Futbolun Ord...ü Lefter Küçükandonyadis

Uçan Kaleci lakaplı Cihat Arman ile birlikte Gelibolu'da Yedek Subay olarak askerlik yaptığımız 1947 yılında Fenerbahçe Takımı kalecisiz kalmıştı. Yönetim kaleci arayışı içine girdi. Tesadüfen o dönemde Beyoğluspor kalecisi Şalabi de kulübünden ayrılmıştı. Talipleri vardı. Beşiktaş almak istiyordu. Bir gün Rüştü Dağlaroğlu Beyoğluspor yöneticisi ile sohbet ederken, söz dönüp dolaşıp Şalabi'ye geliyor. Dağlaroğlu Şalabi'nin Fenerbahçe'ye verilmesi konusunda ısrar ediyor. Ancak Beyoğluspor Yöneticisi Nikoliodis; "Şalabi'yi ne yapacaksın? Sana öyle bir futbolcu önereyim de futbolcu gör" demişti.

İşte Beyoğluspor yöneticisinin sözünü ettiği futbolcu Lefter idi. "Beyoğluspor'dan Taksim'e geçti oradan da askere gitti" demişti. Askerliğini Diyarbakır'da yapan Lefter'in terhis olacağı el altından duyulmuş ve Fenerbahçe yönetim kurulu, babası Diyarbakır'da emniyet amirliği yapan Ruhi Karaduman'a Lefteri alıp, Fenerbahçe'ye getir talimatını vermişti. Ruhi Karaduman da bir Fenerbahçe-Vefa maçının devre arasında Lefter ile birlikte çıkageldi. Antrenörümüz Ignas Molnar; "Yahu bundan futbolcu mu olur?" deyiverdi aniden. İşte Lefter'in Fenerbahçe macerası böyle başlamış oldu. Antremanlara başlandı. İlk antreman maçında arka arkaya 4 gol atmıştı. Her ne kadar Beşiktaş ve Galatasaray da Lefter'i almak için savaştılarsa da Rüştü Dağlaroğlu bu konuda daha baskın çıktı ve Lefter'in transferi gerçekleşmiş oldu.

Futbolculuğunun yanı sıra esprili de bir kişiliği vardı. Genç yaşında saçları dökülüp dazlak olan Osman Göktan'ın kafasına zaman zaman ciklet yapıştırdığı olurdu. Hele bir defasında kafasında çiğ yumurta kırmıştı. Hele hele, Donanma Kamil ile Lefter, Lorel-Hardy gibi idiler. Birbirlerine şaka yapar ve kızdırırlardı. Ankara'da berabere kaldığımız bir maçtan sonra Donanma Kamil'in 48 numara ayakkabısını dallara asarak sözüm ona idam etmiştik. Kamil buna çok sinirlenmiş ve kampı terk etmişti.

Uçak ile seyahat etmekten korkardı. 1956 Yılında Ankara'ya uçakla gitmek zorunda kalmıştık. Tesadüf bu ya fırtınalı ve elektrik yüklü bir hava vardı. Lefter'in uçak korkusunu bilen takım arkadaşlarının bu konudaki şakaları çok kızdırmıştı Lefter'i. Uçak korkusu fobi olmuştu onun için.

Maçlarda, Manol adlı bir seyirci ona "ordinaryüs" diye bağırırdı. Bu sıfat seyirci tarafından çok benimsendiği için tezahürat haline gelmişti. Bu nedenle lakabı da ordinaryus oldu. Ben ise onun futbolu için gerek yazılarımda gerekse sohbetlerimde Mozart benzetmesi yapardım. Futbolun Mozart'ı idi benim için. Hırslı ve egoistti. Bu nedenle gol krallıkları için çok mücadelemiz olmuştu.

Lefter ile 4 yıl beraber oynadıktan sonra Avrupa'ya transfer oldu. Bir süre sonra Yunanistan'a döndü. Bir süre akrabalarıyla birlikte oldu. Ben de o sıralarda Fenerbahçe'nin teknik direktörlüğünü yapıyordum. Lefter'in tekrar Fenerbahçe'ye gelmesini sağladım. Bu sayede de yan yana oynadığım Lefter'in hocası olmuş oldum. Hatta o sene şampiyon da olmuştuk. Toprağı bol olsun.

