20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tolstoy: Keskin ahlaki ve politik ilkelerle yeni bir dünya yaratmak

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

“İçimizde uzak gökyüzünün, uzak ülkelerin özlemi

Bırakalım kıyılarını köhne Avrupa’nın;

Ben, yorgun kiracısı yeryüzünün, bambaşka alemler arasındayım;

Ey özgür okyanus, selamlıyorum seni.”

Puşkin, 1823

Tolstoy: Keskin ahlaki ve politik ilkelerle yeni bir dünya yaratmak - Resim: 1

Ilya Repin, 1887

Edebiyat tarihinde, birbirine taban tabana zıt, iki farklı Tolstoy betimlemesi eleştirilemez olgu olarak sunulur: Birincisi sanatçı Tolstoy, diğeriyse son dönemlerde yaşadığı bunalımlardan sonra, kendi eserlerini dahi yadsıyan, ahlaki yazılar yazan Tolstoy.

Bu görüşe göre ahlakçı Tolstoy kendi yaratıcı sanatını bastırmıştır. Oysa, Tolstoy’un ilk dönem eserlerinden, genç yaşta tuttuğu günlüklere kadar dağınık ve örtük şekilde bu ikili durumun, ahlakçı-sanatçı Tolstoy’un hep iç içe olduğu görülür.

Rus edebiyatında ahlaki sesin gücü, başka hiçbir edebiyatla kıyaslanamayacak ölçüde baskındır.

Tolstoy başta olmak üzere Gogol, Dostoyevski gibi, Rus edebiyatını farklı ve yaratıcı kılan bu ahlaki çıkış noktasıdır. Rus yazarların sanatsal yaratıcılıklarıyla tinsel ahlaki duruşları her zaman yan yana bulunmuştur.

BATI DEĞERLERİNİN YADSINMASI

Her eğitimli, soylu Rus genci gibi Tolstoy da soluğu Avrupa’da almakta gecikmez. Paris başta olmak üzere İtalya’nın, Almanya’nın birçok şehrini dolaşır.

Özellikle günlüklerine not ettiği, Turgenyev ile birlikte İtalya’ya yaptıkları gezinin ayrıntıları çarpıcıdır. Seyahatin rotasını elbette kendisinden büyük, usta bir yazar olarak Turgenyev çizmiştir.

Tolstoy’un yaratıcı dehasını ilk fark eden ve ilk dönemlerinde Tolstoy’un üzerinde belli bir etkisi olan Turgenyev’dir.

İki sanatçı Roma, Venedik, Milano gibi görkemli şehirlerin müzelerinde ve tiyatrolarında unutulmaz zamanlar geçirir. Ne var ki Turgenyev için bu eşsiz izlenimler, Tolstoy’un günlüklerinde en sıkıcı ve kasvetli anlar olarak betimlenir.

Bu günlükler okunduğunda daha ilk eserlerini veren genç Tolstoy’un, ileride Turgenyev ile nasıl bir çatışmaya gireceği gözlemlenebilir.

İleride aralarında ortaya çıkacak siyasi ve ahlaki kutuplaşmaya paralel olarak, çok farklı edebiyat yazımını doğuracak çatışmaların ilk gerilimlerini bu gezide görmek öğreticidir.

Tolstoy Turgenyev’in aksine, gördüğü klasik Avrupa mimarisinden de sanatından da hiç etkilenmez. Avrupa’nın klasik kültürünü ne kadar yüzeysel, ruhsuz bulduğunu not eder.

Gezi boyunca Tolstoy’u etkileyen ve üzerine uzunca betimlemeler yapmasına yol açan tek bir olay vardır. Napoli’de antik kalıntıları gezerken rastladığı, çobanlık yapan erkek çocuğunun “simsiyah gözleriyle insanın derinliklerine bakan” bakışları Tolstoy’u sarsar.

Şüphesiz bu gezide Tolstoy üzerinde en derin etkiyi bırakan şehir Paris olur. Turgenyev ile birlikte şehri baştan aşağı dolaşır, gözlemler yapar, notlar alır. Bir akşam gittikleri opera sonrası Tolstoy’un keskin ve delici gözleri Paris’in sefaletini görmekte gecikmez. Duyduğu rahatsızlığı Turgenyev ile açıkça paylaşır.

