21 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sosyal devlet salgına deva mı?

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Üç ay önce İngiltere’de gerçekleşen seçimlerde, Boris Johnson Brexit’i seçim kampanyasının merkezine koyarken, Corbyn ise sağlık sistemi sorununu öne çıkarmıştı.

Seçim sonuçlarından sonra Corbyn’i ‘tarihi bir mağlubiyet’ yaşamakla suçlayanlara göre başarısızlığın nedeni sağlık sistemi sorununu öne çıkartan ‘sosyalist’ programdı.

Şimdi, sadece İngiltere’de değil tüm dünyada sağlık sistemindeki sorunlar insanların gündemindeki tek konu.

Seçimlerden hemen önce bu köşede, Corbyn’in halkçı ve parasız sağlık sistemi programıyla sınıf olgusunu yeniden gündeme getirerek, İngiliz siyasetindeki değişmeyen kadim fay hatlarını kırdığı, yazılmıştı.

Üç ay sonra koronavirüs kriziyle, neoliberalizmin yarım asırlık fay hatları tüm dünyada kırılmaktadır.

Koronavirüs ile birlikte, sürekli krizler üreten kapitalizmin doğasındaki hastalıklı karakteri, berrak biçimde gözlemlenir hale geldi.

Sağlık sisteminin yapısı ve işleyişi, toplumsal ilişkilerin özünü yansıtan olguların başında gelir. Her sistemin değer ve tutumları, ahlaki kodları, sağlık politikalarıyla ölçülür.

Bugün Batı kapitalizminin merkez ülkelerinde, sağlık sisteminin içler acısı durumu, toplumdaki gerçek çatışmanın özünü, hakikati ortaya çıkarmıştır: Neoliberalizm ile geniş halk kitlelerinin kavgası!

SAĞLIKTAKİ DÖNÜŞÜM VE MÜLKSÜZLEŞTİRME

Eski Rejimin hiyerarşik, kast sistemini yıkan burjuvazinin, kendi toplumunu yaratırken insanlığa en büyük vaadi, herkesin mülk sahibi olabileceği, eğitim ve liyakatle yükselebileceğiydi.

Eğitimin burjuva toplumunda neredeyse fetişizm haline gelmesinde temel neden, en fakir ve sıradan insanın dahi eğitimle, liyakatle yükselebileceği, zenginleşebileceği, mülkiyet sahibi olabileceğine olan sarsılmaz inançtı.

Kitlesel ve demokratik eğitim, Batı’nın merkez ülkelerinde bile 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilmişti.

‘Kıt kaynakları, sonsuz ihtiyaçlar karşısında rasyonel kullanma’ anlayışına dayanan kapitalizmin, milyonlarca eğitimli insana sınırlı sayıdaki mevkileri ve mülkleri verebilmesi zaten imkânsızdı!

Sürekli toplumsal eşitsizlikler üreten kapitalizm, yine de Altın Yıllar’da eğitim ve liyakatle toplumsal geçişleri görece de olsa demokratikleştirebilmişti.

Kapitalizm, dünya savaşlarının neden olduğu yıkım ve dünyanın üçte birinde sosyalizmin bayrağının dalgalandığı koşullarda, toplumsal zenginliklerini sınırlı şekilde de olsa, tabana yaymak zorunda kaldı.

Böylelikle alt sınıfın, işçinin, köylünün, zanaatkârın en ışıltılı düşleri, sistem içinde mülk sahibi olmak ve eğitimle çocuklarını daha üst sınıflara fırlatmak oldu.

Tasarrufla, eğitimle, liyakatle kuşaktan kuşağa biriken mülklerin tılsımlı çekiciliği, 1970’lerdeki neoliberalizm politikalarıyla son buldu.

Şimdi bu zenginliklerin geri alınması zamanıydı. Sendikaların yasaklanması, kamu kurumlarının özelleştirilmesiyle sistem, alt sınıflara devlet eliyle gelirin pay edilmesinin önüne geçti.

Eğitimi özelleştirerek, üç yüz yıllık kendi mitini yıktı, alt sınıfların yükselmesinin önüne duvarlar ördü.

En önemlisiyse, sağlık sistemini özelleştirerek, on yıllarca alt ve orta sınıfın biriktirdiği zenginliklere el uzatarak, kutsadığı özel mülkiyeti fahişeleştirdi!

Bundan dolayı sosyal devletten neoliberalizme geçişteki en trajik yıkım sağlık sisteminde yaşandı çünkü, mülk sahibi olmuş geniş kitleler sağlık sisteminin özelleştirilmesiyle, mülklerini kaybetmeye başladı.

Marx’ın basit biçimde gösterdiği gibi, kapitalizmin sermaye birikimi rejimi “mülksüzleştirerek mülkleştirme” diyalektiğiyle hareket eder.

Geniş kitleleri mülksüzleştirerek, toplumsal zenginliğin küçük bir azınlığın elinde toplanabilmesi, kapitalizmin temel yasasıdır.

Sağlık sisteminin özelleştirilmesiyle de bu amaçlanmıştı. Beş kuşak boyunca biriken zenginlikler, ölümcül hastalıklar karşısında bir ayda, bir yılda kaybedilmekte, on yılların emeği ölümün kaçınılmaz hakikati karşısında, paralı sağlık sisteminin çarklarında erimiştir.

Sosyal devletle 30 yılda elde edilenler, paralı sağlık sistemiyle bir kuşakta kaybedilmiştir.

