21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Özgürlüğün gerçek coğrafyası Avrasya

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Şu anda dünyada iki büyük millet var... Rusları ve Amerikalıları kastediyorum. Amerikalı, doğanın karşısına çıkardığı engellerle mücadele ediyor; Rus’un karşıtlarıysa insanlar. İlki doğa ve yaban hayatla mücadele ediyor, ikincisi bütün silahlarıyla uygarlıkla. İlkinin ana aracı özgürlük, ikincisinin kölelik. Başlangıç noktaları farklı, güzergâhları aynı değil; yine de ilahi bir irade her birinin yeryüzünün yarısına hükmetmesi için onları seçmişe benziyor”

Tocqueville, Amerika’da Demokrasi, 1835

19. yüzyılın ortalarında Avrupalılar için Amerika kıtası ve Rusya, uçsuz bucaksız coğrafyası ve sınırlarında barındırdığı “vahşi”, medeniyet öncesi halk kitleleri nedeniyle büyük bir merakla incelenmişti. Şüphesiz bu merak sadece antropolojiye ve coğrafyaya olan ilgiden kaynaklanmıyordu. Muhafazakar ve liberal Avrupalı düşünürleri başka coğrafyalara bakmaya yönlendiren, Batı’da gelişen demokrasinin daha gençlik döneminde yaşadığı açmazları aşma isteğiydi. Tocqueville, 1830 Devrimi sonrası güçlenen işçi sınıfının taleplerinin ekonomiye ve mülkiyete yönelmesini, Avrupa demokrasisini ‘vahşi dürtülere’ indirgemek anlamına geldiğini düşünüyordu. Avrupa demokrasisinin geleceğinden korktuğu için Amerika’da oluşmakta olan “katılımcı” ve “ademi merkeziyetçi” demokrasinin uygulamalarının örnek alınmasını salık veriyordu. Avrupa, yükselen iki ülkenin arasında kalmış; ya özgürlüğü temsil eden Amerika’nın ya da köleliği temsil eden Rusya’nın kaderini paylaşacaktı.

Ne var ki kehanetlerde bulunan her kitap gibi Tocqueville’in kitabı da başka coğrafyalarda bambaşka anlamlar çıkarılarak okunmuştur. Amerikalılar kitabı kendilerine yapılan bir övgü olarak değerlendirirken; Ruslar Amerika’ya yapılan keskin eleştiri şeklinde okumuştur.

Başka bir özgürlük isteği

Puşkin, Tocqueville’in bu satırlarını okuduğunda yaşadığı şaşkınlığını düşünür Çaadayev’e yazdığı mektupta dile getirir: “Tocqueville’i okudun mu? Beni çok etkiledi, dehşet içinde bıraktı... Şaşkınlıkla, demokrasiyi iç bulandırıcı sinizmi, vahşice önyargıları ve dayanılmaz tiranlığı içinde gördük. Amerikan devletlerinin bize sunulan son resmi işte böyle.” Demokrasinin, Batı medeniyetinin içerisindeki uygulamasının iç bulandırıcı bulunması, Puşkin’den sonra gelen Rus yazarlar tarafından da paylaşılmıştır. Devrimci demokratlardan muhafazakar Slavcı yazarlara kadar Batı tipi demokrasi, barbarlık kılığına bürünmüş yozlaşma olarak görülmüştü. Rus düşünsel geleneğinde Batı tipi demokrasinin açmazının kaynağı, elbette isçi sınıfının varlığı değil, yazılı anayasaların içine hapsedilen sınırlı özgürlükler olarak değerlendirilmişti. Bununla birlikte Rus yazarlar tarafından, Rusya’nın insanlığa köleciliği dayattığına dair görüşlerin bırakın kabul görmesini; Rusya, insanlığın gelecekte ulaşmayı umut ettiği ideal özgürlüğü sunacak ülke olarak görülmüştü.