Turgenyev, Annenkov’a yazdığı bir mektubunda operaya gittikleri o akşama değinir:

“Paris’in onun ahlak ölçülerine hiç uymadığı kesin. Ne garip bir adam hiç böylesini görmedim. Onu tam olarak anlamaya çalışıyorum. Şair, Kalvinist, fanatik her şey var. Kimi yönden Rousseau’yu andırıyor ama ondan daha dürüst, yüksek bir ahlak anlayışı var ama sempatik değil.”

Turgenvey ‘Rousseau’ benzetmesiyle farkında olmadan Tolstoy’un izleyeceği yolu tarif etmiştir: Tolstoy genç yaşında girdiği edebiyat çevresinde Rousseau gibi ‘vahşi’, ‘yabani’ bulunarak dışlanmış, ahlaki söylevleri bu çevreyi hep rahatsız etmiştir.

POLİTİK İDEALLERLE YEŞEREN SANAT

Daha genç yaşta Kazan’da üniversite okurken insanın ruhunun kurtuluşu üzerine düşünen Tolstoy, “Köyümüze döndüğümüzde ne işe yarayacağız? Öğrendiklerimizi hangi işte kullanacağız” diyerek üniversiteyi bırakıp köyüne döner.

İlk gençlik yıllarından itibaren hayatın anlamını sorgulamış, nasıl bir hayat tercih ederse daha soylu ve ahlaklı olabileceğinin cevabını aramıştır. Bulduğu cevap kendisini köyüne adayıp, köyünü kalkındırmak, cehalete ve yoksulluğa karşı savaşmak olur.

Tolstoy, Rusya’nın ilerlemesinin halkın eğitimine dayandığını düşünerek Avrupa’nın birçok okulunu gezip Batı’daki eğitim metotlarını incelemiştir. Vardığı sonuç önemlidir: “Her şey ezbere! Çocuklara korku salıyor ve onları serseme çeviriyor.”

Rousseau’nun Emile eserinden çok etkilenen Tolstoy, “Rus halkının bağrından beklenmedik, yepyeni şeyler çıkarmak” için uzun yıllar pedagoji üzerine çalışır, köyde okullar açar.

Paris’te bulunduğu sırada hırsızlık yaptığı için giyotinde idam edilen bir genci izleyen Tolstoy sarsılır:

“Kafkasya’da savaştayken çok canavarlık gördüm. Bu çok gelişmiş ve zarif makineyle sağlam ve gürbüz bir insanın bir saniye içinde öldürülmesini, önümde bir insanın paramparça edilmesinden daha iğrenç buluyorum. Savaş durumunda aklın süzgecinden geçmiş bir irade yoktur, yalnızca insani bir tutkunun son derece şiddetli bir görüntüsü vardır. Burada ise inceliğe varacak derecede bir sükûnet ve konfor içinde işlenen bir cinayet vardır.”

Rousseau’nun sadık öğrencisi olan Tolstoy, bu olaydan sonra uygarlığa eleştirileri daha da sertleştirir, “ilerlemeyi saçma” bulur, “Uygarlık kabak tadı verdi” der.

Yozlaşmanın nedenleri olarak “entelektüel elitleri, modern eğitim sistemini ve modern kurumları” gören Tolstoy, Rousseau’nun bile artık imkânsız olarak gördüğü “doğaya-toprağa dönüş” fikrini savunur.

Kafkasya’da geçen ölümsüz eseri Kazaklar ile Tolstoy bu fikri yeniden canlandırmak istemiştir. Batı’nın klasik estetik değerlerini bir kenara koyan Tolstoy, Rusya’nın sunduğu büyüleyici coğrafyada uygarlıktan uzak, ‘bozulmamış’, ‘soylu vahşi’ insanların hayatını anlatır.

Savaş ve Barış, Anna Karenina, Diriliş gibi olgunluk eserlerinde Tolstoy’un estetik anlayışının, Avrupa kültürünün içinde kolayca sindirilemeyecek denli yeni olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Ilımlı liberal demokrat olan Turgenyev’in Batı kanonuna uygun eserlerine karşı, taban tabana zıt estetik ilkelerle eserlerini kaleme alan Tolstoy’un sanatındaki özgünlük, onun siyasi ve ahlaki ilkelerinde aranmalıdır.

