Dayanışma

Dayanmak tek kişilik eylemdir, dayanışmak çoğul.

Sadece ‘’Ş’’ harfinin büyüsü değil bu, bir kültür.

En eskiye bakarsak, Hunlar kendi çocuklarını savaş ve askerlik eğitimi için yakınlarının yanına gönderirdi. Kendileri de başka bir yakınlarının çocuğunu eğitirdi. Tarih örnekleriyle dolu, Dede Korkut boylarında Bamsı Beyrek’in esaretten dönüşü sırasında kullanılan bir kavram vardır ki, tam bugünlük ‘’kalmış yiğidin arkası’’ yani mazlumun, muhtacın yardımcısı, arkası.

Orhan Erkanlı anlatıyor, Kore’de Amerikan askerleri salgın hastalığa tutulan arkadaşlarını koğuş dışına atarken, Türklerin hasta arkadaşlarını aralarına alıp ısıtarak iyileştirmeleri askerlik ya da savaşçılıkla değil, toplumsal ruhla ilgiliydi. Aynı dönemde ABD ordusunda bile ayrımcılık devam ediyordu, tarihlerinden gelen ırkçılık dönemi sona ermişti, ama bu haliyle bile mesela siyahların Deniz Kuvvetlerine girmesine izin vermiyorlardı. Calvin C. Hernton’un ‘’Amerika’da Cinsiyet ve Irkçılık’’ kitabında insanı insanlığından utandıracak örnekler var. Fahir Onger Yayınlarından çıkmış, Dr. Günsel Koptagel çevirmiş, eski bir kitap ama özel olarak ABD’de, genel olarak batıda bugün yaşananları anlamak için önemli bilgiler veriyor.

Kültür, toplumla birlikte yaşıyor, biraz evriliyor belki ama ana hatlarını koruyor. Eskiden siyah ya da Çinli olanlar bu ayrımcılığa maruz kalıyordu, şimdi katmerlendi, artık yoksul olmak yetiyor, beyaz olmak da kurtarmıyor kimseyi.

Türkiye’de zabıta telsizlerinden evden çıkamayan ‘’İmrahor’da oturan yaşlı adamın ufak rakı istediği’’ anonsu geçilince Zabıta amiri ‘’buz da götürün’’ diye talimat veriyor. Şaka değil, gerçek. Kadın jandarmalar, evden çıkamayan 65 yaş üstü ablalarımızın yalnızlığını paylaşmak için ziyaret edip onunla ekmek hamuru açıyor. Evlere market alışverişi yapılıp gönderiliyor. Birçok kamu personeli yeni duruma ilgili görevler almış, işinin başında. Dernekler maske dikiyor, kimi büyük şirketler fabrikalarını tahsis etmiş buna. Vatandaş da devletine el uzatıyor, iki öküzü olan bir amca birini vermiş, çocuk harçlığını, esnaf bir günlük kazancını.

Bunların haberlerini görünce insanın içi ısınıyor. Öte yanda Amerika’da huzur evlerinde ölüme terk edilen yaşlıları, sokaklarda aç ve ilaçsız ölümü bekleyen milyonlarca evsizi, sağlık hizmeti alamayan işsizleri görünce anlaşılıyor kültürün sürekliliği. Bu kez içi acıyor insan olanın.

Bu işin sonunda ne olacak, dünya nasıl bir dünya olacak, işte bu insanlık belirleyecek, batıdaki insanlık da sorgulamaya başlayacak bu kültürün yarattığı ve şimdi canına kast eden düzeni. Burada iktidarlardan söz etmiyorum, bir kültürden söz ediyorum. Çünkü tıpkı dayanmak ile dayanışmak arasındaki fark kadar önemli bir şey var, kim bu süreçte iyi giden bir şeylerden söz açsa hemen ‘’yandaş’’ yaftası takılıp hücum eden, eleştirmeye hazır bekleyen bir grup var. Habertürk program yapımcısı Mehmet Akif Ersoy’dan Cüneyt Özdemir’e kadar birbirinden farklı görüşlere mensup pek çok gazeteci de bunlardan nasibini alıyor. Dayanmakla dayanışmak arasındaki fark tam da burada, iyi haber verene hakaret edenler bir yere ya da bir şeye dayanıyor, kimi bir partiye, kimi başka bir devlete, kim de öfkesine… tek başına yani, kimseye bir faydası yok. Oysa dayanışma bunun tam tersi, geçmişi bir kenara bırakıp, yardıma ihtiyacı olan sana sen de ona dayanıyorsun.

