Benim yedi dil bilen hocam: Prof. Dr. Hasan Eren

Prof. Hasan Eren’le ilgili sağlığında da yazdım; uzunca öyküsünü Küskün Fotoğraflar kitabımda bulabilirsiniz. Bir dil bilenlerin bile parmakla gösterildiği yıllarda onun yedi dil bildiği konuşuluyordu. Macarca, Rusça, Almanca, daha bir sürü dil... Efsane hocalar arasına girmesinin önemli nedenlerindendir bunca dil bilmesi. Çok niyetlendiyse de, kimlerin kimlerin dekan olduğu DTCF’ye dekan olamadı, ama bazı yıllar üç bölümün birden başkanlığını yürüttü. Prof. Gündüz Akıncı aramızdan erken ayrılınca yanında yüksek lisans yapabileceğim öğretim üyesi olarak bir tek onu yakın bulmuştum kendime. Severdim, sayardım... Öyleyken zaman zaman şaşırtmıştır bizi, hem de çok... Brüksel Üniversitesi’ne okutman olarak gidecektim, doktora da yapacaktım, sınava girmem için izin vermişti, nerdeyse pasaport işlemlerine başlayacakken, 12 Eylül günlerinde işime birileri çomak sokmuştu; sonra kimi gizli yazışmaları görünce, H. Eren’in de işin içinde olduğunu anlamıştım. Bu kişisel öyküyü, kişisel öfkemi bir yana bırakıyorum.

AYRI YAZ RAHAT ET DEDİ AMA

Bu yedi dil bilen dilcinin imlamızı karıştıran uzman olacağı doğrusu aklımdan bile geçmezdi, ama bunun ilk işaretlerini yakından görenlerdenim. Yazdığım bir ders kitabını fakültenin yayımlaması için hocamızın incelemesi gerekiyordu. Dosyamı epey bekletti, aylarca... Nerdeyse unuttuğum bir sırada okuduğunu öğrendim, odasına girdim. Hasan Bey’in bir dosyanın tamamını okuması beklenemezdi, önemli bir bölümünü (!), sanırım dörtte birini okumuş, bazı sözcükleri çizmişti. “İlkokul”, “önsöz” gibi sözcüklerin altı çizilmiş. Nedenini sordum, “Ayrı yaz!” dedi. “Efendim, TDK kılavuzu bitişik yazıyor,” dedim, “Bırak o kargayı!” dedi. “Ayrı yaz, rahat et!” Böyle de bir sloganı vardı. “Hocam; anneanneyi, gecekonduyu ayrı mı yazacağız?” Yanıtı çok hoş: “Ayrı yaz, rahat et!”

BÖLÜCÜLÜK RAHAT ETTİRMİYOR

Dosyamı alıp şaşkın çıktım odasından. İnanamadığım bu yazım anlayışını ille birine anlatacağım, Prof. Canpolat’a uğradım, şaşkınlığımı anlattım. “Haa, hocanın TDK’ye kabul ettiremediği hazır bir kılavuzu var, o bütün bileşikleri ayırıyor,” dedi. Aradan bir yıl geçti, 12 Eylül darbesinin ardından H. Eren TDK’ye tepeden inme başkan oldu, vaktiyle kabul ettiremediği kılavuzunu TDK kılavuzu olarak sundu. O kılavuzla birçok şeyi değiştirmek istiyordu, değiştireceğini sanıyordu:

1) İlkokul, ortaokul, babaanne vb. aklınıza ne gelirse ayıracaksınız. 2) “Mesut”, “neşe” diye yazdığımız sözcüklerdeki ayın vurgulanacak; mes’ut, neş’e diye yazacaktık. 3) “Dersane”, “dershane” olmuş; “uluslararası” ayrılmıştı. 4) “Kenan Paşa’nın” derken kesme koymayacaktık. 5) Plan, reklam, ahlak gibi sözcükler de düzeltme imiyle yazılacaktı. Özellikle bütün bileşik sözcükleri ayırması yazımda büyük bir kargaşa yarattı, çok tepki gördü, Mümtaz Soysal’ın “Bölücüler” diye bir yazısını anımsıyorum. Yasalarla zorlanan okullar bile hocanın kurallarına uymadı... “Ayrı yaz rahat et” sloganı yüzünden H. Eren başkanlık koltuğunda hiç de rahat edemedi, sonunda ayrıldı. Yerine gelenler onun yarattığı kargaşayı birden değil, yavaş yavaş düzeltmeye çalıştılar. Her yıl bir kural değiştirerek bizi bıktırdılar, imladan soğuttular.

BİR İLAN PARASINA SATILAN AYDINLAR

Hocamız 27 Mayıs ihtilalinden sonra 147’likler arasına girmiş, üniversiteden atılmıştı. Yassıada’da sanık değil, tanık olarak dinlediler onu. Neşter ve Madalya romanım için Menderes’in fedaisi Gazi Avşar’ı araştırırken, Yassıada tutanaklarında H. Eren’in ifadesine de rastladım. Yargılama sırasında savcıdan öyle bir laf işitir ki, yenir yutulur gibi değil. Emin Bilgiç’le birlikte verdikleri ifadeden, yeni çıkaracakları dergiye ilan parası almak için Vatan Cephesi’ne girdikleri anlaşılınca, savcı yüzüne karşı şöyle der: “Böyle ahlak ve nizamdan bahsederler, sonra da kendilerini bir ilana satarlar!” H. Eren için ağır bir söz. 27 Mayısçılar ona zarar verdi, bana sorarsanız onu başkan yapan 12 Eylülcüler daha büyük zarar verdiler.