyük bir gücü temsil ediyorlardı. Soylular artık devlet yönetiminde de yer alarak topraklarına müdahale edilmesine karşı merkezi yapıyı köşeye sıkıştırıyordu.

Verga olgunluk dönemi eserlerinde, bu topraksız köylü - feodal beyler - merkezi devlet arasındaki güç ilişkilerindeki çatışmalara odaklanmaya başlayacaktır. 1870’lerin sonlarına doğru eserlerini kaleme alırken, Avrupa’da Natüralizm akımı edebiyat dünyasında hakim konumdaydı. Elbette diğer İtalyan gerçekçi yazarlar gibi Verga da Natüralizm akımından önemli ölçüde etkilenmiştir. Natüralizmin nesnel-çıplak gözlemi temel alan bakışı, Güney İtalya’nın gölgesiz coğrafyasını betimlemek için çok uygundu. Ancak, Fransa’da Paris Komünü’nün bastırılmasından sonra sınıfsal mücadeleler gittikçe azalmaktaydı. Natüralizm bir anlamda devrimci hareketlerin barutunun tükenmeye başladığı bu dönemde hakim olmaya başlar. Flaubert’in “Duygusal Eğitim” romanında Parisli işçileri tasvir etme şekli aslında natüralizmin estetik ölçütlerini hem biçim hem de siyasi anlamda ortaya koymuştur.

İtalya’da siyasi ve sınıfsal mücadeleler ise yeni başlamaktaydı. Bu anlamda İtalya’nın toplumsal geriliği edebiyatı için büyük fırsatlar sunmuştur. Toplumsal ilerleme ve modernleşmede Fransa’yı neredeyse yarım yüzyıl geriden takip eden İtalya’nın toplumsal sorunları, edebiyatta Balzac’ın temsil ettiği eleştirel gerçekçilik akımının estetik ölçütlerine yakın şekilde işlenmiştir. Elbette bu dönemki İtalyan edebiyatında eleştirel gerçeklik ile natüralizm arasında keskin ayrımlar yoktur. Verga örneğinde olduğu gibi aynı eserin içinde iki akımın etkileşimi bile gözlemlenebilir. Verga’nın, Balzac’a yaklaştığı yerlerde eserinin en güçlü yanları ortaya çıkarken; Flaubert’e yaklaştığı yerlerde eserinin iskeleti sarsılmakta, toplumsal bakış daralmaktadır.

Aristokrasinin trajik çöküşü

Verga “Duvarcı Ustası Don Gesualdo” eserinde çağdaşı İtalyan yazarlar gibi dönemin en yakıcı konusunu ele alır: “Çöken aristokrasi ve yükselen burjuvazi”. Verga bu romanında siyasi birleşme sonrası feodal ilişkilerle modernleşme çabaları arasında bocalayan İtalya’nın bu sorununa tarihsel bir yaklaşım sunar. Yazar, romanı 1820’lerin İtalya’sından başlatır. Restorasyon sonrası gericilik dönemine karşı demokratik ve anayasal özgürlük isteyen gizli Carboneria devrimci hareketinin bastırılmasından 1837’deki korkunç kolera salgınına, 1848’de büyük toprak sahiplerinin yüreğine korku salan ayaklanmalara kadar Verga, bir kuşak öncesinin tarihine ışık tutar. Bu mirasın olumlu ve olumsuz yönleriyle güncel sorunları doğrudan etkilemeye devam ettiğini göstermeye çalışır; çatışan üç sınıfın köklerinde var olan açmazları göstermek ister.

“Duvarcı Ustası Don Gesualdo” eseri şafak vakti kilise çanlarından yükselen korku dolu seslerle açılır: “Henüz gün ağarmamıştı. Uzaklarda, gepgeniş, kapkara Alîa düzlüğünde yalnız bir kömürcü ışığı göz kırpıyordu, biraz daha uzayıp giden Paradiso yaylasında tansökümünü ikiye biçen koskocaman alçak bir bulutun üstünde sabah yıldızı ışıldıyordu. Bütün kıra uğursuz, acıklı bir köpek uluması yayılıyordu. Ve hemen aşağı mahalleden San Giovanni kilisesinin koca çanının tok sesi geldi, o da tehlikeyi bildiriyordu; onu San Vito’nun çatlak çanı izledi ve daha uzaktan büyük kilisenin çanı; Sant’Agata çanı ise, minicik meydanın sakinlerinin tepesine iner gibi çaldı. Birbiri ardından Collegio, Santa Maria, San Sebastiano, Santa Teresa manastırlarının ufak çanları da uyanmışlardı. Hepsinden yükselen toplu çan tangırtısı karanlıkta, korku içinde, damların üstünde koşturuyordu.

