Bir şehidin ardından

TNK. Astsb. Mustafa Güvenç Aldemir. Tartışmasız, Çankırı Astsb. Hzl. Ok. 1000 devresinin en yakışıklı adamıydı. Tanrı överek yaratmış derler ya, öyle işte. Bir defasında arkadaşların kirpiklerinin güzelliğini sıkça söylemelerine sinirlenip, makasla kesmişti onları, dün gibi hatırlarım. Tören takımının en ön sırasında yürürdü, üniforma içimizde en çok ona yakışırdı.

Mezun olalı üç yıl olmuştu, Tankçıydı ama Özel Harpçi olmak istiyordu. O sırada Özel Harp Dairesi’nde görev yapan bir arkadaşımıza, yeni açılan kursa kendisini de dahil ettirmesi için mektup yazdığında, tarih 26 Haziran 1992 idi. Mektup Şırnak’a bağlı Taşkonak karakolundan gönderilmişti. Fakat...

Mektup Ankara’daki adresine varmadan hemen önce, 2 Temmuz 1992’de bölücü terör örgütü ile girdiği bir çatışmada şehit oldu Güvenç. Haberi mektubundan önce varmıştı Ankara’ya...

Mektup günler sonra Ankara’daki adresine vardı. Ve 2019 yılı Nisan ayına kadar özenle saklandı. 21 Nisan 2019 günü de bir grup devre arkadaşı tarafından ailesine teslim edildi.

O gün Mustafa Güvenç’in Balıkesir Gömeç’teki mezarını ziyaret ettiğimizde hala yaşıyormuş gibi bir his vardı içimde. Bir sürü şey yarım kalmıştı da ondan mıydı acaba, kim bilir? Babasının gözlerindeki acı hala taptazeydi. İsmi hiç görmediği yeğeninde hatırası ise milli vicdanımızın en korunaklı yerinde yaşıyordu.

Küçük bir kasaba okulunun soluk tabelasındaki ismi, o okuldaki öğrencilerin bilincine bir kahraman olarak kazınıyordu. Hangisi, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, Mustafa Güvenç’in ismi birleştiriyordu o okuldaki öğretmenleri ve velileri.

Şehit Yener Kırıkcı’nın cenazesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı öğrendiğimde Güvenç’in mezarından babasının evine gidiyorduk. Basın açıklaması, GYY ve köşe yazarlarıyla görüşmeler hep o yol üzerinde yapıldı. Uğur Dündar’ın Whatsapp’tan yazdığı "Güzel ülkemizi birlik ve bütünlük içinde aydınlık yarınlara taşımalıyız" mesajı Aydınlık’ın son zamanlardaki manşetlerinin özeti gibiydi. Yıllarını dağlarda terörle mücadele ederek geçirmiş ve o sırada aynı arabanın içinde olan devre arkadaşlarımın ortak görüşü şuydu: Şehitlerimiz bütün Türk ulusunundur hatırasını incitmemek gerek...

PROVOKASYON NEDİR?

25 Ağustos 2016, Artvin’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun konvoyundaki askeri araca roketli saldırı yapıldı, bir Mehmetçik şehit oldu, iki Mehmetçik de yaralandı. Fırat Kalkanı Harekatı başladıktan hemen sonraydı ve Kılıçdaroğlu harekata destek veriyordu. O vakit Canan Kaftancıoğlu filan yoktu önder kadroda...

Saldırının yapıldığı gün Artvin’de, "Şehitler bizim onurumuz ve gururumuzdur, onları anmak ve yad etmek hepimizin ortak onurudur. Çünkü onlar, biz evlerimizde rahat uyuyalım, biz bu ülkenin caddelerinde gezelim diye hayatlarını feda ediyor" dedi.

Dedi demesine ama sonrası trajik bir değişimdi.

Önce Hükümet’i sağduyuya davet etti. Fırat Kalkanı!ndan gelen şehitler üzerinden "Bir an önce bitmesi" umuduyla tweetler yazdı. Ardından ise PYD/YPG’nin terör örgütü olmadığını söylemeye kadar vardı iş. Ermeni Soykırımı yalanlarını destekleyen, PKK’ya yakın, Canan Kaftancılar filan öne çıktı. Sonra HDP ile işbirliği ve seçim öne çıktı. Sonra HDP ile işbirliği ve seçimlerde bildiğiniz sonuç...

