15 Temmuz ve Büyük Savaş

Aslında bir darbe girişiminden öte bir zaviyede “işgal provası” olarak da kayıtlandı,

Yıllarca “ne istediyse alan” gladyo aygıtı, “mülkün mührüne” el atınca, yollar ayrıldı.

15 Temmuz, yalnız dönemin değil, geriden gelen yılların “siyaset artı tarikat koalisyonlarının” yıkımını, zararlarını ve toplumsal maliyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

15 Temmuz, gerçekte “büyük savaşın” “olgunlaşmış” ve kaçınılmaz bir muharebesidir.

O meşum geceden sabaha ‘muharebeyi’, Hükümet, halkla birlikte kazanmış; demokrasiye bağlı asker ve polisler Cumhuriyet’e siper olmuştur.

Büyük savaş ise sürecektir… Büyük savaş, iç cephede cehalete, yoksulluğa, kültürel yozlaşmaya, dış cephedeyse, Atlantik emperyalizmine karşı verilmek gerekecektir.

DÜŞMANIN KARARLILIĞI

2016 yılındaki “15 Temmuz”un hemen öncesi ve sonrasında, emperyalizmin diğer bir aparatı olan PKK terörü hendeklere gömülmeye, Güneydoğu halkımız özgürleşmeye ve Türkiye toprak bütünlüğü için sınır-ötesinde meşru harekatlar sergilemeye yönelmiştir.

15 Temmuz’da ‘FETÖ’yü üzerimize süren ile bölücü terör örgütünü “kara gücü” sınıfına yazan aynı güç’tür ve Akdeniz’den Kafkaslara, Mavi Vatan’dan Kıbrıs’a haklarını korumak çabasında olan Türkiye’ye karşı 15 Temmuz’dan daha kararlı bir düşmanlığın içindedir.

“Düşman”, halen muhalefet ve iktidar çevrelerine tutunmaya çalışan bir dolu müttefike “sahip”tir, bu veriler ışığında, milli siyasetin Milli Hükümet yapısında buluşması elzemdir.

BÜYÜK SAVAŞ

Siyasetin “kırılganlığı”, ekonominin ‘savurganlığı’, düşmanlığın da sızma alanlarıdır.

Türkiye büyük savaşını büyük düşmanlığa karşı icra ederken, “büyük düşünmelidir”.

Birincisi, eskimiş ayrışmalarla, ön yargılarla sosyal harakiri yapmaktan, uzlaşmazlıkları tahrik edip siyasal ötenaziye yol açmaktan kaçınılmalı; milli bir direnme ekonomisinde, bölünmez vatan bütünlüğünde buluşulmalıdır.

İş odur ki, uğruna 250 vatandaşımızın canını feda ettiği 15 Temmuz kalkışması karşısında nasıl ki “sağ-sol” demeden (iktidar ve muhalefetten insanlar omuz omuza direnerek) “ulusal direncin” demiri dövülerek ve “milli iradenin” çeliğine çifte su verilerek, o badire atlatıldıysa; benzer bir şekilde, bugün de iç cephe tahkim edilmelidir…

Unutulmamalıdır! Savaş-lar; tıpkı Kurutuluş Savaşında olduğu gibi orduları harekete geçiren hükümetler eliyle zafere ilerler. O nedenle milli güçler iç cephede hükümetleşmelidir.

DOSTLARI ÇOĞALTMAK

İkincisi, milli düşünenlerin, kozmopolit, tercüme, ‘vatansız’ yapılardan bağlaşık devşiren gayrı milli unsurların birliğine karşı, kendi müttefiklerini çoğaltmaları beklenir…

Türkiye, dört cepheden “kuşatmaya” kalkışılıyorsa, haritayı önüne alıp, Kuzeyden Güneye, Doğudan Batıya ancak bir doğrultu tutarlılığında, “savunma” ve karşı “saldırı” stratejisini geliştirmelidir.

Bu bağlamda, dış cephede “dostlar” kazanmak ve buna komşulardan başlamak evladır.

Türkiye; Rusya, İran, Irak ile Kerkük’teki oldu-bittiyi savuşturmasıyla ve Karabağ’ın Azerbaycan’a kavuşturulmasıyla bunun pratik yararlarını daha yeni gözlemlemiştir.

Dahası, Türkiye, güçlenen bir ekonomi için, Çin’den başlayıp Avrupa’ya akacak İpek Yolu güzergahında bir köprüyol olmanın gereğini yapmalıdır. Bu, aynı zamanda ülkemizi, Atlantik sisteminin “borçlandıran” ve paramızı alıp vaat ettiği silahı satmayan “dolandırıcı” düzenine “tutsaklıktan” da kurtaracaktır.

SİYASAL GÜÇ, ASKERİ GÜÇ, EKONOMİK GÜÇ

Tabii her savaş bir yerde ekonomiyle kazanılır. Demokratların ekonomisinin darbecilerin ekonomisinden farklı olması gerekir. Türkiye rejimini ve ulusal bütünlüğünü korumak için halkının iktisadi esenliğini gözetmek zorundadır. Halkımızı geliriyle, geçimiyle güçlendirmek, sosyal adaleti tesis etmek, milli gelirin dağılımındaki uçurumları gidermek, eğitimi, sağlığı devletçi bir anlayışla ele almak ve kamu üretken yatırımlarını yurt genelinde dağıtmak; halkı güçlendirmenin başlıca yoludur.

Halkımız ekonomik anlamda güçlenirse, devletimiz de bir o kadar güçlenmiş olur. Dolayısıyla çok iyi teçhiz edilmiş orduların, çok etkili diplomasinin arkasında, çok iyi donatılmış fabrikaların birer kale olarak durması esastır. Bu doğrultuda Türkiye, mutlak anlamda üretim ekonomisine yönelmek zorundadır.

DOĞRU ANALİZLE KAZANÇLI ÇIKARIZ

Sonuçta 15 Temmuz yıllarca tartışılacaktır… Bu tartışmalardan, hukuk devletine özenle, gereken siyasal, idari, iktisadi sonuçları çıkarmak ve aklın yolunda gereken adımları atmak, ülkemize ve gelecek kuşaklara karşı ortak sorumluluğumuzdur. Cumhuriyet toprağında demokrasiyi daha da geliştirmek, ekonomide daha da güçlenmek ve yeni bir yüz yılda dünya ailesi içinde haklı yerimizi almak zorundayız.

Eğer gerçek anlamda bir ulusal dayanışmaya yönelirsek, bölge merkezli bir dış siyaseti izler, dünyanın gelişen ekonomik dinamiklerini yerli yerinde değerlendirebilirsek; ulusça yaralarımızı sarar, hep birlikte kazançlı çıkarız...