18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Üç İstanbul

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Şiirlerinin, oyunlarının yanı sıra tek bir roman bıraktı bize Mithat Cemal: Üç İstanbul (1938)… Tek bir roman, üç roman gibi okunuyor; iç içe girmiş, birbirini tamamlayan, birbiriyle bütünleşmiş üç roman…

İstanbul elbette küçüktü o yıllarda, Mithat Cemal sanki biraz daha küçülterek bir romana sığdırmış koca kenti; hemen hemen her sınıftan, her kesimden insan var Üç İstanbul’da. Bir kent kadar göze büyük görünen köşklerin, konakların, yalıların yanı sıra oyuncak gibi küçük evler de var.

Adnan’ın en başta yazar kimliğini öğreniyoruz; yaratma sıkıntıları içinde bir yazar olarak tanıyoruz. Bir tadımlık okuyoruz da yazmakta olduğu romanından, tıpkı Mithat Cemal gibi yazan bir yazar… Yazarıyla kahramanı arasındaki benzerlikler gittikçe çoğalacaktır ama kahramanını kendisinden uzaklaştırmasını, onu gerçek bir roman kahramanı yapmasını da bilecektir Mithat Cemal.

Bir dönem romanıdır Üç İstanbul. Ben “konak romanları” arasında görürüm Üç İstanbul’u, böyle bir roman öbeği olmasa da… Eşyasıyla, insanıyla, gelip gidenleriyle, aşçısıyla, kalfasıyla, atıyla arabasıyla konaklar, yalılar güzel anlatılır. Köşklerle, yalılarla birlikte bir şehir anlatılır sanki. Rauf Mutluay Üç İstanbul’dan söz ederken, gene bir dönem romanı olan Halide Edip’in Sinekli Bakkal’ına gönderme yapar. Üç İstanbul’u okurken Ben Refik Halit Karay’ın İstanbul’un Bir Yüzü’nü daha yakın bulmuştum bu romana

Büyük göçlere neden olan 93 Harbi Osmanlıyı sarsan önemli olaylardan biridir. Savaştan, düşman süngüsünden çoluğuyla çocuğuyla kaçan insanların sefaletini bir başka anlatır Mithat Cemal Kuntay: 93 Harbi’nde üç şeyin hududu yoktur: Hastalığın, açlığın, vatan toprağının! 93 muhaciri Edirne’de gömleğini, Ayastafanos’ta etini, İstanbul’da derisini kaybetmiştir. Batmakta olan İmparatorluğu, çöküşün nedenlerini okuruz şu satırlarda: “İstanbul’da üç şapka vardır. Çamlıca tepesinden evvel bu üç şapka görülür. Reji’deki Ramber’in, Duyunuumumiyeci Berje’nin, şimendiferci Hügnen’in kafasında duran üç serpuş! Bu üç şapka, bu üç kafadan bazan kaldırıma iner, bazan bulutlara fırlar. (…) Osmanlı İmparatorluğu denen bu üç uşak odasını bu üç şapka idare eder…” (s. 90) Osmanlının çöküş yıllarını anlatırken çok sert ve acımasızdır Mithat Cemal.

Hidayet’in konağı Adnan’ın sık gittiği yerlerdendir, özel ders verdiği iki güzel kız sayesinde iki konağa daha girip çıkmaktadır. Aşk-ı Memnu ya da Eylül’de anlatılan köşklerden farklı olarak Üç İstanbul’da anlatılan köşklerde siyaset konuşulur, fikir tartışmaları vardır. Mithat Cemal’in anlattığı konaklarda, köşklerde ülke sorunları tartışılır, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu ve herkesin korktuğu, ama sövmekten de geri durmadığı Abdülhamit konuşulur en çok da. Ders verdiği Belkıs’ın kocası Miralay Hüsrev bağıran bir sesle şunları söylemekten çekinmez:

“Tenkit mi? Alman imparatoru tenkit edilir; bizimkine ancak sövülür…” (s. 162)

İstibdat döneminde jurnal bir geçim yoludur; kimsenin kimseye güven duymadığı bir dönemdir Abdülhamit dönemi. Nükteli bir anlatımı var Mithat Cemal’in, bu nükteli anlatım hem kendi dilinde, hem kahramanlarının dilinde güzeldir, hoştur. Okurların gözleri yorulduğunda işledikleri gizli bir suçtur romanlardaki bazı konuşmaları atlayıp geçmek... Bu romanda bundan özellikle kaçınmalısınız… Adnan’ın yakın arkadaşı Raif’le Abdülhamit’i konuştuğu şu bölüm o nükteli konuşmalardan biri:

-Deli mi? Altından tahtını al, bak nasıl akıllanır.

Adnan:

-Doğru düşünmüyorsun; bu adama hekim de deli der, hâkim de… Zaten bu Osmanlı hanedanı Dostoyevski’nin Karamazof ailesine benzer: İçlerinde dâhisi var, budalası var; sarhoşu, delisi var; kâtili, bestekârı, şairi var; ne ararsan var. (s. 144)

Adnan, Abdülhamit konusunu bitmez tükenmez bir enerjiyle tartışır, her yerde, her fırsatta...

“Memleket efendimizin sayesinde Avrupa’ya döndü” diyen Müşir’le konuşurken de gerçek Düşüncesini saklamaz:

“-Yalnız bir farkla paşa hazretleri, dedi. Mektepsiz, gazetesiz, efkarı umumiyesiz, hürriyetsiz bir Avrupa!” (s. 208)

Mithat Cemal, tarih ve siyasetin çok konuşulduğu köşk ortamlarını anlatırken, ince gözlemlerle, kimi ayrıntılarla, ustaca yapılmış ruh çözümlemeleriyle bu bölümleri bir tarih dersi olmaktan kurtarır, didaktik öğeler roman tadını bozmaz. Tesadüfler güzelleştirir çoğu zaman romanları, ancak çok iyi anlatılırsa... Tesadüfler bu romanda da önemlidir, okurun itiraz edemeyeceği kadar güzel anlatılır.

Kalpağın moda olduğu dönem gelir sonra… Cumhuriyet kurulur... İttihatçı Adnan Ankara’dan beklediği ilgiyi görmez, bir düş kırıklığı daha yaşar. Öldüğünde cenazesini dokuz on kişi kaldırır. Okuma önerisi:

1. M. C. Kuntay, Üç İstanbul, Sander Yayınları, İstanbul 1976.

2. Gül Gülsün Yıldız, Seni Koruyan Kadınlar Var Bu dünyada, H2O Kitap, İstanbul 2019.