ABD’nin gösterdiği hedefe vuran sistem içi gazeteci

Devrimci aydın, cephesini ABD emperyalizminin tam karşısına kurar. Devrimci aydın, dost ve düşman ayrımını buna göre yapar. Devrimci aydın, vatan düşmanlarının vurduğu hedeflere vurmaz. Ama sadece bir 'gazeteci' ise vurabilir

Beş ay önce sosyal medyada Barış Pehlivan’ın Süleyman Soylu’yu hedef alan yazısından sonra şu mesajı paylaşmıştık: “FETÖ'nün en azgın elemanları, PKK'nın teröristleri, Adnan Oktarcılar, Furkancılar vb., mafyanın öncüleri, ABD ve AB'nin siyasi denetimindeki tüm liberaller ve bir de Cumhuriyet gazetesi yazarları -Bugün nöbet Barış Pehlivan'da- koro halinde ‘Süleyman Soylu yargılanmalı’ diyor!

Pehlivan bu mesajımıza şöyle yanıt verdi: “Fetullah’a ‘hocaefendi’ deyip minnettarlığını açıklayan, Zekeriya Öz’e ‘geleceğim adına müteşekkirim’ diyen, Adnancıların ‘birlikte aylarca faaliyet yaptık’ dediği, baronlarla albümü olan Süleyman Soylu’ya sahip çıkanlarda bugün nöbet Silivri’den kaçanlardan İlker Yücel’de.

Görüldüğü gibi, Pehlivan bugün aynı hizaya girdiği güçleri 2014 öncesine giderek göz önünden kaçırabildiğini düşünüyor. Halbuki CHP’nin kanalında Mehmetçiğe kurşun sıkanların siyasi sözcüleriyle yeni bir “nöbete” başladığı ekranlarda net bir şekilde görünüyor.

Peki, ABD denetimindeki kuvvetlere karşı vatanımızı savunma sürecinde Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu neden emperyalist merkezlerin ve AK Parti içindeki Amerikancıların hedef aldığı Süleyman Soylu’ya özel olarak yoğunlaşıyor? Sadece önlerine konulan dosyalardan dolayı mı? Bunun bir siyasi–ideolojik zemini var mı? İnceleyelim:

Vatan Partililer, AK Parti eliyle uygulanmak istenen Büyük Ortadoğu Projesi’ni ve FETÖ’nün “Ilımlı İslam” dayatmasını en önde göğüsledi ve bozguna uğratılmasında belirleyici bir rol oynadı. AK Parti’nin 2014 öncesindeki bölücü ve millî bayramları yasaklayan adımlarını engelleme mücadesinde de kitle hareketini adım adım büyüttü. Halkın tepkisi 2013’ün Haziran ayında en görkemli günlerini yaşadı. O dönem Kadıköy’de Gazdanadam Festivali düzenledik. Hem festivaldeki konuşmalarında hem de televizyon programlarında Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın “Biz gazeteciyiz” vurgusu dikkatimizi çekmişti.

GAZETECİLİK AYDIN KİMLİĞİ DEĞİLDİR

Bugüne kadar medya, marangozlara “marangoz” olduklarını anlatsınlar diye bu kadar geniş fırsat vermemişti. Silivri ve Hasdal tutuklusu olan doktorlara, avukatlara, mühendislere, subaylara, devrimci gazetecilere böyle sıcak bir ilgi gösterilmedi. Hatta serbest bırakılan bazı arkadaşlar ile yapılması planlanan programlar dahi birbiri ardı sıra iptal edildi. Silivri’den bırakılan diğer tutuklulara bu kadar fazla mikrofon uzatılmamıştı. Anlaşılan, onlardan ‘gazetecilik’ konuşması yapması beklenmiyordu.

“Gazetecilik” bir meslektir kuşkusuz, ama aydın kimliği değildir. Nazlı Ilıcak, Şamil Tayyar, Engin Ardıç, Mehmet Baransu, Hadi Uluengin hepsi yılların gazetecileri. “Gazeteci” kimliği, hiç kimseyi onlardan ayırmıyor.