-Hayır! Hayır! Yangın var! Trao’ların konağı tutuşmuş!”

Büyük bir kargaşanın ortasında koşturan insanlar, bir zamanların zengin ve itibarlı soylu ailesi Trao’ların bakımsızlıktan ve yoksulluktan harap olmuş konağında çıkan yangını söndürmek için uğraşırlar. Yanmakta olan çürümüş konağa bakan biri şaşkınlık içinde “Buralar nasıldı, hiç unutmuyorum! Trao ailesinin servetine ne oldu?” diye sormaktan kendini alamaz. Ne var ki Trao’ların konağında çıkan yangın bütün kasabayı yakıp kül edecek boyuttadır. Başta Don Gesualdo usta olmak üzere sıradan insanlar yangını söndürmek için konağı yıkmaya çalışır: “Cosimo usta dama çıkmıştı, baltayla kirişlere vuruyordu. Dumanlar tüten çatıya her yandan kiremitler, taşlar, çömlek kırıkları yağdırıyorlardı. Duvarcı merdivenin tepesinde Burgio tüfekle ateş ediyor ve öte yandan bacanın yanına mevzilenmiş Pelagatti piştovunu doldurup acımasızca boşaltıyordu.” Sanki Verga, Trao’ların yanan konağını Bastille’in ele geçirilip yıkılması gibi betimlemektedir. Trao’ların yanan konağı, aristokrasinin kaçınılmaz çöküşünü simgeler.

Restorasyon sonrası her ne kadar krallar ve onların soyluları yeniden yönetime gelse de artık toplumsal iktidarı belirleyen paranın karşı konulamaz gücüdür. Paranın bütün eski toplumsal saygınlıkları ufaladığı bu yeni dönemde aristokrasi, Trao ailesi gibi, paranın empoze ettiği tutum ve değerleri reddederek trajik çöküşünü onurlu şekilde bekler. Diğer yandan Restorasyon‘un yeni değerleri benimseyen aristokrat ise, geçmişteki ihtişamlı, eli açık ve kültürlü günlerini reddederek küçük mülk sahibinin dünya görüşüne katılır. Barones Ruberia, atalarının tiyatro kurduğu yeri harman yeri olarak kullanmaya başlar. Para kazanma hırsını Barones Ruberia “soy sop, ecdadımız... Hepsi güzel şeyler... Ama oğlumu baron yapan alın teridiydi” diye dile getirir. Balzac gibi Verga da aristokrasinin kültürel çözülmesinin önemini vurgular.

Burjuvazinin kaçınılmaz düşüşü

Aristokrasinin gerilemesi karşısında yeni palazlanmaya başlayan burjuvazi yükselmektedir. Romanda bu yeni sınıfın temsilcisi olarak Don Gesualdo usta sunulmaktadır. Görece ticarette ilerlemiş Kuzey İtalya’nın zengin şehirlerindeki kentli burjuvazinin tersine Güney’in geri kalmış taşrasında zenginleşen duvarcı ustası Gesualdo’dur. Napolyon sonrası Avrupa toplumundaki liyakat ile yükselme hırsı, dönemin Avrupa edebiyatının başat konularındandır. Verga da alt sınıfların yukarıya tırmanma başarısını Gesualdo usta karakteriyle işlemektedir.

Klasik eserlerin en temel özelliği kuşkusuz yeni zengin sınıfın köklerini okura bütün çıplaklığıyla göstermesidir. Balzac, Goriot Baba’nın devrim sırasındaki kıtlıktan yararlanarak büyük spekülasyonlarla nasıl sermaye biriktirdiğini uzun uzun anlatır. Verga da bu geleneği devam ettirir; Gesualdo’nun babasının kireç ocağında amelelik yaparken amcasıyla inşaat işine girip duvarcı olması sonrasında çalışkanlığı ve zekâsıyla kırsalda arazi spekülasyonuna girişip büyük topraklar satın almasına kadar Gesualdo’nun nasıl sermaye biriktirdiği anlatılır. Romanın kahramanı Gesualdo’nun karakteri derinlikli şekilde tasvir edilir. Eğitimsiz, ince zevkleri ve yetkin siyasi bilinci olmayan, cimriliğe varacak kadar tutumlu, onca zenginliğin içinde hala bir işçi gibi sırtında taş taşıyan, her şeyini hesaplayan pragmatik birisidir. Her şeye rağmen Gesualdo, halktan gelen birisidir, yufka yüreklidir. Asalak ve açgözlü ailesini sırtında taşıdığı gibi kolera salgını zamanı evlerini, ambarlarını yoksul, soylu demeden herkese açar. “Eugénie Grandet” romanında baba Grandet’in o gri ve soğuk cimriliğini Gesualdo’da göremeyiz. İtalya’da kapitalizm Fransa’daki kadar gelişmediği için Grandet babanın meta fetişizmine varan cimriliği, Gesualdo’nun kişiliğinde gözlemlenemez. Gesualdo, gece olduğunda odasının gizli bölümüne geçip kasasındaki altınları büyük bir sevgiyle seven Garendet’den farklı olarak, toprağın kokusuna, ağaçlardaki meyvelerin renklerine sevgiyle bakar.