Demokrasiyle özgürlük arasındaki ilişkinin Avrupa’dan tamamen farklı biçimde tanımlanmasını, bir anlamda, Puşkin 1836 tarihinde kaleme aldığı “Pindemonte” şiiriyle başlatmıştır. Puşkin, Tocqueville’e cevap verir adeta:

Şu günlerde onca kişinin başını döndüren

O meşhur haklara pek değer vermiyorum.

Keyifli vergi tartışmalarına katılmamı engelleyen

Ya da birbiriyle savaşan kralların işine karışan

Tanrılara kızıp söylemiyorum hiç;

Basının enayilerinin kafasını karıştırma özgürlüğü de

Hassas sansürcülerin kimi hokkabazlıkları

Gazetecilik oynamaktan alıkoyması da umurumda değil;

Bütün bunlar biliyorsunuz, kelimeler, kelimeler, kelimeler.

Bambaşka, daha iyi haklar var gönlümde yatan;

Bir başka, daha iyi bir özgürlük isteğim.

Puşkin gibi Dekabrist ayaklanmasını desteklemiş, basın özgürlüğü ve demokratik hakların kazanımı için mücadele vermiş bir şair, Pindemonte şiirinde bu haklara sırt çevirmişti. Birçok kişi bunu Puşkin’in yaşadığı hayal kırıklığına bağlamıştır. Ancak “daha iyi bir özgürlük isteği” Puşkin’in daha ilk şiirlerinde dile getirilmişti. 1820-21 yılları arasında yazdığı “Kafkasya Tutsağı” şiirinde Batı tarzı modernleşmeyi taklit eden Petersburg’dan kaçıp Kafkasya’nın coşkun doğasında gerçek özgürlük arayışı anlatılır:

Uzun zamandır kurbanı olmaktan,

Toplumdan kopan, doğanın dostu,

Özgürlüğün mutlu haliyle

Uçup gitti uzak bir ülkeye

Ve terk etti doğduğu büyüdüğü yurdu...

Puşkin’in, Kafkasya hakları arasında bulduğu özgürlük imgesi, Tolstoy’un “Kazaklar” kitabı ve ressam Ilya Repin tablolarıyla Rus düşünce geleneğine köklü bir şekilde kazılır. Yaratılan bu özgürlük imgesiyle Rusya’nın “bütün silahlarıyla Batı uygarlığına” karşı mücadele vermesi, Tocqueville’in kehanetlerini, bu anlamda, kısa zaman sonra doğrulamıştır.

Çitin içinde hapsolmuş özgürlüğü özgürleştirmek

Rus yazarların doğaya yönelmesi, modern toplumun uzlaşmaz çelişkilerinden kaçarak doğaya sığınan Avrupa romantizmden tamamen farklıdır. Burjuva toplumunu, insanın hayallerini ve eylemlerini sınırlayıp özgürlük alanını genişletmeye imkan vermemektedir. Rus yazarlar radikal bir özgürlüğü engin coğrafyada yaşayan bu halkların tutum ve değerleriyle yaratmak istemiştir. Puşkin “Yüzbaşının Kızı” eserinde Pugaçev ayaklanmasını lirik bir dille anlatır, modern Rusya’yı istila etmeye gelen “barbar” Tatarlar estetik yücelikle tasvir edilir. Rus edebi geleneği, Kafkas hakları üzerinden iki uygarlık arasındaki temel ayrımı ortaya koymuştur.

Anglosakson uygarlığının temeli, İngiliz kapitalizminin gelişiminde gözlemlenen “çitleme” uygulamasına dayanır. Büyük toprak sahipleri yün ticareti için, köyün ortak kullanıma ait topraklarına zorla el koyarak, köylüleri kovalar. Burjuva özel mülkiyeti ve onun üzerinden yükselen Batı hukuku, mülklerini çitlerle çeviren bu kültürün yansımasıdır. Locke’un özgürlüğün temeli olarak gördüğü çitler sadece mülkiyet sahibine özgürlük ayrıcalığı tanır. Batı medeniyeti Antik Yunan’dan modern Avrupa’ya kadar özgürlüğü her zaman özel mülkiyetle özdeşleştirmiştir.

