03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sağırlar diyaloğu

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

1991 yılında ABD Başkanı George Bush’un “yeni dünya düzeni”ni ilan etmesinden bu yana bütün seçimler ulusalcılarla küreselciler arasında geçiyor.

Küreselleşme ile ulus-devlet arasındaki çelişme bütün ülkelerde sağ ve sol partileri çapraz kesti. Bütün dünyada sağ ve sol partilerin bir kesimi ulusalcı, bir kesimi küreselci safta kaldı ve yeniden hizalandılar. Süreç siyasal güçleri yeniden harmanlarken, partilerin bölünmesine ve siyasal kadroların saf değiştirmesine sahne oldu, olmaya devam ediyor.

14 Mayıs seçimleri öncesi Millet ittifakı cephesi sağ ve solun küreselci kesimlerini birleştirdi. Ancak küreselleşme programının gerçekte toplumsal karşılığı yok. Yani seçmenleri küreselleşme sürecinin ulus-devletin erozyona uğramasıyla sonuçlanacak programına uzun süre bağlayamazsınız. Toplumun büyük kesimi nesnel çıkarları açısından ulusal devletin korunmasından yanadır. Milli sanayiciler, işçiler, çiftçiler ve esnaflar küresel ekonominin sıcak para sistemiyle bütünleşmiş bir sanal ekonomik düzene nihai olarak ikna edilemezler. Ne var ki bir süreliğine yanıltılabilir ve güdümlenebilirler.

Bugün Millet İttifakı Türk toplumunun nesnel çıkarlarına aykırı bir programı savunuyor ve kitleleri ikna edebilmek için bir söylem hegemonyası kurmaya çalışıyor. Erdoğan yönetimine karşı olan oyları pekiştirmek için bu seçimi de kaybederlerse şeriatın geleceğinden tutun da Türkiye’de bir daha demokratik seçim olmayacağına veya diktatörlüğün inşasının tamamlanacağına kadar her tür önyargıyı pompalıyor. Bu nedenle Millet İttifakı seçmeni panik-atak halinde. Ama karşı tarafta da durum pek farklı değil. Seçmenin bir kesimi hangi siyasal davranışın akılcı (rasyonel) hangisinin akıl-dışı (irrasyonel) olacağına ilişkin kavrayışını kaybetmiş durumda. Kendisi dışındaki her kesimin körleşme yaşadığına inanıyor. Genel seçimler bir sosyal psikoloji deneyine dönüştü: Kitleleri yeterince korkutmayı başarırsanız her istediğinizi yaptırabilirsiniz hipotezi sınanıyor!

Millet İttifakı seçmenini parlamenter sisteme dönüş gerekçesiyle ikna edenler, neden bu sistem reformunun PKK sempatizanları, FETÖ bulaşıkları, Atatürk düşmanları ve vatansızlaşmış kozmopolitlerle yapılmak zorunda olduğu konusuna elbette pek girmiyorlar. Cumhurbaşkanını beş, Meclis’i dört yıllığına seçiyoruz. Parlamenter sisteme altı ay, bilemediniz bir sene içinde geçildiğini farz edelim. Bundan sonra, içlerinde bir tane bile Atatürkçü milletvekilinin olmadığı bu ideolojik yapıyla ne tür bir ülke inşa edeceklerini düşünemez haldeler.

Öte yandan ulusalcı saflardaki temel sorun küreselciler kadar net ve kararlı olmamaları. Erdoğan bu günkü konumuna küreselci programdan çark ederek geldi. 2002-2014 arası dönemde ulusalcı sol kesimlerde kendisine karşı düşmanlık biriktirmişti. 2014’ten sonra bunlarla diyalog kurmakta başarısız oldu. Milletvekilliği sürecinde tek tek bazı isimler kendi kişisel duyarlılıklarının sonucu olan tutumlar aldılar. Ancak Erdoğan, devlet yönetiminde dar partizan yaklaşımı aşan, milli devletin küreselleşme saldırısına karşı ayağa kaldırılması işini bilince çıkarıp program temeline oturtan bir lider görünümü vermedi. Onu ulusalcı siyasetlerin kıyısına iten nesnel şartlar, hep günübirlik hareket etmesine neden oldu. Nitekim Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdit ve zorlukları göğüsleyebilecek yeni ve kuşatıcı bir hükümet bileşimi kurması önerisine sırtını döndü. Erdoğan yönetimi Türkiye cephesine hiçbir hazırlık, kadro birikimi ve programı olmaksızın savrulmuş olması nedeniyle, küreselci cepheye yönelik eleştirilerini bütünlüklü ve tutarlı bir hatta oturtmakta güçlük çekiyor. Eleştirdiği kesimlerin hareket tarzını benimseyerek HÜDA PAR gibi küreselci bir güçle işbirliği yapması ve milletvekili listelerinin belirlenmesinde geçmiş dönemin siyaset tarzını sürdürmesi bunun sonucu.

Bu kutuplaşma ortamında herkes konuşuyor ama kimse kimseyi dinlemiyor. Bir sağırlar diyaloğu yaşıyoruz. Sağduyu ve mantık ortalıktan çekildi. Kimse kendi tuttuğu yerin çelişki ve açmazlarını görmeye niyetli değil. Herkes tek taraflı olarak karşı tarafın çelişkilerini görüyor. Üstelik gördüklerinin bir kısmı gerçek olduğu için karşı tarafı körlükle, duyarsızlıkla, cahillikle vb. suçlamaya temel oluşturuyor.