Yine de Don Gesualdo’nun yüreğinde yeşerme ihtimali olan sevgi kırıntıları, kişisel çıkarı için yaptığı evlilikle ufalanıp yok olur. Gesualdo bu mantık evliliğiyle sadece yüreğini karanlıklara gömmekle kalmaz yükselişinin kaçınılmaz sonunu hazırlayacak taşları da döşemiş olur. Hızla zenginleşen Gesualdo’ya karşı yoksullaşan aristokrasinin nefreti gözle görülür hale gelir. Kasabanın ticari çıkarlarının merkezinde yer alan Başrahip Lupi, Gesualdo’ya kendisine aristokrasi içinden müttefik kazanmasının zorunluluğunu anlatır. Eğer Gesualdo aristokrat kökenli bir kızla evlenirse o da soylularla akraba olacak, böylelikle mülklerini aristokratların kıskanç bakışlarından koruyabilecektir. Burjuvazi ile aristokrasinin evlilik yoluyla sınıfsal kaynaşması Restorasyon döneminin en belirgin özelliğidir. Burjuvazi yoksullaşan aristokrasiye sermaye sağlarken, aristokrasi ise “köksüz”, hiçbir toplumsal referansı bulunmaya burjuvaziye her kapıyı açacak soyadını verir.

Hesabını kitabını iyi yapan Gesualdo, Trao’ların evde kalmış kızı Bianca ile evlenmeye karar verir. Gesualdo, iflas etmiş eski bir soylu ailenin konağını alıp evin içini soyluların zevklerine uygun şekilde döşer. Onlar gibi yaldızlı giysiler giyip asil atların çektiği arabalara biner. Bunlara rağmen, akşam yemeğinde misafirlerin yanında burnunu nasıl sileceğini bilemez. Aristokrasiyi taklit ettikçe cesareti ve güveni kırılır. Zaten onca çabasına rağmen hiçbir soylu akrabası onu kucaklamaz. Herkes ona aşağılayarak bakar.

Gesualdo’nun düşüşü tam bu noktada başlar. Verga, kendi sınıfsal ve kültürel kimliğini yaratamayan zayıf İtalyan burjuvazisinin zaafını tartışmaya açar. Kendini savunmasız ve yalnız hisseden burjuvazi, soyluların dünyasına sığınır. Taviz vermez, kendi çıkarını her şeyin önüne koyan güçlü kişiliğine rağmen Gesualdo, kaderini çökmekte olan bu sınıfla birleştirdiği için yenilmeye mahkumdur. Bianca’nın zarafetine ve iyi kalpliliğe rağmen hastalıklı bir bedeni vardır, ruhu her zaman melankolinin koyu gölgesindendir. Verga’nın çöken soylu sınıfını hastalıklı bedensel özelliklerle betimlemesinden yarım yüzyıl sonra Thomas Mann eserinde bu sefer burjuvazisinin çöküşünü hastalıklı bedenlerle tasvir edecektir. Faşizmin iktidar olduğu iki ülkenin bu iki yazarının da çöküş-bedensel hastalıklar metaforunu kullanması çarpıcıdır.

Burjuvazinin ihaneti

Aristokrasiyle kaderini birleştirmesi burjuvazinin düşüşünün nedeni değil sonucudur. İtalyan burjuvazisi en başında 1820’lerden başlayan devrimci harekete ve alt sınıflara karşı güvensiz tavır alarak köylülerin mücadelesine destek olmayacağını belli etmişti. Aşağıdan gelen mülkiyette eşitlik talepleri karşısında burjuvazi kendisini soyluluğun “güvenli” kollarına bırakmıştı. Verga, siyasi birlik sonrası burjuvazinin sırtını yoksul alt sınıflara dönmesi karşısında çıkan tartışmalara arka plan vermek istercesine romanında burjuvazinin geçmişteki “ihanetlerini” belgeler.

