20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Liberalizmin gericiliği ve oryantalizm

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

GEÇEN hafta, Medvedev hükümetinin istifa etmesi üzerine Batı basınında, Rusya’yı hedef alan haber ve analizlere yer verildi.

Batı basını, uzun süredir Medvedev’in Rusya’da ‘liberal’ kanadı temsil ettiği iddiasından hareketle, Putin’e karşı Medvedev’in bayrak açacağı günleri bekliyordu.

Şüphesiz Medvedev ile Putin arasında politik tercihler konusunda bazı farklılıkların olduğu bilinmektedir. Fakat bu farklıklar iddia edildiği gibi, ‘özgürlüğü ve bireysel hakları’ temsil eden Medvedev’le ‘despotik geleneğin’ temsilcisi Putin arasında olarak sunulması, yüzyıllık oryantalist söylemin banal bir tekrarının ötesine geçememiştir.

Liberalizm, özelinde Rusya’yı, genelinde Asya’yı tanımlarken, demokrasi geleneğinin zayıflığı, temsili kurumların ve parlamentonun güçsüzlüğü gibi söylemleri kullanarak, despotizmi Asya’nın kaderi olarak sunuyor.

Liberalizm aynı zamanda, despotik Asya teziyle ezilen dünyanın bağımsızlığının temeli olan, merkezîleşmeyi ve merkezi yapıyı hedef almaktadır.

LİBERALİZMDEN DOĞAN ORYANTALİZM

Rusya’nın despotik devlet geleneğinin güçlü oluşundan dolayı, Batı’nın izlediği özgürlük ve demokrasi yolundan saptığı yönündeki tarihsel yorum, bir anlamda liberal ideolojiye dayanan Avrupa merkezci söylemin klasik yaklaşımıdır.

Bu teze göre, özgürlük ve demokrasi konusunda Rusya ile Batı arasındaki tavır farklılıklarını açıklayan aşikâr tarihi ve coğrafi etkenler vardır.

Rusya’nın, Asya ile Avrupa arasındaki eşikteki konumu, yabancı istilalar, büyük coğrafya, düşük nüfus gibi olgulardan hareketle, Rusya’da ‘Asya tarzı despotizmin’ ortaya çıktığı iddia edilir.

Kökleri Montesquieu’nün ‘İklim Teorisi’ne kadar uzanan, bir ülkedeki siyasi yönetim biçiminin şekillenmesinde coğrafi şartları belirleyici etken kabul eden oryantalist söylem, Soğuk Savaş döneminde Wittfogel’in ‘hidrolik toplumlar’ teziyle Sovyet karşıtı kampanyanın önemli argümanı olmuştu.

Liberal Batılı entelektüellerin, Marksizm’i ekonomik determinizm ile suçlarken, Asya toplumlarının gelişimini açıklayan modellerinde coğrafi determinizmi bilimsel kesinlikle ele almaları çarpıcıdır.

Tartışmamız açısından, liberalizmin parlamento ve demokrasi konusundaki çelişkili yaklaşımlarını açığa çıkarmak çok daha önemlidir.

Rusya’da parlamenter sistemin ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin zayıf olmasından dolayı, despotik siyasi kültürün hakim olduğunu savunanların başında, Rus liberal tarihçi Fedotov gelmektedir.

Fedotov, Rusya’nın despotik geleneğinin kökünü, Bizans’ın devletle kilise arasında ayrım yapmayan teokratik Doğu Hristiyanlığını benimsemesine kadar geriye götürmektedir.

Fedotov, "Ortaçağ Kiev Rusya’sı, özgürlüğün ilk filizlerinin belirmeye başladığı Batı ile aynı özgürlük zeminine sahipti. Rusya’nın kuzeyindeki Novgorod cumhuriyeti, Moskova knezligi tarafından zorbaca fethedilmeden önce bir halk meclisine sahip bir çeşit özgür şehir-devletti." derken Rus aristokrasisi Boyarların egemenliğini, halk iradesi ve özgürlük olarak sunmaktadır.

Kendi mantığını samimi biçimde takip eden Fedotov, bir adım daha atarak "Moğol istilası sırasında, daha sonra Korkunç İvan’ın hükümdarlığı altında Rus topraklarını birleştirip merkezîleştiren Moskova iktidarı sırasında olduğundan daha çok özgürlük alanı vardır" yorumunda bulunup, liberalizmin özündeki merkeziyetçilik karşıtlığını açıkça dile getirmiştir.

Montesquieu’nün ve sonrasındaki Batı liberal siyaset felsefesinin büyük bir titizlikle başardığı, parlamento ve özgürlük söyleminde örtmeyi başardığı çelişkileri, Fedotov berrak biçimde ortaya sermiştir.

Böylelikle parlamentarizmin arkasına saklanan liberalizmin, gizlenen gerici ve karanlık köklerini ifşa edebiliriz.

PARLAMENTARİZMİN KÖKLERİNDEKİ ORTAÇAĞ

Bir ideoloji olarak liberalizm, metafiziktir yani bazı soyut genellemeleri toplumsal yasa olarak ele alır.

