06 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kuaförler diyarındaki kel adam

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Polisiye edebiyat ve polisiye sinemanın ana hazzı, okuyucunun ve seyircinin kendisini bir dedektif gibi görmeye başlamasıyla belirir. “Katil kim?” öyküleri ya da katil baştan belli olsa bile polisin düğümleri çözerek onu yakalama çabası, yalnızca somut suça değil, onun ardındaki toplumsal koşullara da el atarak “kara” bir serüven sunarken, okuyucu-seyirci de bir dedektifle, polisle, hukuk insanıyla özdeşleşme eğilimindedir. Suçlunun maskesinin düşürülmesi ve yakayı ele vermesi, çivisi çıkmış düzenin yeniden tesis edilmesi anlamına gelir. Oysa “cani” olan bizzat sistemin kendisidir ve bu yüzden polisiye serüvenler çok büyük oranda karamsar bir atmosferde gelişip serpilirler.

İngiliz yönetmen Thomas Hardiman’ın ilk uzun metrajlı filmi, geçen yıl çeşitli festivallerde adından çok söz ettiren ve şu sıralarda Mubi’de gösterilmekte olan “Medusa Deluxe”, bu saydıklarımın ve daha da sayabileceklerimin hiçbirisini yapmaya yanaşmayan ama merak unsurunu katilin kim olduğu meselesi üzerinden diri tutmaya çalışan bir “polisiye”. Hardiman, bir iki yerde uzaktan ve flu biçimde gösterdiği memurlar dışında hiçbir polis-dedektif karakter kullanmadan polisiye türün yapısını bozuyor, deyim yerindeyse amuda kaldırıyor. Seyircide özdeşleşme duygusu uyandırmak gibi dertlere kapılmayan, yalnızca duyarak haberdar olduğumuz, ceset meset görmediğimiz bir cinayete odaklanan ve aslında katilin kim olduğunu da en başından beri yarı-açık biçimde ortaya koyan bir “polisiye” ile karşı karşıyayız. Haz yok, polisiye serüven duygusu yok, karamsarlık ve kara-atmosfer yok, tedirginlik pek yok, toplumsal eleştiri varla yok arası… Buna karşın bolca karakter ve bolca diyalog var.

SAÇ: BAŞIMIZDAKİ TAÇ

Londra’da düzenlenen, bizde de “Yılın Kuaförü”, “Benim Kuaförüm” gibi türevleri bulunan bir saç tasarımı-kuaförlük yarışmasının öncesindeyiz… Yarışmacılardan biri öldürülüp kafa derisinin yüzüldüğü anlaşılınca etkinlik iptal ediliyor ve kamera filmin tamamına yakın süre boyunca “tek plan” mantığıyla hiç kesintiye uğramadan stüdyonun koridorlarında, odalarında gezinmeye başlıyor. Katılımcılar, polisin gelip kendilerini sorguya çekmesini beklerken, dedikodular, kirli ilişkiler, hileler, entrikalar, kavgalar, aşklar, hatta ucu İstanbul’a uzanan yasadışı ilaç ticareti bile ortalığa dökülüyor. Saçın ve sanatsal saç stillerinin “başımızdan hiç çıkarmadığımız bir taç” muamelesi gördüğü ortamda, tekinsiz ve kel kafalı bir güvenlik görevlisi de işin tuzu biberi oluyor, ilk göründüğü andan itibaren seyirciye göz kırpıyor. Hardiman, kuaförler diyarında dolanıp duran kel kafalı bu adama öyle bir odaklanmış ki daha en başında “Katil, uşak!” demediği kalmış. Bu tuhaf evrene, öldürülen kuaför Mosca’nın eşcinsel sevgilisinin yanında gezdirdiği Pablo adlı bir bebekle de masumiyet aşısı yapıldığını da belirteyim.

KIRILAMAYAN TEK KALIP

Polisin bir türlü başlamayan soruşturması, anasının gözü organizatörün varlığı, sürekli ağlayan eşcinsel eski sevgili, yarışmacılara zaman zaman cinayeti bile unutturan rekabet duygusu ya da dikkatsizlik sonucu saçları aniden alev alan bir mankenin dramı, sürekli hareket halindeki kamera nedeniyle seyircide fazla kalıcı bir etki uyandıramadan geçip gidiyorlar önümüzden. Thomas Hardiman, bu ilk filminde kalıp kırma işine doğrusu cesaretle girişmiş ama öyküsü biraz zayıf kalmış. İlginçtir, klasik Anglo-Sakson polisiyenin yapısal kalıplarına dokunulmayan tek nokta, suçlunun, alt sınıflardan bir insan olması!
Thomas Hardiman’ın ikinci, üçüncü, dördüncü filmi nasıl olur bilmem ama “Medusa Deluxe”, 15-20 yıl sonra yalnızca “ilginç bir ilk film” olarak anımsanır ancak.