Gesualdo’nun kaçınılmaz düşüşünde kendi köklerine, sınıfına yabanlaşması önemli bir tema olarak işlenir. Gesualdo, yanında çalışan işçilere, topraklarını süren köylülere karşı pek hoşgörülü değildir. Onları azarlar, yan gelip yatmakla, kaytarmakla suçlar. Bir gece ansızın Başrahip Lupi telaş içinde Gesualdo’nun evine gelir: “Haberiniz yok mu, Palermo’da devrim yaptılar... Carboneria anlıyor musunuz? O güzelim yeniliği buraya da getirdiler... her köylü kendi arazi parçasını istiyor.” Sözleri üzerine Gesualdo soğukkanlı şekilde izleyeceği yolu açıklar: “Köylüler gelip kendi elleriyle alsınlar istemiyorsak, suyun yüzünde kalmalıyız. Ben köylüleri tanırım. Ne yapacağımı bilirim, merak etmeyin.” Böyle diyerek kendi mülkünü korumak için devrimi manipüle etmenin planlarını yapmaya koyulur, soylularla birlikte köylülerin devrimci hareketini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışır.

Yıllar sonra ikinci devrim dalgası Gesualdo’yu karısı can çekişirken yakalar. Kasabanın ileri gelen soyluları kendilerini korumak için “özgürlük yanlısı” bir yürüyüş için Gesualdo’dan yardım isterler fakat Gesualdo kayıtsız ve umursamaz bir tavır içindedir. Hayatındaki her şey tepetaklak aşağı gitmektedir. Soylu akrabaları onu sarsmak isterler ama başaramazlar. Halk kitlesinin bütün nefreti Gesualdo’ya yönelmiştir çünkü yıllar içinde öyle zenginleşmiş ve her şeye sahip olmuştur ki köylüler kötü giden mahsulün, pahalı buğdayın fiyatı dahil her şeyin sorumlusu olarak onu suçlar. Kitleler kapısına dayanıp onun mallarına el koymakla tehdit ederken, soylular halkın arasına karışıp kendilerini temize çıkartmayı başarır.

Verga’nın burjuvazinin sınıfsal karakterindeki zayıflığı ve ihanetini anlattığı bölümler, 2. Dünya Savaşı sonrası İtalya’da, burjuvazinin bu olumsuz rolüyle halk kitlelerinin gerçek “düşmanlarını” görmesini engelleyerek İtalya’yı faşizme sürüklenmesinin nedeni olarak yorumlanmıştır.

Gerçekçiliğin sınırları

Verga, İtalyan gerçekçiliğin en seçkin örneklerini kaleme almıştır. İtalya’nın toplumsal sorunlarını derinlemesine incelemeye çabaladığı yerlerde eseri Balzac’ın “Taşra Yaşamından Sahneler” dizisindeki eserlerinin niteliğine yaklaşır. Taşrada başta aile ilişkileri olmak üzere sosyal bağlarla mülk sahiplerinin zenginliklerini nasıl bir havuzda toplayıp sermayelerini tekelleştirdiklerini Verga, Balzac gibi inceler. Bu çıkar ilişkilerini betimlerken karakterlerin çoksesli olması kaçınılmazdır. Her bir sınıfı temsil eden karakterler, temsil ettikleri sınıfın kültürel dünyasını gerçekçi şekilde yansıtmak durumundadır. Bu noktada Verga’nın yarattığı karakterlerde çok katmanlı olmaktan uzaktır. Bir noterin betimlenmesi Verga’da, Balzac’taki kadar derinlikli değildir. Ayrıca çoksesli romanın bazı bölümlerinde bütünlüğü zayıf armoni kulağı tırmalar. Gesualdo’nın kızı Isabelle karakteri bile tüm yönleriyle okura sunulamaz.

Diğer bir nokta ise Verga’nın, devrimci ayaklanmalar sırasında halkı ve ayaklanma sahnelerini betimleme şeklidir. Öfkeli ve yarına umutla bakan köylülerin duyguları sanki sisli bir hava içinde verilir. İsyancı köylüler gölgelerden kurtulup gerçek karakterine tam anlamıyla dönüşemez. Natüralizm akımının Verga üzerindeki etkisi bu bölümlerde gözlemlenmektedir. Zola’nın işçi sınıfını betimlemedeki yüzeysellikten kaçamama zaafını, Verga köylüleri betimlerken yineler.