Slavoj Zizek’in bir röportajını okudum geçenlerde, bugünün koşullarına uyan bir komünizmi kaçınılmaz görüyor. Diyor ki, özetle: ‘’Piyasa kurallarını ihlal edecek, sağlık hizmetlerini örgütleyebilecek ve insanları hayatta tutabilecek, etkin bir devlet olmalı. Bunun yanında üstte güçlü bir uluslararası işbirliği, altta yerel seferberlik. Bilim-kurgu filmlerinde virüs bulaşan insanlar zombiye dönüşüp birbirini yerdi, şimdi tam tersi yeni bir toplumsal dayanışma oluşmalı…’’

Bu dayanışma bazı toplumların kültüründe var, bazılarına da filozofları, aydınları öğretecek. Nitekim batı toplumlarında da örnekleri görülmeye başlanıyor, İsveç prensesi bir hastaneye temizlik yapmaya gidiyor, Avrupalı ünlü şef evsizler için yemek pişiriyor, 99 yaşındaki İngiliz yüzbaşı ya da ünlü aktör filanca yardım kampanyası başlatıyor, vs… Bir yandan da sistem direnmeye devam ediyor, yaşlılarını, evsizlerini gözden çıkarmış, başta ABD, sonra Belçika, haberlere göre Norveç, virüse karşı tedbirleri hafifletmeye kalkıyor.

Önemli bir şeyi gözden kaçırıyorlar, toplumlar sorgulayacak. Kendilerinin emeğine, fedakarlığına dayanan onu sömüren sistemi, o sisteme dayanarak koca koca toplumları sürü gibi idare etmeye çalışan yöneticilerini. Bir de dayanışmanın gücünü ve yararını… Kimi komplo teorilerine göre bu virüs dünya düzenini değiştirmek ve nüfusu azaltmak için sistemin sahipleri tarafından hazırlanmış bir proje… Hiç fark etmez, ben sistemden değil kültürden söz ediyorum, onların bile hesap edemedikleri bir değişim, onların da kapısında bekliyor.

NANO MANO

Virüs tedbirlerinin ilk açıklandığı günlerde (sanırım 14 Mart) bir eczanede sıradan cerrahi maske için tam 40 TL demişlerdi bana… Adamın yüzüne baktım hayretle, ‘’abi gelişi yüksek’’ dedi. ‘’Kardeşim daha yeni açıklandı tedbirler, ne ara bitti, ne ara yüksek fiyatlısı geldi’’ dedim, öyle baktı yüzüme donuk donuk.

Sonra maske fırsatçılığı başladı. Baktım fiyatlar pahalı, oturdum kendim yaptım, pamuklu kumaş, kağıt tela ve tülbentten, çok da güzel oldular… Annem iyi bir terziydi, biraz el alışkanlığım kalmış çocukluktan. Sonra kendi yaptığıma güvenimi kaybettim, çünkü internet üzerinden bir maske satış furyası başlamıştı. Nano maskeler vardı, yıkanıp tekrar kullanılabiliyorlardı, bir doktor arkadaşıma danışıp olurunu aldıktan sonra o maskelerden edindim, hatta bir siteye sipariş verdiğim halde, başka sitelerden de kapıda ödemeli maskeler geldi, tam dört kez geri çevirdim. Yanlışlık sanıyordum, meğer başka imiş.

Bir süre yaygınlaştıktan sonra arka arkaya ekranlara çıkan çok sayıda akademisyen bu maskelerin korumadığını, korunuma hissi yarattığı için de tehlikeli olduğunu açıkladı, evde yapılanlar bile daha iyi imiş. Üzerlerindeki sağlık Bakanlığı onayları sahte çıktı, ama hala bunlar satılmaya devam ediliyor.

Sağlık Bakanlığı bunların satışlarını derhal durdurmalı ve satanlar hakkında yasal işlem yapmalı. Çünkü bunlar da toplumun çaresizliğine dayanarak halkın sağlığıyla oynayanlar. Dayanışmaya dinamit koyanlar…

EN GÜZELLER

Cumhuriyetle 100 yaşına giren CKD yönetimi ve bunu hissederek 23 Nisan için birlik çağrısı yapan bütün üyeleri…

Ağrı’da üniversite sınavına hazırlanmak için yeterli olanaktan yoksun kardeşleri için yardım kampanyası başlatan TLB’li gençler…

EN KARIŞIKLAR

Dünya Korona ile mücadele etmek için kapanırken, ‘’Amerika’yı açacağız’’ diye saçma sapan bir planla ortaya çıkan Trump.

Demokrasiyi darbe ile başa getirilecek kadar; Devleti, TSK’ni donuyla denetleyecek kadar; Planlamayı, planlı ekonomiyi bitirecek kadar; liyakate icraatlarını solun karşı çıkışına göre planlayacak kadar önem veren… Kamu mallarını satmaya başlayacak kadar ‘’örnek siyasetçi’’; ABD’de önüne ‘’Kürdistan’’ haritası açılacak kadar ‘’devlet adamı’’ olan Turgut Özal için: ‘’Demokratik siyasi yaşanma bağlı kalan, devletin kurum ve kurullarını önemseyen, devlet yönetiminde liyakate önem veren örnek bir siyaset ve devlet adamıydı’’ diye anma mesajı yazan ‘’solcu’’ ve CHP Başkanı Kılıçdaroğlu…

Bir de Covid-19 ile mücadeleyi abartıp komplo teorilerine kapılan Berber Ramazan abi ve ‘’bana bir şey olmaz’’ havasındaki diğer zevat…