Bugün dünyadaki büyük ve keskin gelir adaletsizliğinin ortaya çıkmasında, kapitalizmin sağlık sistemini özelleştirerek alt ve orta sınıfları mülksüzleştirilmesinin payı büyüktür.

Dünyadaki gelir adaletsizliğinin ve toplumsal eşitsizliğin derinleşmesinde, sağlıktaki neoliberal dönüşümün rolü belirleyici olmuştur.

Bugün koronavirüs kriziyle, felce uğrayan kapitalizmin ‘hastalıklı’ sağlık sistemiyle birlikte keskinleşen toplumsal eşitsizliğin de gündeme gelmesi kaçınılmazdır.

Sosyal devlet salgına deva mı? - Resim: 1

KRİZ VE SOSYAL DEVLET YANILGISI

Bu eşitsizlikler gündeme geldiği için, merkez kapitalist devletlerde özel hastaneleri kamulaştırma uygulaması başlamıştır.

Her krizde olduğu gibi kapitalizmin, liberalizmin vaazlarının kendisini felakete götürdüğünü fark ederek, kutsal ideolojisine aykırı biçimde, devletin piyasaya müdahalesi gerçekleşir.

Dünya savaşlarıyla yıkımın eşiğine gelen kapitalizm, devletin ekonomiden eğitime ve sağlığa müdahalesiyle burjuva toplumunu ayakta tutabilmişti.

Bugün de sistem, karşılaştığı büyük kriz karşısında yeniden devletin müdahalesini gündeme getirdi ve özel sağlık kurumlarının kamulaştırılması belli ölçüde gerçekleşmeye başladı.

Bu noktada iki sorun ortaya çıkmaktadır.

İlki geçmişteki kamucu politikalarla, bugünkü kriz anındaki kamulaştırmaların birbirinden farkıdır.

Her kavram gibi, kamuculuk da tarihin belli bir zamanındaki verili sınıf ilişkileri bağlamında anlam kazanır.

Keynesyen politikaların hangi koşullarda, hangi sınıfsal ve dünya dengeleri içinde, hangi araçlarla uygulanarak, sosyal devletin ortaya çıktığı başka bir yazının konusudur.

Fakat bugün İspanya’da özel hastanelerin kamulaştırılmasının ne Keynesyen politikalara dönüşle ne de sosyal devlete yönelmeyle ilişkisi vardır.

Herhangi bir kriz döneminde devlet batık bankalara, iflasın eşiğindeki büyük fabrikalara el koyup batmasını engelleyerek, sermaye sahibi kesimi kurtarır ve iflasların maliyetini halka yayar.

Koronavirüs krizi karşısında da kapitalist devlet, kısa süre içinde batacağı anlaşılan özel sağlık kurumlarını alarak, bu sermaye kesimini kurtarmış ve bunu popülist söylemle halkçılık, kamuculuk olarak sunmaktadır.

2008 krizi sonrası ABD hükümeti General Motors’u kamulaştırdığında ABD sosyal devlet yoluna girmediyse, bugün de ne İspanya ne Fransa ne İtalya ne de Türkiye sosyal devlet yoluna girmeyecek, giremeyecektir.

İktidarda bulundukları on yıllar boyunca en vahşi neoliberal politikaları uygulamış partilerin kamuculuğa döneceklerini beklemekse en iyimser şekliyle, hayalperestliktir.

Kaldı ki, kaybedilmiş bir dava neden savunulur? Başarılamamış, zaaf ve eksikleri nedeniyle yıkılmış sosyal devlete dönmeyi gerçekten istiyor muyuz?

Sosyal devleti arzulasak bile, yarım asırlık neoliberalizmin yıkımları sonrası sistem içinde bunun yeniden inşa edilebilmesi ne derece mümkündür?

Büyük toplumsal kriz zamanlarında, var olan normlar yıkılır, istisna, olağanüstü durumlar kaçınılmaz hale gelir. Bu anlarda kitlelerin bilinçleri var olan siyasi ve etik normları aşar, geleceğin daha adil ve eşit yarınlarına ulaşmak ister.

Geçmişte kalmış, kaybedilmiş güzel günlere kriz dönemlerinde dönmek imkânsızdır. Krizlerde ya çöküşler yaşanır ya da sınırları aşan sıçrayışlar, yükselişler.

osyal devleti görmüş yaşlılar neoliberalizmin kendilerini ölüme terk ettiği görürken, eğitimli torunlarıysa kendilerini işsiz ve güvencesiz bırakan neoliberalizmin karşısında, sosyalizmi yeniden keşfediyor.

Dünyanın her yerinde, özellikle Batı’nın merkezinde, Çin’in başarısı ve sosyalizmin erdemleri konuşulurken, sosyal devlete sığınmak, muhafazakârlıktır.

Çok daha önemlisi, her krizden yeni bir sermaye birikimi rejimi ve buna bağlı olarak yeni toplumsal ilişkiler yaratarak ayakta kalan kapitalizmin de yine toplumu daha da baskılayarak, kontrol ederek krizden çıkış imkânı vardır.

Tarihteki hiçbir kriz kapitalizmin kendiliğinden yıkılmasına neden olmadığı gibi, sosyalizm de kendiliğinden gerçekleşmedi.

Kapitalizm krizden çıkış için toplumsal ilişkileri köklü biçimde dönüştürmeye başladığında, sol da meydan okuma için sağlam bir zemine kavuşacaktır.

Eğer gözlerimiz geçmişte kalmış sosyal devlete takılıp kalırsa, önümüzde gerçekleşecek tarihsel kırılma anını kaçırmış olacağız.