Aydının kimliği, ideolojisidir, durduğu mevzidir, verdiği savaştır. Gazetecilik, Uğur Mumcu ile Ahmet Altan’ı aynı kimlikte buluşturur, ama ideolojik kimlikleri onları karşı karşıya getirir.

Barış’ların Diyarbakır’ın mazlum, gözü yaşlı annelerini savunan bir tane yazısını hatırlamıyoruz ama PKK memuru Selahattin Demirtaş’ı açılım sürecinin kurbanı olarak şirinleştirdiklerine şahidiz.

GAZETECİ KİMLİĞİYLE ALINAN  VE VERİLEN MESAJLAR

Bahsettiğimiz dönem ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin “Gazeteciler tahliye edilsin” diye ferman buyurduğunu hatırlatalım. Ergenekon tutuklusu bazı gazeteciler o dönem kimlik beyanlarında yeterince ikna edici oldular ve ABD Büyükelçiliğinin özel davetlisi sıfatını da hak ettiler. Ahmet Şık da, Avrupa büyük sermayesinin liberal partileri tarafından hızla Avrupa’ya uçuruldu ve önüne mikrofon kondu. Kendilerinden beklenenleri terbiyeli terbiyeli söylediler. Liberal büyük burjuvazinin sınıf terbiyesi! Gazeteci böyle olunurdu!

Tam bu sırada Silivri’de sarı basın kartlı başka gazeteciler de vardı. Silivri sakinleri arasında en eski sarı kartlar Aydınlıkçılara aitti. Ama gazeteci cemiyetleri bile o dönem Aydınlıkçıları gazeteci yerine koymadı. O dönem sarı kartları Ricciardone onaylıyormuş, bu anlaşıldı…

’61 TUTUKLU GAZETECİ’ SÖYLEMİNİN HİZMET ETTİĞİ YER

 Kadıköy’deki konuşmaya geri dönelim: Barış Terkoğlu konuşmasında 61 “gazeteci”nin daha cezaevinde olduğunu ve serbest bırakılmaları gerektiğini söylemişti. Örgütsel bağları kanıtlı ‘gazetecilerin’ neredeyse hepsinin PKK güdümünde Türkiye’yi bölme tertibinin içinde olduklarını biliyorduk. “61 gazeteci” söylemi o dönem AKP-PKK ittifakının “Barış Açılımı”yla buluşturan bir tuzaktı. Barış’ları o dönem de uyarmıştık.

Kemaliye Başbağlar’da 33 köylümüzün 1993 yılı 5 Temmuzunda PKK tarafından katledilmesi de bir hakikat değil mi? Ve onlar köy emekçileri değiller mi? O 61 gazeteci, o köylülerimizin Başbağlar’da kurşuna dizilmesine dair bugüne kadar niçin tek bir haber dahi yapmadılar? O zaman aforoz edilirler! Hakikat aşkı işte o dönem Ricciardone’nin çizdiği sınırlara kadardır.

TERÖRE GÖZÜNÜ KAPATIP SOYLU’YLA UĞRAŞANLAR

ABD destekli bölücü girişimlere karşı Türkiye tarihinin son dönemdeki en önemli çıkışlarından birini Diyarbakırlı, Şırnaklı, Hakkarili, Vanlı, Siirtli ve Muşlu anneler yaptı. Bu mücadeleye Ak Parti içinde bile yan gözle bakanlar varken Süleyman Soylu ve ekibi hem annelere kararlılıkla sahip çıktı hem de evlatlarının tek tek kurtarılmasını sağladı. Barış’ların Diyarbakır’ın mazlum, gözü yaşlı annelerini savunan bir tane yazısını hatırlamıyoruz ama PKK memuru Selahattin Demirtaş’ı açılım sürecinin kurbanı olarak şirinleştirdiklerine şahidiz. Selahattin Demirtaş’ı savunan elbette kendini Soylu’ya vururken bulur. CHP’nin kanalında sabitlenenlerin atış menzili Soylu’ya göre ayarlanır. ABD’nin Türkiye’de yeni iktidar planlarına perdelemeye çalışanlar elbette Soylu’yla uğraşır. Yaşadığımız budur.

