03 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Milletin makûs talihi

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Yıllar önce arkadaşlar arasında söyleyip eğlendiğimiz bir tekerleme vardı: “Çünkü malum Kuzey Atlantik Paktı’nın sadık şürekâsı arasındaki tesânüde bağlı hür milletlerin bekası.” Galiba Ankara Sanat Tiyatrosu ya da Halk Oyuncuları’nın sergilediği bir oyunun repliği idi. Özetle, özgür ulusların varlığı NATO üyeleri arasındaki dayanışmaya bağlıdır, diyor.
Bu “dayanışma”nın Türkiye’ye maliyeti çok yüksek oldu. 1974’te Kıbrıs Harekâtı’nı, Ege hava sahası ve kıta sahanlığı gibi sorunları bir yana bırakırsak, Türkiye’nin dış politikası 1950’lerden itibaren Kuzey Atlantik yıldızının kılavuzluğunda, Amerikan emperyalizminin dümen suyunda yol aldı. Bu uzun yıllar boyunca ülkemizi yönetenlerin gözü kulağı Batı’ya, cephesi ve nefreti kuzeye dönük kaldı. Batı Asya’ya ise arkamızı döndük. Doğu’yu Batı’nın gözüyle gördük, kendi bölgemizde olup bitenleri Batı’nın yayın organlarından, yazarlarından öğrendik. NATO’ya yaslanıp bölgemizdeki ülkelere ağabeylik tasladık.
1952’de Tunus ve Cezayir’in bağımsızlığı için Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamada Türkiye “çekimser” kalarak Fransız sömürgeciliğine örtülü destek verdi. 1955’te üçüncü dünya halklarının Bandung Konferansı’nda Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, yakın zamanda bağımsızlığını kazanmış Asya ve Afrika ülkelerine ABD ve Avrupa’nın gösterdiği yoldan şaşmamalarını tavsiye etti. Mustafa Kemal’in Sadabat Paktı’nı (1937) bırakıp Sovyetler Birliği’ne karşı NATO’nun bölgesel taşeronluğunu yapan CENTO’ya (1955) girdik; Mısır ve Suriye’yi karşımıza alarak Arap ülkelerini böldük. İran ve Pakistan’la birlikte ABD’yle ikili anlaşmalar imzaladık. Eisenhower Doktrini’nin ve sonraki Yankee doktrinlerinin bölgedeki temsilcisi olduk.
En vahimi, nükleer Jüpiter füzelerinin İncirlik Üssü’ne yerleştirilmesini kabul ettik. Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Beyazıt Karataş yakın zamanda İncirlik’teki nükleer füzeleri bir askeri uzman titizliğiyle neredeyse gözümüzün içine soktu. Öyle ayrıntılar verdi ki sonunda TBMM İncirlik’te 50 tane nükleer silah olduğunu açıklamak için araştırma (!) yapmak zorunda kaldı.
Günaydın, Türkiye! Mehmet Ali Aybar Meclis kürsüsünde “35 milyon metrekare vatan toprağı ABD işgali altındadır” dediğinde sene 1965 idi. Sinan Cemgil de 1971 yılında arkadaşlarıyla birlikte Kürecik’teki Amerikan üssünü basmaya giderken Nurhak dağlarında jandarma kurşunuyla can verdi.
Aslında Varşova Paktı dağıldığında (1991) Türkiye’nin NATO’dan çıkma konusunu ele alması gerekiyordu. Devlet aklı gecikmeli çalışıyor. NATO’yu bir sorun olarak görmek için Amerikan Conisi’nin PKK’yle bütünleşip sınırlarımızda ordu kurmasını beklediler. NATO tatbikatında Mustafa Kemal ile Reis’in hedefe konulması bardağı taşıran son damla oldu. Sayın Bekir Bozdağ, “Alçaklıktır, rezalettir!” diye bağırdı.
Bunlar çok önemli gelişmeler. Fakat NATO’dan çıkmak o kadar kolay değil. İktisadi ve mali olarak bağımlı olduğumuz bir sistemin askeri kanadından çıkmamız ülkenin dış müdahaleye daha açık hâle gelmesinden başka sonuç vermez. Günümüzde, İsmet İnönü’nün tarihi kişiliği, siyasi karakteri ve özgüveniyle “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini alır” diyebilecek bir devlet adamı da göremiyoruz. Bu yüzden toplumsal ve siyasi mutabakata, diplomatik ve askeri birikimden yararlanacak geniş tabanlı bir yönetime ihtiyaç var.
Devlet aklı, böyle bir durumda derhal harekete geçmeyi gerektirir. Her şeyden önce kritik ekonomik sektörlerde kamulaştırmaya gidilmeli, her türlü özelleştirmeden vazgeçilmeli, başta tarım olmak üzere her alanda üretime öncelik verilmelidir.
Bunun yanı sıra, Başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçilmeli, Türk Ordusu’nun emir komuta birliği yeniden sağlanmalı, GES yeniden Genelkurmay’a bağlanmalı, askeri okullar açılmalı, askeri hastaneler orduya iade edilmeli, ulusal askeri doktrin oluşturulmalı, sahra talimnameleri yeniden yazılmalıdır.
Bu satırları okuyanların şöyle dediğini duyar gibiyim: “Başka sıkıntın var mı? AKP bunları yapabilir mi?” Bence bunlar bütün yurtseverlerin sıkıntısı olursa milletin makûs talihini değiştirme imkânı doğar.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019