TOLSTOY'DAN LENİN'E RUS KÖYLÜSÜ

Olgunluk dönemindeyse ihtiyaçlarını sınırlandırarak, köylü gibi yaşayan, et yemeyen, doğaya ve toprağa dönen kont Tolstoy’un yaşadığı Yasnaya Polyana Köyü, dönemin edebiyatçıları için kutsal topraklar gibi görülüp ziyaret edilmiştir.

Bütün ritüellerden, dogmalardan, mistik yanlarından arınmış dinsel görüşlerini dile getiren Tolstoy, sadece eserleriyle değil ahlaki ve politik duruşuyla da dönemindeki düşünürleri derinden sarsar. Birçok edebiyatçı Tolstoy’un vurucu fikirlerinin etkisi altına girer.

Bununla birlikte, demokratik devrimci hareketlerin gittikçe güçlendiği, kentteki işçilerin örgütlü şekilde politik sahneye çıkmaya başladığı dönemde Tolstoy’un ‘kişinin doğada ahlaki yetkinleşmesi’, ‘kötülüğe karşı şiddete başvurmama’ doktrinleri sert şekilde eleştirilir.

Tolstoy’un kökten kenti, modern toplumu yadsıması onun işçi sınıfını “yozlaştırılmış mujik” olarak görüp küçümsemesine neden olmuştur.

Özellikle Gorki, Çehov gibi alt sınıflardan gelen, ilerlemeye, kültüre inanan yazarlar Tolstoy’un ‘köylü ütopyasına’ ciddi eleştiriler getirmiştir.

Her ütopyada olduğu gibi Tolstoy’un köylü ütopyasında da sistem eleştirileri bulunmaktadır. Baskıyı, sömürüyü eleştiren, çarlık yönetimiyle yozlaşmış kiliseye yılmadan saldıran, devrimcilere sahip çıkan, savaş karşıtı duruşu ve en önemlisi II. Nikolay’a mektup yazarak özel mülkiyetin kaldırılmasını savunacak kadar radikalleşen Tolstoy, Rusya’nın vicdanı olmuştur.

Lenin, Tolstoy için “O bizim en büyük gerçek ressamımız. Bu otantik konttan önce Rus köylüsünü betimlemeyi kimse beceremedi” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Ancak Lenin, Tolstoy’un ütopyasında Rus köylüsünün derin özlemlerini dile getirmekle birlikte “Tolstoyculuk Doğulu bir rejimin ideolojisidir, Asya tipi bir rejimin ideolojisidir” diyerek Tolstoy’un bakışlarını geçmişten kurtaramadığının altını çizer.

Şüphesiz, Tolstoy köylülere yaklaştıkça bakış açısı daralır ve köylülükle iç içe geçer. Köylü sınıfının bazı değerlerini eleştirmekle birlikte, bu sınıfın dünya görüşüne bütünsel eleştirisini yapamaz.

Bundan dolayı ileride çarlık rejimi ve kilisenin bütün kurumlarını, değerlerini yerle bir edecek köylülerdeki devrimci potansiyeli göremez, köylülerin kentlerdeki işçilerle olan kader birliğini duyumsayamaz.

Bütün politik sınırlarına rağmen, köylülerin doğasındaki canlılık, dirilikle beraber vurucu, basit ve coşkulu dili, Tolstoy’un da dili olur ve Tolstoy bu dil sayesinde edebiyat tarihinin en sarsıcı ve unutulmaz sözlerini dünyaya duyurur. Sakin, durağan, eşitlikçi köy komünü özlemi Tolstoy’un da ütopyası olur.

Asıl önemli nokta, bugün dünyanın her köşesinden Batı’nın değerlerine kökten eleştiriler getirilirken, bu coğrafyada Batı karşıtı siyasi ve edebi kültürü yaratan Tolstoy ve Lenin gibi büyük düşünürlerin, Asya’ya bakışlarındaki çelişkiler tartışılıp derinleştirilmelidir.

O zaman Asya Çağı’nın hangi siyasi ve kültürel değerler üzerinde inşa edilebileceğini gerçekçi temelde tartışabiliriz.