1980’de gökten iki elma düştü: Biri Çin’e, biri Türkiye’ye! -1

Bu yazı 1980’in 24 Ocak gününden başlayıp, 2024’un 24 Ocak gününe kadar geçen 44 senenin iki kutuptan değerlendirilmesi sayılabilir. İki kutbun biri, Asya’nın batı ucunu tutmuş olan kendi ülkemiz Türkiye ise, diğeri de Asya’nın doğu ucunun bekçisi olan Çin Halk Cumhuriyeti’dir.

Talihimiz, 1980’in bizim için o denli uğursuz olan 24 Ocağında, gökten başımıza Turgut Özal adındaki, tedavi edilemez bir Batıcıyı kondurmuştu. Elbette, burada talih kelimesini bir “metafor” olarak kullanmaktayız. Yoksa Turgut Özal’ın kim tarafından ve neden Türkiye’nin başına bela edildiğini, artık en sıkı takipçileri bile biliyor. Onun sayesinde, Cumhuriyetin bizlere kazandırdığı tüm kaynakların heba edilip yok olmasına yol açan ve Türkiye’yi ABD’nin ve Avrupa’nın kapısına daha da bağlayan bir sürece başlamış olduk. O günden beri de, her gelen iktidar, onun Batıcı ve kapitalist çizgisinden bir damla ödün vermeden, bugüne kadar getirdi. Ve 24 Ocak’ın 44. yıldönümünde de, oldukça anlamlı şekilde, İsveç’in NATO üyeliğine Meclis’te EVET oyu verdirerek, sistemin daha da Batı’ya itilmesi arzusunu ifade etmiş oldu. Demek ki, gerek halkımız gerekse temsilci olarak seçtikleri o insanlar, 44 yılın tecrübesinden zerre kadar bir ders çıkarmamış oldular.

Çin caddelerinde Deng.

TÜRKİYE’YE TURGUT, ÇİN’E DENG!

1980 veya hemen öncesi, talih bizim başımıza Turgut taşını düşürürken, Asya’nın doğu kıyılarını tutan ülkesi Çin Halk Cumhuriyeti’ne de, gökten bir başka devlet adamını düşürmüştü. Bu, Deng Xiao Ping idi. Türkiye, Turgut Özal’ın 24 Ocak ekonomik modelini halka yutturmak için kanlı bir askeri darbeye doğru giderken, Çin Halk Cumhuriyeti, Deng Xiao Ping yönetiminde, bambaşka ufuklara doğru yelken açmanın ilk aşamasındaydı. Ve nihayet 44 sene sonra, bugün Çin Halk Cumhuriyeti, dünyanın bir numaralı ekonomik ve politik gücü haline gelirken, Türkiye 44 sene öncekinden bile daha geri durumuyla, ABD ve Avrupa’nın sultası altında, siyasetin her gününde başka alemlere dalıp, memlekete 44 sene daha kaybettirme eğilimi içinde yola devam etmektedir.

Bir ülke nasıl yönetilmeli ve nasıl yönetilmemeli konularında, ders kitabı olabilecek iki uçtan birisi olan hikâyenin Türkiye ucunu, zaten tüm okuyucularımız bilmekte. Ama gelin, bugünkü Çin Halk Cumhuriyeti “mucizesinin” hiç de mucize olmadığını, özellikle de tek bir vizyon sahibi siyasetçinin bile nelere kadir olabileceğinin bir analizini yapalım. Bunu da, Deng Xiao Ping’in daha dün bitirdiğimiz ve tam 34 saatte dinlediğimiz öz yaşamı kitabından ilham alarak, geçtiğimiz 44 seneye bir göz atalım.

FARE Mİ KEDİ Mİ?

Mao Zedung’un ideolojik temellerini kurduğu ve 1980’lere kadar temelini inşa ettiği Çin, onun ölümünden sonra, bizim 1980’lerdeki durumumuzdaki gibi bir yol ayrımındaydı. Bizdeki en Amerikancı Turgut Özal politikaları Türkiye’yi batırırken, Mao’nun en yakın çevresinden Deng Xiao Ping, ülkeyi yepyeni ve bambaşka bir rotaya doğru çevirdi. “Fareyi tutan kedinin beyaz ya da siyah renkli olması önemli değildir” ya da “Kapıyı dışarıya açtığınızda, bazı sinekler de içeri girebilir ama bu sorun yapılmamalı” gibi biraz da edebi ama pratik yaklaşım ile Çin’in yolu bugüne doğru açılmış oldu. Mao Zedung’un sosyalist ideolojisinin ışığında, 1949 Çin devriminden önce dünya basınında tembellik ve fakirlik sembolü olan Çin halkının potansiyelini tamamiyle açığa çıkaran siyasi ve ekonomik kararlarla, Çin Halk Cumhuriyeti 2000’lerde çağ atlarken, Türkiye’miz ise ekonomi ve kültür alanlarında geriledi ve Batı sistemine daha bile derinden bağlandı denilebilir.