Şimdi yumruğa gelebiliriz.

Birçoğumuzun sandığı gibi provokasyon, "Haydi şuna bir yumruk at, sana para vereceğim’’ şeklinde olmaz, bu nedenle "Kışkırtılanların kimlerle ne bağlantısı var" şeklinde arayarak provokatör bulunamaz.

Uygun koşullar kullanılır. Fail genellikle bulunamaz. Bazen bir kışkırtıcıya bile gerek yoktur. Uygun ortam varsa ya da sağlanmışsa oluverir.

CHP ve İyi Parti, PKK’nın siyasi kolu HDP ile yaptığı işbirliğine, özellikle orta Anadolu’da büyük bir tepki oluştu. İktidara yakın medya büyük bir sorumsuzluk örneği yaparak ateşe benzin döktü ve şehitlerin sorumlusu olarak CHP’yi gösterdi. Devlet bürokrasisi, devlet adamlığı sorumluluğunu aşan açıklamalar yaptı. Nagehan Alçı gibiler, "Kılıçdaroğlu şehit cenazesine gitmesin" demeye başladılar. Bu koşullar altında köyden olsun olmasın, bilerek yapsın yapmasın herhangi birinin o köyde kurduğu birkaç kışkırtıcı cümle benzine çakmak olmaya yeterdi ve öyle oldu.

YUMRUKTAN ÖNCE...

Vatan Partisi defalarca açıklamıştı, "Aynı gemideyiz, Türkiye İttifakı olmadan olmaz." diye. Daha sonra Erdoğan, "Demirleri soğutalım’’ dedi, Kılıçdaroğlu "Milli konularda işbirliği yapmalıyız’’ diye cevapladı, İyi Parti ve Saadet de olumlu yaklaştı. Gazetelerde sekiz maddelik Türkiye İttifakı programı yayınlandı. Ama CHP içinden, Süleyman Soylu ve Bahçeli’yi hedef alan sesler yükseldi. Bahçeli de "Cumhur İttifakı’na sabotaj yaptırtmayız, bizim ittifakımız AKP’li kardeşlerimledir" diyerek karşı tutum aldı.

YUMRUKTAN SONRA...

Aydınlık 23 Nisan günü, "Türkiye İttifakı’na yumruk" manşetiyle çıktı. Kılıçdaroğlu altı maddelik açıklama yaparak Hükümet’i eleştirdi. Erdoğan, "Şehit evine giderken sormak lazım" diyerek Kılıçdaroğlu ile mesafesini biraz açtı ve "Türkiye İttifakı, Cumhur İttifakı’nın bir versiyonudur’’ diyerek de ittifakı istemeyenleri rahatlattı.

Yani Aydınlık’ın yazdığı gibi yumruk Türkiye İttifakı’na atıldı. O yumruğun etkisi ile CHP-HDP ittifakı daha meşru bir zemine kaydı.

Ve... Yeni ABD projesine göre diğer partileri dışarıda bırakan AKP-CHP ittifakı ısıtılırken Kandil’den Duran Kalkan, CHP’ye mesaj verdi "Seçimi birlikte kazandık, bunu unutmayın." Sorusu olan?

BİAT-LİYAKAT

Napolyon’u allayıp pullayıp Robespierre’e reklam eden ve önünü açan, Robespierre’in kardeşiydi. İmparatorluğunu ilan etmesi devrimin sonu, iktidarı da Fransız ordusunun felaketi oldu.

Kesnizani tarikatı tarafından birer birer ele geçirilip, Amerikalılara satılan ve işgalden birkaç gün önce Irak’ı terk edip İncirlik üzerinden ABD’ye kaçan yüzlerce generali de Saddam bizzat atamıştı. Ölçü kendine bağlılıklarıydı. Bunu anladığında çok geç olmuştu...

Sisi’yi de Mursi Genelkurmay Başkanı yapmıştı. Eşinin çarşaflı olması ve Mursi’nin gerici uygulamalarına destek vermesi dışında hiçbir özelliği yoktu. Mursi’yi devirip hapsettikten sonra Mısır’da yeni Kavalalı rolü oynamak için ABD-İsrail’in kuyruğuna takılıp Akdeniz’de maceralara atılan bir muhteris oluverdi.

