İlahi intikam peşinde: Adaletin Eli

Toplumsal düzeni epeydir gözle görülür biçimde bozuk olan ve yakında sinemalarımızda da gösterilecek olan “İç Savaş” türünden filmlerin yapılmaya başlandığı ABD’de şiddetin en yalın haliyle geri dönüşünü öyküleyen filmlerden biri “Adaletin Eli” (Red Right Hand). Eshom Nels ve Ian Nels kardeşlerin birlikte imza attığı film, üstelik de bu geri dönüşü “ilahi intikam” temasıyla gerçekleştiriyor, dinin bütünleştiriciliğine vurgu yapıyor ve böylece Amerikan Yeni Sağ’ının Hollywood’da 1970’lerden beri oluşturduğu birikime yeni bir katkı yapıyor. Eline silah alıp kanlı bir çatışmaya giren kasaba rahibinin Eski Ahit’in “Göze göz, dişe diş” ilkesine bağlı kaldığını belirtmesi, bir anlamda “Adaletin Eli”nin özetini de veriyor.

ANDIE MACDOWELL’IN DÖNÜŞÜ

Filmin başlamasıyla birlikte karşılaştığımız gerçekler tam bir çöküş manzarası sunuyor. Taşrada küçük bir kasabada yaşayan sağlam yapılı eski alkolik Cash (Orlando Blum) için hayatın anlamı, annesi ölmüş, döküntü çiftlikte karısının kaybıyla baş edememiş yıkkın ve alkolik babasıyla yaşayan yeğeni Savannah’tan ibaret gibidir. Baba, yörede tam bir terör estiren, “Big Cat” lakaplı acımasız bir kadın tarafından yönetilen uyuşturucu çetesine borçlanmıştır ve çiftlik elden gitmek üzeredir. Cash, eniştesinin borcunu kapatmak için eskiden birlikte çalıştığı Big Cat’le bir anlaşmaya varır ve onun için bazı işler yapmayı kabul eder. Asıl amacı çeteyi ortadan kaldırmaktır ama bölge şerifinin de Big Cat tarafından satın alındığı düşünüldüğünde bu pek kolay olmayacaktır. Eski bir uyuşturucu müptelası olup sonunda doğru yolu bulan kasaba rahibi, bu mücadelesinde Cash’a manevi destek verir, gerektiğinde de silah kuşanıp çatışmaya katılır.

“Adaletin Eli”, adaleti sağlayacak kurumların devre dışı kaldığı durumlarda kendi adaletini sağlamaya soyunan iyi insanların pür kötü insanlarla mücadelesi ekseninde ilerleyen bildik bir öykü anlatıyor. Bu açıdan filmde yeni bir şey pek yok. 1990’ların sevilen oyuncularından, beyazperdede epeydir görmediğimiz Andie MacDowell’ı şeytani ve üstüne tam da oturmayan bir rolde “Büyük Kedi” olarak izlemek, kariyerinde ilk kez bu kadar kötü bir kılığa bürünen oyuncuyla özlem gidermek, filmin sunduğu tek yenilik olarak öne çıkıyor. Şampuan reklamında bile kendini izlettirmeyi başarmış deneyimli oyuncu, bu kez de rolü gereği hayli akılda kalıcı.

‘SAVAŞI BEN BAŞLATMADIM…’

Filmin dikkat çekici yanlarından birisi de şiddet sahnelerinin yer yer “pornografik” boyuta varması. Nels Kardeşler, Amerikan orta-sınıf beğenisine seslenen bir filmden beklenmeyecek ölçüde açık şiddet ve işkence sahnesi sunmuş seyirciye. Zavallı şerif yardımcısının onlarca kasabalının konuk olduğu bir partideki uzun ve acılı ölümü ya da Big Cat’in oğlunun kendi köpekleri tarafından parçalanması, “doz aşımı” sahnelerle aktarılıyor. Sylvester Stallone’nin “İlk Kan”da söylediği gibi, “Savaşı ben başlatmadım ama çok kan akacak” demeye getiren Cash, “kana kan, göze göz, cehenneme cehennem” diyerek ilahi intikam peşine düşüyor.

Tahmin edileceği gibi finalde sürpriz yok; iyiler kazanıyor. İlginç olan, iyilerden de kötülerden de ölen onca insana rağmen Amerikan adalet sisteminin hiç ortalarda görünmemesi. Adaletin ve asayişin gayri resmi yollardan sağlanmasına, ihkak-ı hakka büyük prim tanıyan film aslında “adaletin kanlı eline” saygı gösterisi yapmış oluyor. Vakti zamanında Big Cat’in çetesinden ayrılmak için bir elini yakmış olan Cash’in yanık eli de diyebiliriz!

Sonuç olarak, sinemalarımızda geçen hafta gösterime giren film, Hollywood’un muhafazakar kanadının sevdiği türden, vasatlığı aşamamış, kanlı bir “tanrı, aile, intikam” serüveni. Türkiye’de ilk hafta sonu yalnızca 1292 seyirciye seslendiğini ve imdb puanının da 5.4 olduğunu ekleyeyim.