YA AZİZ YILDIRIM, YA KURUMSALLAŞMA

Fenerbahçe, gün geçmiyor ki sorun yaşamasın. Bu konuda bileğimizi büken yok. İşte bir yenisi. Ersun Yanal'ın meselesi. Ersun Yanal'ın, görev yaptığı süre içinde Fenerbahçe bir şampiyonluk yaşadı. Hepimiz mutlu olduk. Ardından da tatil dönemi başladı. Daha 2014-2015 Lig dönemi başlamadan Ersun Yanal istifa etti veya ettirildi. Neden? Sözüm ona takımdaki bazı futbolcular Yanal'ı istemiyoruz demişler. Ya da magazinsel hikayeler. Rivayet çok. Ama şurası gerçek ki Başkan futbolcularla toplantı yapıp, sonra da Ersun Yanal'a talimat vermeye kalkmış. Anladık da takıma iyi kötü faydası olmuş bir insanı kulüpten uzaklaştırırken bunu, bu gibi bahanelerle yapması doğru mudur? Karşılıklı görüşülür ve taraflardan biri memnuniyetsizliğini belirtip sözleşme şartlarına uyarak fesih işlemini gerçekleştirir. Normali budur. Bütün bunları düşününce, Fenerbahçe'nin kurumsal olabileceğini düşünmek biraz zor. Başkan, merkeziyetçi bir adam. Böyle çalışmayı seviyor. Ancak, bir insanın hem ben merkeziyetçi hem de demokrat olması beklenemez. Böyle bir yapı var mı?

Sonuç olarak, Ya Aziz Yıldırım olmalıdır ya kurumsallaşma olmalıdır. Bu durumda İkisinin bir arada olması mümkün değildir.

HAPİSHANEYİ ÖZLEYEN FUTBOLCU

Türk Futbolunun tarihsel gelişimi içinde bazı büyük futbolcular unutulmuşlardır. Sanırım bu, biraz da insanların vefasızlığından kaynaklanıyor. Ben de zaman zaman unutulduğunu gördüğüm, devrin büyük futbolcularını bu köşemde hatırlatmaya ve de onları tanımayan genç nesile tanıtmaya çalışıyorum.

Bilmem Beşiktaş'ın eski yıllardaki santraforu Kemal Gülçelik'i bilir misiniz? Senelerce Beşiktaş'ta Hakkı Yeten ile Şeref Görkey'in ortasında santrafor oynadı. Keşke bu günkü nesil görebilseydi. Benim yakın arkadaşımdı. Beraber oynadığımız yıllar da oldu. Uzun yıllar her yıl tertip edilen Fuar Kupası maçlarında da Kemal ile birlikte İstanbul karmasında yer aldık. Özellikle Şükrü Gülesin'in askere gittiği zaman ben bu karma takımda solaçık oynardım. Benim düşünceme göre; Kemal gelmiş geçmiş en iyi santrafor idi.

Futbolu iyi oynamak için gerekli olan şut, kafa ve pasları son derece iyi ve isabetli idi. Yanlardan gelen toplar ile defansa Kartal gibi inerdi. Takımlarımız arasında Kemal'in yırtıcılığından korkmayan yoktu. Uçan Kalecimiz Cihat Arman dahi onun oynadığı maçlarda korkudan tir tir titrerdi. Esprili bir kişiliği vardı.

Yakın arkadaşları kayabalığı Çengel Hüseyin ve Ömer idi. Bu üç arkadaş, futbolcu olmasalardı mutlaka sahne sanatçısı olur ve de çok para kazanırlardı. Bir çok anımız vardı Kemal Gülçelik ile. İşte onlardan bir tanesi: Bilindiği gibi o yıllar İzmir'de Fuar Turnuvası için maçlar tertiplenirdi. Turnuvayı, dönemin Maarif Bakanı Hasan Ali Yücel açardı. Biz de vapur ile İzmir'e yolculuk yapardık. İzmir yolculuklarının bir tanesinde alt kamarada Kemal, Şükrü, Hüseyin ve Ömer İskambil oynuyorlardı. O sırada Hasan Ali Yücel de onların yanına gelip oturdu. Onlara teker teker babalarının ne iş yaptığını sormaya başladı. Ömer ile Kayabalığı Hüseyin yanıt verdi ama Kemal'den hiç ses yok. Söylemiyor bir türlü. Sonra yavaşça "Eğilin kulağınıza söyleyeyim" dedi ve hemen arkasından "Babam karaborsacı" diye fısıldadı. Hasan Ali Yücel'den yaaa! diye bir hayret nidası çıktığını hatırlıyorum.

Enteresan bir şey ki hapishaneye girmeyi isterdi. Bunu şaka mı söylerdi bilmiyorum ama Kemal ne yazık ki bir süre sonra gerçekten hapishaneye düştü. Hapishane'den çıktıktan bir süre sonra da vefat etti. Ruhu Şad Olsun..