Amerika’daki gözlemlerinde Tocqueville de çitlerin toplumsal rolünün altını çizer. Locke’tan farklı olarak Tocqueville: “Genel olarak konuşursak Amerika’dan daha az zihinsel bağımsızlığa ve hakiki bir tartışma özgürlüğüne sahip bir ülke tanımıyorum... Amerika’da çoğunluk düşünceyi muazzam bir çitin içine hapsetmiştir... Şimdiye kadar Amerika’dan büyük yazarlar çıkmamasını açıklamak için başka bir sebep aramamız gerekmez; ruh özgürlüğü yoksa edebi dehalar da olmaz ve Amerika’da ruh özgürlüğü yoktur.” Bireyselleşmeyi ve özel mülkiyeti kutsayan gelenekten gelmesine rağmen Tocqueville, Amerika’da özgürlüğün geleceğine dair çıkmazları dile getirir.

Özgürlüğün ritüeller ve siyasi kurumlarla sadece gündelik hayatın içinde tanımlanmasının yaratacağı bu sorunları Rus yazarlar, ideal özgürlük inancıyla aşmak istemişlerdi. Gerek Rus köylerinde gerekse Kafkas halklarında bütün canlılığıyla yaşayan komünal mülkiyet ve onun paylaşımcı değerleri, yazarlara özgürlüğü çitlerin içinden çıkaracak imkânı sağlamaktaydı. Aynı çit imgesini Puşkin’de de görürüz; burada çit imgesi özgürlüğün hapsolduğu yer değil, filizlenip yeşereceği çevredir:

Yükseliyordu üzerinde

Geçit vermez dağ kütleleri,

Barınağı yağmacı oynakların,

Çerkez özgürlüğünün çitleri.

Avrasya’nın kamucu ve paylaşımcı geleneğinin Rus yazarlara sunduğu ruh özgürlüğü sayesinde edebiyatın başyapıtları ortaya çıkmıştır. Rus edebiyatının, Avrupalı yazarların hiçbir zaman ulaşamadığı düşünsel, edebi zenginliğe ve derinliğine sahip olmasını sağlayan bu coğrafyanın kendisidir. “Erzurum’a Yolculuk” eserinde, Puşkin şair olduğunu söylediğinde bir asker kendisine “şair dervişin kardeşidir, ne memlekete ne de dünya malına sahiptir, evrenin efendisine denktir” diyerek selamlar. Şairi, sanatçıyı yücelten gelenek Avrasya coğrafyasının köklerinde bulunmaktadır. Osmanlı ve Safevi’de padişahların, şehzadelerin itibarı yanlarındaki şairin değeriyle ölçülürdü.

Batı toplumu büyük bir medeniyet krizi yaşarken, daha demokratik ve özgür bir dünya kurmak için artık gözlerimizi batıya çevirmekten vazgeçip, ayaklarımızı bastığımız topraklarda var olan binlerce yıllık gerçek özgürlüğün köklerinin farkına varmalıyız. Elimizden bırakamadığımız, ülkemizde en çok sevilip okunan Rus edebiyatının hangi gelenek ve coğrafyadan beslendiğinin farkına varılmalıdır. Tolstoy’a hayran olup Batı'nın estetik değerlerini ölçüt almak, uzlaştırılamayacak arzudur. Kandinsky’nin kışkırtıcı modernist çizimlerine hayran olanlar, ressamın kendisini “Cengizhan’ın varisi” olarak tanımlayıp Rusya’nın Komi bölgesindeki halkın göçebe, bozkır kültüründen ilham aldığını hatırlamalıdır.

İnsanlığın özgürlük tutkusu Avrasya coğrafyasında kor halindedir, bu coğrafyada yaşayan sanatçıların eserleriyle kor halindeki özgürlük alevlenecektir. Sanatçı Avrasya’da her zaman evrenin efendisi olmuştur, medeniyet onun eserleriyle şekillenmiştir. Batı’da sanatçının hiçbir zaman böyle bir konumu olmamıştır.