Toplumdaki her bireyin kişisel çıkarının peşinden özgürce koşması sonucu, toplumsal yararın kendiliğinden ortaya çıkacağına dair genellemeye; her fikrin kendisini özgürce ifade edebilmesiyle, hakikatin kendiliğinden ortaya çıkacağına dair genelleme eşlik eder.

Diğer bir deyişle, liberalizmin karşıt fikirlerin tartışıldığı yer olarak kutsandığı parlamentonun anlamı ve işlevi metafizik bir iddiaya dayanmaktadır.

Asıl önemlisi, bu metafiziksel iddiaların hangi tarihsel olgularla ortaya çıktığıdır.

Liberalizmin parlamento vurgusunun tarihsel kavşak noktası, liberalizmin özündeki gericiliği ortaya çıkarır.

Parlamentarizmin temeli kabul edilen kuvvetler ayrılığı, mutlak monarşi hükümetine karşı aristokrasinin vergi toplama ve vergi koyma ayrıcalığına dayanan yasal imtiyazlarını savunmasına dayanır.

Kendisi de Bordeaux parlamentosunda yargıç olan, yasal ayrıcalıklara sahip Montesquieu, kuvvet ayrılığı tezini ortaya atarken, monarşinin merkezîleşme sürecini engelleyerek, aristokrasinin sınıfsal ayrıcalıklarını korumak istemişti.

Aynı şekilde, liberalizmin özündeki özgürlük söylemine derin neşter vurulduğunda, bu özgürlüğün köklerinin, mutlak monarşiye karşı yasal ayrıcalıklarını savunan, aristokrasinin merkezden özgür olma iddiasına dayandığı gözlemlenecektir.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi, geçmişteki Sezarizm ve mutlak monarşiye karşı refleksten doğmakla birlikte, modern zamanlarda bu ilkenin liberalizm tarafından savunulmasıyla, demokratik merkeziyetçilik karşıtlığına dönüşmüştür.

Jakobenizm’den Bolşevizm’e, tüm devrimler özü gereği merkezîleşmeyi esas alırken; liberalizm merkezden kaçışı, ademi merkezciliği, kuvvetler ayrılığı ilkesinden hareketle savunur.

Tocqueville gibi muhafazakar bir düşünürün bile, Fransız Devrimi’ni blok olarak görmüş, monarşinin başlattığı merkezîleşme projesinin geri dönülmez şekilde Devrim tarafından tamamlandığını söylemiştir.

Marksist Fransız tarihçi Albert Soboul da bu görüşe katılarak, Devrim öncesi Fransa’da yaklaşık 360 ayrı yasal düzenlemenin varlığına dikkat çekmiş ve Fransız hukuk sisteminin ayrıcalıklarına kıskanç biçimde sarılan aristokrasi yüzünden, yamalı bohça haline geldiğini söylemiştir.

DEVRİM VE MERKEZİLEŞMENİN DÜŞMANLARI

Fransız Devrimi’nden Rus Devrimi’ne, Türk Devrimi’nden İran, Çin devrimine kadar, ortak nokta, devrimlerle merkezîleşmenin hızlı biçimde tamamlanmasına yönelik atılımlardır.

Devrimlerin bu merkezîleşme sürecinde ortaya çıkan gerçek demokrasi, böylelikle anti demokratik liberalizmin kuvvetler ayrılığı ilkesinin ötesine geçebilmiştir.

Liberalizm, merkezîleşmenin her tarihsel kavşak noktasına karşı çıkmıştır. Korkunç İvan’dan Petro’ya, Lenin’e; 2. Mahmut’tan Atatürk’e liberalizmin bayrak açtığı şey merkezîleşme ve devrim sürecidir.

Gerici ve halk karşıtı bir ideoloji olan liberalizmin bu tarihsel kökleri gösterilerek, kuvvetler ayrılığı ilkesinin özündeki merkeziyetçilik karşıtlığının, demokratik sistemin amentüsü olarak yüceltilebilmesine karşı çıkılabilinir.

Merkezi her zaman despot, yereli her zaman özgürlük sembolü olarak gören liberalizm virüsü, Türkiye’deki tarih yazımına da bulaşmıştır.

Şerif Mardin ve onun öğrencileri de bu söylemi oryantalist tınıda yineler; sözümona Türkiye’de ‘ceberrut’ devlet, sivil toplumun yokluğundan ya da zayıflığından kaynaklanmaktadır!

Kuşkusuz bu sivil toplum ile aristokratik ve dinsel mezheplerin yasal ve toplumsal ayrıcalıkları kastedilmektedir.

Montesquieu’nin sadık öğrencileri, Rusya’da Fedotov, Türkiye’de Şerif Mardin aynı noktadan hareket eder: Özgürlük adına gericilik savunulur, parlamentarizm adına eski rejimlerin kalıntıları yüceltilir, kadim gelenek adına devrimler lanetlenir.

Ezilen dünyanın liberalleri, oryantalist söyleme yaslanarak kendi ülkelerinin bağımsızlığının temeli, merkezi yapıyı hedef alır.

Mardin’in sadık öğrencisi, siyasal islamın yetiştirdiği vasat entelektüel Davutoğlu’nun döne döne yaptığı parlamentarizm vurgusunu da bu noktadan hareketle tartışmak gerekir.