Bir tür ahlaksızlık: Leş Edebiyatı

Ben leş edebiyatı diyorum. Çok kolay iş! Yüzünde yıllarca nice okuyanların ıstırabından çizgiler de birikmez. Aç Hz. Google’ı, “Cemal Süreya sözleri” yaz, sürüyle rezillik gösteriyor, inanamazsın.
Güya şair “gördüğün yerde sarıl bana” demiş! Anamın bıraktığı yerden sarıl bana demişti Altıok Metin, o öyle denir. Şiir biraz da nasıl deneceğini bulma meselesidir. Güya demiş ki Süreya “birer birer, seve seve çıktığım aşk basamaklarını; onar onar, söve söve iniyorum.” “Hazların lal oyukları” diye şiir yazmış adamın böyle ergen cümleler kuracağına inanmak korkunç! Fakat inanan var. “Dokunulmasa da görülmese de kalpte yer verilir bazısına, nedensiz” demiş güya Süreya! Hele o virgülden sonraki “nedensiz”! Az buçuk şiir terbiyesi almış olanın nedensiz, misali, ansızın, umursamaz (ki edebiyat düşmanları sıkça umarsızla karıştırır) gibi kelimelerle yarattığı duyarlık, karpuz yerine kırmızı renkli ıslak mendil yemektir. Cemal Süreya dağından “kes yüreğine giden bir bilet, cam kenarı değil, can kenarı” gibi bir taş nasıl düşer! O ki bir şiirinde “aldatılmış olanın ağır uykusunu” söylemiş.
Hz. Google’a “İlhan Berk sözleri” yaz; “cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün” demiş şaire yakıştırılan paçavra gelsin: “Kimseyi kırmayayım diyorum, bir de bakıyorum kendim paramparçayım.” Daha kötüsü, Berk güya demiş ki “hesabını veremeyeceğin işlere kalkışma, çünkü öteki tarafta bulaşık yıkatmıyorlar.” Yüreğine sağlık tayfası, üstadın eski bir fotoğrafını da yapıştırmış sözün yanına! Hiç Berk şiiri okumamışlar için inandırıcı. Görülüyor ki leş edebiyatının kış müşterileri, süslü sözün pis turistleri anlamadı henüz: “Şiir sokakta” değil, kitapta. Sokak başka işler için. Kitaba bakacaksın!
“Attilâ İlhan sözleri” soruyorsun Google’a, titreme geliyor sonuçta: “Bekleme yapmayın, aşkını alan acıya ilerlesin” diye bir pislik yığını. Şairi blog yazarı sanan salaklık!
Neden bunca düştük? Çünkü bozulmuş dönemler, estetik yerine bozukluk üretir... Attilâ İlhan ne der: “Sanat toplumsal bir çabadır, toplumdan gelir, topluma döner, fakat gelenle giden aynı şey değildir.” Evet bazen de Evliya Çelebiler, Orhan Kemaller verilmiş toplumdan geriye dönen malzeme laf salatası romancılığı ve kıymıklı aforizma edebiyatı olur. Biri çıkıp “aşkın aldı benden beni, bana da seni gerek seni” yazıp altına imzasını atsa kabul görecek neredeyse! Bu kirlenmede büyük pay sahibi olan, kapağına her ay ünlü portresi çizen o uzun edebiyat dergileri bile, kimi zaman kendi yarattıkları tuzağa düşüp şaire / yazara ait olmayan sözleri aitmiş gibi yayınladı defalarca.
İnsansız, dertsiz, söyleyecek şeyi olmayan, zanaata yaslanmayan bu leş edebiyatının son örneği, sonradan yazar olan Nilgün Bodur adlı bir hanımefendinin Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim adlı kitap benzeri eseriydi. Bizim yüce yarı aydınlar tespit etmiş. Güya Bodur, Anne Frank’tan bir “söz” çalıp koymuş kitabına. Bu cılız tespitin de başvuru kaynağı Hz. Google tabii. Yoksa yarı aydının da, Bodur’un da kitapla işi yok... Anne Frank, o acı dolu defterinde güya şöyle demiş: “Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alır. Çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür.”
Yine edebiyat cümlesi olmayan, kötü bir aforizma; nasıl anlaşılır ikisinin farkı: Umberto Eco’nun Edebiyat Nedir adlı kitabında, Oscar Wilde için yazdıklarına bak, anlarsın. Derdin edebiyatsa tabii. Değilse böylesi kadüğü çıkmış sözlerle uğraşırsın! Zamanında Anne Frank’ın Hatıra Defteri adlı kitabının düzeltmenliğini yaptığım için biliyordum ama teyit olsun, kitabı açıp aradım. Böyle bir cümle yok! Kısacası ne Frank ne de Bodur, pişmanlığın minnetten daha güçlü olduğunu söylememiş. Neden olsun zaten! Sonuç şu, bizim yarı aydının edebiyat bakışıyla Bodur’unki eşit! İkisi de edebiyatın yakıcı gücüyle ilgili değil. Maksat alay konusu aramak!
Bir ara sosyal medyada bir video popülerdi, bir kız yanlışlıkla “Sait Faik’in Abasıyanık kitabı” demiş. Leş kargaları aylarca alay etti. Fakat birçoğu en son ya lisedeyken Sait Faik okumuştu ya da böyle bir yazar olduğunu bir yerden duymuştu. Gelgelelim kendini iyi hissetmek için başkasına pusu kurmak bizde adetten.
Bitireyim. Edebiyatın bu yetersiz “müşterileri” tarafından kitap diye okunan çöpün, dergi diye satın alınan kâğıt israfının, Nilgün Bodur’un kitabından farkı yok ey okur. Buyur, şu iki alıntı o dergilerden:
“Bil ki aşk nedensizdir ey talib, başlangıcında ne bir niçin vardır, ne de bir çünkü... Açıklanamayışı bundan.”
Aşk hiç de nedensiz değildir, başında da bir niçin olabilir, ayrıca açıklanabilir. Yazar kelime kusmuş. Talip kelimesinin sonundaki p harfini b yaptıran şartları da yazacağım bir ara.
Şuna bak bir de: “Ağzımızın tadı nicedir bozuldu be canım. Dişlediğimiz yerler hep kan izi. Hamurları ağlayarak yoğuruyor, dalgınlıktan havuçlarla parmaklarımızı da rendeliyoruz.”
Parmaklarını rende olarak kullandığı havuçlarla kesebilen bu becerikli kişi, hamurları ağladıktan sonra yoğursa, biz de böyle bir tuhaflığa maruz kalmazdık “be canım”.
Gerçek edebiyata, gerçeğin büyük yolcularına selam!