MAO’NUN TEZGAHINDAKİ ÇIRAK

Deng’in hayatını bilmek ve onun siyasi aklından yararlanmak, sadece devrimcilerin değil, bugün ülkelerini yöneten tüm devlet adamlarının da görevi olmalıdır bizce. Siçuan’da doğan ve sadece 1.50 boyundaki bu siyasetçi, Allahın kendine lütfettiği üstün zeka ve yaratıcılıkla değil, Mao Zedung ile beraber başladığı Çin devrimi mücadelesinin her aşamasında elde ettiği tecrübeleri ile Çin “mucizesinin” babası oldu. Onun 90 senelik hayatını, böyle kısacık bir köşe yazısında anlatmak, onun hatırasına saygısızlık olur. Biz burada sadece küçük küçük, ama hayatî önemdeki bazı deyişleri ve söylemleri ile, onun felsefesini yansıtmaya ve bu büyük devlet ve halk adamı hakkında ilgi uyandırma amacını gütmekteyiz. Gerisi, ilgilenen okurların araştırmalarına ve özellikle de bizim yeni bitirdiğimiz Ezra Vogel’in kaleminden çıkan ama Çin Komünist Parti’nin tüm kaynaklarının taranması ile yazılmış olan “Deng Xiao Ping ve Çin’in Dönüşümü” adlı tarihsel kitabı gibi analizleri, kendi filtrelerinden geçirerek okumalarına bağlı. Bizce, her Aydınlık okurunun bu kitabı incelemesi ve Deng’in fikirlerinin Türkiye şartlarına nasıl uygulanabileceği üzerinde kafa yorması gerekir. Türkiye’de olmasını arzu ettiğimiz devrimin yapıtaşlarında, Çin devriminin tecrübelerini kullanabilmek bir avantaj olacaktır. Çünkü Türkiye Turgut Özal kafasına mecbur değildir. Ve Amerika’yı yeniden keşfetmek de bir meziyet değildir.

Mao Zedong ve Deng Xiao Ping

DENG: ‘PAMUK İÇİNDEKİ İĞNE’

Deng, siyasi tarihte üç kere gözden düşen ama her defasında daha da kuvvetli olarak geri gelebilen ender siyasilerdendir. Her geri dönüşünde de, hedefine doğru iğne ile kuyu kazar gibi çalışarak Çin yönetimin en tepesinde, uzun yıllar ülkenin inşasında hizmet verebilmiştir. Mao Zedong’un bir keresinde “pamuk içinde gizlenmiş bir iğne” olarak tasvir ettiği Deng, Çin’in 20. yüzyılın sonundaki radikal dönüşümünü hızlandıran, Mao sonrasının pragmatik ancak disiplinli gücüydü. Kültür Devrimi’nin yarattığı sorunlarla yüzleşti, ve Çin’in büyümesini engelleyen ekonomik ve sosyal politikaları gevşetti ve değiştirdi. Modernizasyon ve teknolojiye saplantılı bir ilgi duyan Deng, Batı ile ticaret ilişkilerini tekrar başlatarak, Çin’e özgü sosyalizmin bugünlere gelebilmesinde, o tarihi dönemeçte, anahtar rol oynamış oldu.

Ezra Vogel - Deng ve Çin'in dönüşümü

Deng’in Komünist Parti’ye duyduğu enerji dolu bağlılık, 1920’lerin başında, Zhou Enlai’in da dahil olduğu bir grup Çinli öğrenci arasında Paris’te ortaya çıkmıştı. Deng 1927’de Çin’e dönerek Çin Devrimi’ne temelden emek verdi. İktidara yükseldiği çalkantılı 50 yılda, suçlamalar, arındırmalar, hatta sürgünlerle baş etti ve 1978-1989 yılları arasında ve daha sonra 1992’de Çin’in mutlak lideri oldu. Deng zirveye ulaştığında, Mao’nun sadık bir neferi olarak inşasına yardım ettiği ekonomik sistemi, yaratıcı bir şekilde yeniden düzenleyip, sistemin önünü açma fırsatıyla karşılaştı ve bu fırsatı kullanmaktan da çekinmedi.

(Haftaya devam edecek)