Bağlılığı esas alarak, liyakati hiç düşünmeden yapılan atamaların sonuçlarını, en çarpıcı olarak 15 Temmuz ve sonrasında gördük. İktidara bağlılığı esas alınarak atanan, askeri, adli, mülki, idari bürokrasinin neredeyse tamamının, aslında başka yere bağlı olduğu ortaya çıktı. Başlarında da şimdiki hükümetin en muteber isimlerinin ‘’nihayet anlı secdeye değen bir subay gördük’’ diye yere göğe koyamayıp, albaylıktan orgeneralliğe kadar önünü açtıkları biri vardı. Peki, ders aldık mı?

Demem o ki, bir devlet adamı için en büyük güç kaynağı, fikir ve eylemlerini korkmadan eleştirebilen kurmaylarıdır. Eğer bunları uzaklaştırıp, sadece, "Haklısınız efendim, en iyisini siz bilirsiniz efendim, ne kadar muhteşemsiniz efendim" diyenleri toplamışsa etrafına, gözlerini ve kulaklarını tıkamış demektir. Bugün memleketimizde yaşadığımız birçok problemin temelinde bu gerçeğin sebep olduğu çözüm kısırlığı yatmaktadır.

Bu yüzden mesela, tarımı kurtarma programı, çiftçiyi köleleştirme, dev şirketleri daha da devleştirme programına dönmüş. Ya da ne bileyim, İtalya ve Fransa soykırım yalanına sarılınca, Erdoğan da çıkıp "Siz de Ruanda’da yaptınız’’ diyor, çünkü etrafında ona "Efendim bu yaptığınıza hukukta tevil yollu ikrar denir, kabullenme anlamına gelir. Oysa soykırım hukuki bir kavramdır, bir suçtur, 1915 olaylarının soykırım tanımına girmediğine ilişkin AİHM’in Perinçek-İsviçre kararı var, onu öne çıkaralım’’ diyecek bir danışmanı bulunmuyor.

Yani...

Biat ile gelenlerin liyakatleri, çözümler yaratmaya yetmiyor. Biat ve liyakat kulağa uyumlu gelen ama bir arada olamayacak iki nitelik.

Hala görülmüyor mu?

BONZAİ'DEN SONRA

En akla yakın olduğunu sandığımız kişiler bile dinlemiyor, anlamaya çalışmıyor, tahammül yok.

Tanıdığım biri CHP’nin HDP ile ittifakını eleştirdiğim için, benim Atatürkçülüğümü bile sorgulayan kişi, HDP’nin Ermeni Soykırımı yalanı için bildiri yayınlamasına sessiz kaldı.

Bir başkası Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırı yapılmasına karşı çıktığım için PKK’ya destek verdiğimi söyledi, ama HDP’nin kapatılması için adım atmayan bir partiye oy veriyor. Bunlar, sözüm ona okumuş kişiler üstelik.

Akıl durmuş, ilkel bir grup duygusuyla hareket ediyorlar, ötesini demeye dilim varmıyor.

Sabri Uzun, Metin Yılmaz ya da Emin Çölaşan’ın FETÖ’ye destek olmak ya da ona benzer bir şeyle suçlanmasını sessizce izleyenler var.

Nereye gitti vicdanlarınız?

Canan Kaftancıoğlu’nun soykırım yalanını kabul edip destek vermesini ya da Kandil’in CHP’ye çağrı yapmasını makul bir şey gibi görenler var. Ne oldu size?

Bir tarafın yazarları yumruk atanı alkışlarken diğer tarafınkiler en ağza alınmayacak kelimelerle onun üzerinden halkı aşağılıyor, hiç mi mantığınız kalmadı? Sri Lanka’daki katliamın sorumlusu sadece DAEŞ değil, halkı adım adım kutuplaştıran ve bu radikalizmin toplumsal taban bulmasına neden olanlardır. İşte Bonzai içmek bu büyük çelişkiyi görecek aklı ve vicdanı kaybetmektir.