Süreç analizi yapmadan, gelişmeleri kendi iç dinamikleriyle birlikte değerlendirmeden sadece siyasi muhalefetçilik için gazetecilik yapanlar PKK uzantısı HDP’lilerle aynı stüdyolarda kendine yer bulabilir ama Diyarbakırlı annelerin vicdanında yer bulamaz. Bugün, Türk milletinin birliğini savunma çizgisi buradan geçer.

KAHRAMANLARIMIZI  DOĞRU SEÇMEK

İbret gazetesini çıkaran Namık Kemal’i, Türk Yurdu’nu çıkaran  Yusuf Akçura’yı, hiç kimse bugün gazeteci diye anmıyor. Marko Paşa’yı çıkaran Rıfat Ilgaz’ı, Aziz Nesin’i, Sabahattin Ali’yi hiç kimse gazeteci diye hatırlamıyor. 2000’e Doğru’nun o görkemli kadrosunu, Cemal Süreyaları, Necati Cumalıları, Melih Cevdet Andayları, Turan Dursunları, Fethi Nacileri, Can Yücelleri, Hasan Yalçınları, Fikret Otyam’ı hiç kimse gazeteci diye alkışlamıyor. Örneklerimizi ve kahramanlarımızı böyle seçmeliyiz.

Devrimci aydın cephesini ABD emperyalizminin tam karşısına kurar. Devrimci aydın dost ve düşman ayrımını buna göre yapar. Devrimci aydın, vatan düşmanlarının vurduğu hedeflere vurmaz. Ama sadece bir “gazeteciyse” vurabilir. Hatta Soner Yalçın’ın Barış’lar için ima ettiği gibi “kullanılmaya müsait çömez gazeteci”ler olarak öne sürülür, arkalarından ittirilir.

Bu satırlara karşı daha önce yapıldığı gibi ‘Aydınlıkçılar da Saray’ın adamı oldu. Siz de Erdoğancısınız’ gibi gerçek olmayan, yüzeysel bir yanıt hakikate ulaşmamızı engeller. Soru net: Bugün sizin Süleyman Soylu’yu doğrudan hedef almanız kimi sevindiriyor? Kimlerle yan yana geliyorsunuz? Bu ülkenin ABD tehditlerine karşı göğsünü geren kaç yöneticisi var?

Türkiye, 2014’te Silivri duvarları yıkıldıktan ve 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra tarihinin en büyük siyasi kırılmalarından birini yaşadı. ABD Türkiye’de iktidarını kaybetti. Saflaşma değişti. AK Parti ikiye bölündü, MHP’nin içinden İyi Parti çıktı. Ulusalcılar CHP’den kapı dışarı edildi. HDP’nin içinden bile Ayhan Bilgen’ın başını çektiği yeni bir irade oluştu. Bölünmelerin sonucunda, tüm kuvvetler, siyasi zeminde ya ABD’nin karşısında ya da doğrudan güdümünde konumlandı. Gerçekler değişince saflaşma da değişti.

İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğinden habersiz Japon askeri Hiroo Onada ormanlarda 30 yıl “savaşmıştı.” Doğru mevzide bulunmayanlar şu anda “ormanda kaybolmuş” durumda. 2014’de Silivri duvarlarının yıkılmasından sonraki yeni süreci kavrayanlar ise ABD emperyalizminin tam karşısında programlarını kararlılıkla savunmaya devam ediyor. Süleyman Soylu gibi ABD karşısında dik duranların sayısının artması için uğraşıyor. Soylu, hemen hemen her konuşmasında ABD ve denetimindeki güçlerin Türkiye düşmanı faaliyetlerini anlatıyor. Pehlivan ve Terkoğlu işte böyle bir bakanı baş düşman ilan ederek bulundukları mevziyi gösteriyor. Yanlış mevzide doğru savaş olmaz.