28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Aşk bir güneşe

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Bak bakalım Yunus ne diyor: “İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer / Aşkı olmayan gönül sanki bir taşa benzer / Taş gönülde ne biter, dilinde ağı tüter / Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer.” Ne kadar yumuşak söylense de savaş konuşmayı düşün. Hem bahar geldi ey okur, bahar! Aşktan da konuşmak gerek. Nâzım bir şiirinde “bahardı sevgilim bahardı / ve bahtiyar olmak için, / toprakta, havada, suda her şey vardı sevgilim / her şey hazırdı, her şey vardı” der.

Aşk kelimesine bakalım önce. Işk’tan gelir, bir bitki, bir tür sarmaşık: Aşeka: Önce yaşamak için tutunur ağacına, büyür sonra; büyüdükçe suya, toprağa gereksinip etrafındaki bitkileri kurutur. Ne kadar büyüyeceği, tutunduğu ağaca bağlıdır. O ne kadar yüceyse aşeka öyle büyüyecektir.

Şiir kitaplarımdan birinin adı boş yere Pervaneyle Yaren değil herhalde! Yalımların etrafında dönen, ateşe sevdalı uçucu böceğe denir pervane, garibim... Geceleri nerede görse ateşini, hemen bitiverir çevresinde, sonrası malûm; başlar yanında yöresinde dönmeye. İlla dokunacaktır. Nihayet hızından sarhoşlayıp dokunur o kızıltıya: Yanar pervane.

Sevda, karayı da barındırır içinde, sevd Arapça siyah. Müsvedde de oradan, karalama. Bir de şarkı var, “aşk eski bir yalan” diye; hem de Adem ile Havva’dan bugüne... Meraktır aşk Flaubert’e göre; Gönül Eğitimi’nde şöyle diyor: “Birine karşı ansızın bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur.”

Ney ile kamış da önemli bu bahiste. Mevlana, Mesnevi’sine “dinle neyden hikâyet etmede / ayrılıklardan şikayet etmede” diye başlar değil mi? Ney kamıştan yapılır, ney olunca kopar kamışlıktan. Onun için üflenince verdiği ses, ayrılıktan şikâyettir. İnsan da evrenselin ya da adına Tanrı dedikleri sonsuzluğun parçasından kopup gelmiştir; o da şikâyetçidir bu ayrılıktan.

Bilimciler ilk bakışta aşka inanır. Kişi, saniyenin beşte birinde oksitosin hormonu üreterek âşık olur. Filofobi, âşık olmaktan korkmak; bir hastalık. Aşk ki hayata açtığı pencereler olmasa çekilir dert değil... O karın ağrısı, titreyen dizler, sayfalarca satırlar, ne yana baksa insan, gördüğü yar... Yaşam için bazen tehdittir aşk. Yine de tüm bunlara rağmen dünyada her gün üç milyon ilk buluşma yaşanmaktadır.

Notre Dame de Paris müzikalinden şu da: “Kendimi kış zannederken, işte yemyeşil bir ağaç olduğumu anlıyorum ve kendimi çelikten zannederdim tenin yakan arzusuna karşı. Yanıp kendimi bitiriyorum yabancı bir çift göz için. Ancak öyle gözler ki bunlar ay ışığından daha esrarengiz. Beni mahvedeceksin.” Özetliyor süreci.

Platon, Şölen’de Aristofanes'in ağzından anlatır. İnsan en başta dört kollu, dört ayaklı, çift cinsiyetliymiş. İki cinsiyeti tek bedende barındırdığından aşktan söz edilemiyor. Bu dört ayaklılar güçlerine güvenip tanrılara kafa tutmuş. Zeus da ceza verip ikiye ayırıyor hepsini. O zaman ortaya iki kollu, iki ayaklı, tek cinsiyetli bizler çıkmışız. Ol rivayet, insan o gün bugün eksik diğerini arıyor; aşk mıdır bilmem ama şair, “aşk kâğıda yazılmıyor” buyurur; biliyor Abdürrahim Karakoç... Şairin bu dizesi, bunca sevilir de solcu olmadığından belki adı geçmez hiç. Entelektüelimiz sadece rakı arkadaşlarının iyi şair yazar olduğunu sanıyor olsa gerek.

Karakoç’un başka bir şiiri daha gelsin; Saç Meselesi: “Karlı dağlar gibi dik durur başı / Bahar bulutuna benzer saçları / Ayrı bir konudur kiprigi, kaşı / Yaralar, bağrımı ezer saçları / Yanakları çiçek açmış nar gibi / Gözleri çağsaklı bir pınar gibi / Göğsü mor sırtlara yağan kar gibi... / İlla hepsinden güzel saçları / Bağlar ki esen yel atmasın diye / Görenler itiraz etmesin diye / Kimsenin gözüne batmasın diye / Akşamdan akşama çözer saçları.”

Aşkın en güzel yanı, bir başı olması, bir de sonu. Hepsinin ayrıdır tadı. Cemal Süreya da öyle der: “Kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın...” Aşk bitebilir diyorum yani. Bir gün biterse, sevgili olmanın doğal sınırı geçildi demektir. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde; biter. Suç kimsede değildir. Aşk böyledir. Geçici demiyorum ama ölümsüz de olmayabilir... Kendinden vererek tamamlar kimisi de açılan boşluğu. İmparatorluklar da böyledir bak; doğal sınırlarına ulaşınca yıkılırlar. Gençlik gibi; arzu, şiir gibi.

Bitip giden aşk, öylesine zengin bir felsefi sınavdır ki bir berberi Sokrates’e denk yapar, der Cioran. Sokrates ise gençlere trajedi ihtiyarlara komedi diye niteler aşkı. Freud, yaşam belirtisinin kökeni duygulanma, duygulanmanın temeli de aşk deyip buna libido adını verir; aşkı cinsellikten ayırmaz. İzmirli Homeros, belediyeden ihale almaksızın aşkı dayanılmaz bir büyü olarak tanımlar. Oscar Wilde karşılıklı yanlış anlama; Tanpınar hayatın içimizde gülen yüzü der ona. Goethe için zaman kaybıdır. Anna Karenina ile aşkın kristaline dokunmuş Tolstoy, bu yüce duyguyu kişisel yarardan vazgeçme hali olarak düşünür. Aşkı savunmak gerekir. Sartre, çatışma, acı verici mücadele; Murdoch, insanın kendisinden başka şeyin de gerçek olduğunu zorla anlaması der aşk için. Başka? Proust aşka, kalbin zaman ve mekâna duyarlılık kazanması tanımını koymuş. Camus ise belirsiz bakar: “Ne olduğu bilinmez ama acısı çekilir!” Robert Frost dayanılmaz şekilde arzulanmayı dayanılmaz şekilde arzulamak buyurur. Jack London, en güzelidir: “Âşıkların yüzlerindeki derin izler, hayat boyunca yüreklerinde taşıdıkları güzellik ve zarafetin izleridir.” Aşk, iyinin ve kötünün ötesi. Hoş geldin bahar! Selam çizgilere!

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları