Eşekli Kütüphaneci 2

Geçen haftaki yazım Sayın Ekrem Kahraman imzasıyla çıkınca, okurlardan bana gelen iletiler de “Ekrem Bey” diye başlıyordu. Değerli okurumuz Sayın Nazan Sezgin’in aşağıdaki yazısı o iletilerden biri. N. Sezgin Eşekli Kütüphaneci’yi vaktiyle okumuş, sonuna bir itirazı olsa da, beğenmiş kitabı. Yazısının bir yerinde şunları yazıyor: “Edebiyata mahalli dilin girmesi çok güzel bir şey, çünkü artık ağız ve lehçeler de kayboluyor. Televizyonların yalan yanlış Türkçesi her yere hâkim, son yaşlılar da ölünce Doğu Anadolu’nun o güçlü ve güzel Türkçesi de yok olacak, onun için metinlere geçmeli. Fakir Baykurt merhumun anadilinin Türkçe olduğunu sanmıyorum. Gürcü asıllıydı sanırım, sonradan öğrenilmiş bir Türkçe ile mahalli Türkçeler yazılmaz.” Değerli okurumuzun Fakir Baykurt ile ilgili yanlışına yazımın sonunda değineceğim.

YAZARLARIN SORUMLULUĞU

Edebiyatımızda bir ara kapanmış gibi görünen yerel dil konusuna okurlarda yeniden bir istek, bir ilgi doğduğunu Sezgin’in iletisinden de anlıyorum. Yani kapanmamalı bu konu.Yazarlara bu anlamda da hâlâ bir görev düşüyor. Hangi bölgeden olursa olsun, nerede kullanılırsa kullanılsın sözcükler ölmemeli. Türkçede pek çok sözcük gereksinim duyulmadığından değil, yazarların ilgisizliğinden ve şu “yerel dil” kavramının doğru anlaşılmamasından yok olmuştur. “Türk Edebiyatında Yöre Diline Yöneliş ve Fakir Baykurt’un Dili” adlı yüksek lisans tezim dolayısıyla (1980) “yerel dil, yöre dili” konusunda epey düşündüm, bu konuda pek çok tartışma okudum. Zaman zaman bu tartışmalar içinden çıkılmaz bir hal aldı, âdeta bir kör dövüşene döndü. 1950’li yıllarda Orhan Kemal’den Can Yücel’e değin pek çok yazar bu konuyu tartıştı.
Geçen yıl yayımladığım Saklı Sözlük (Destek Y. 2016) dolayısıyla yıllar sonra bu konu üzerinde yeni veriler, yeni gelişmeler ışığında bir kez daha düşündüm.

BAŞLANGIÇTA HER SÖZCÜK YERELDİ

“Yerel dil” kavramını anlamadan önce, dil ve yazı dili kavramlarını iyi anlamak gerekir. Hiçbir sözcük başlangıçta milyonlarca kişinin konuştuğu ya da bildiği bir sözcük olarak doğmamıştır. Örneğin, bu gün herkesin bildiği “el, ayak” gibi sözcükler başlangıçta milyonların bildiği sözcükler miydi? Hiç sanmam. Mutlaka dar bir alanda konuşuluyordu, hem de çok dar bir alanda, yani bir bakıma yereldi. Sonra yaygınlaşarak çoğunluğun bildiği sözcüklere karıştılar. Her sözcük iki aşamada var olur: İlk aşama türetilme, ikinci aşama yaygınlaşma aşamasıdır. İşte bizim yerel diye bildiğimiz çoğu sözcükler türetildikten sonra yaygınlaştırılamamıştır, bunda da geçmişte kendi diline tepeden bakan, kendi dilini ihmal eden yazarların rolü büyüktür. Saklı Sözlük’te yer verdiğim binlerce sözcüğe ben “yerel” diyemiyorum, vaktiyle yazıya geçirilmemiş, ihmal edilmiş sözcükler diyorum. Yazıya geçmeyen hiçbir sözcük gerçek gücüne ulaşamaz, sabun köpüğü gibi yok olup gider. Yazıya geçmemiş sözcükler, nüfus kaydı çıkarılmamış insanlar gibidir. Var mı yok mu bilinmez, ilgi, itibar görmez. İşte bu nedenle F. Baykurt, Y. Kemal, O. Kemal gibi yazarlar dilimiz adına önemli bir iş yaptılar.

ANADİLİ KAVRAMI

Değerli okurumuz N. Sezgin’in bir yerlerden duyduğu bilgi yanlış; Baykurt, Gürcü asıllı değildi, gözleri bizi yanıltmasın, Yörük’tü. Ayrıca bir yazarın annesinin Türk kökenli olmaması, örneğin Yaşar Kemal’in annesinin Kürt olması neyi değiştirir? Anadolu Türkçesini en iyi kullanan yazarların başında gelir, yerel dilin tadını da en iyi onda bulduk. Türkçe sanki Y. Kemal için yaratılmış ya da Y. Kemal Türkçe için gelmiş dünyaya. Yerel dil kavramı gibi, anadili kavramı da bizde iyi anlaşılmadı, bu da ayrı bir tartışma konusu. Anadili kavramını yalnız “ana” ile tanımlamak yanlıştır, “yaşamsal gereksinme” gereği içinde yaşadığımız toplumdan edindiğimiz ve en iyi bildiğimiz dildir anadili.