İsveç’e NATO vizesinin kaybettirecekleri

Dış politikada gündem, İsveç’in NATO üyeliği. 6 Temmuz’da Brüksel’de NATO karargâhında Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in Dışişleri Bakanları, istihbarat başkanları ve ulusal güvenlik danışmanlarının katılacağı bir toplantı yapılacak. Bu toplantının amacı, 11-12 Temmuz’da Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılacak olan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nden önce İsveç’in üyeliği konusunu sonuçlandırmak.

Zirve’ye giderken, Ankara’ya İsveç’in üyeliğini onaylaması konusunda NATO ve Batı başkentlerinden baskının arttığı görülüyor. Tabii, İsveç’teki son Kur’an yakma eyleminden sonra işler biraz zorlaştı. Bu eylemden İsveç yönetimini sorumlu gören resmi açıklamalara rağmen, Ankara’dan İsveç’in üyeliğine kesinlikle karşı çıkış yönünde bir tepki gelmedi. Ankara’nın konuyu, ABD ile ilişkilerde bir pazarlık konusu olarak ele aldığı, buna karşın, 2022 Madrid Zirvesi’nden bu yana herhangi bir kazanım elde edemediği ortada. ABD, Türkiye’ye, F 35 projesinde ödediği paralar karşısında F 16 uçakları ve modernizasyon kitleri verilmesi havucunu koz olarak masaya sürüyor. Ankara’nın politikası, karşı tarafın kozu üzerine kurulu bir pazarlık olduğu için olumlu bir sonuç elde etmesini mümkün kılamıyor.

ÜÇLÜ MUTABAKAT NE İŞE YARADI?

CIA’nın kuruluşu Radio Free Europe/Radio Liberty (RFE/RL) uzmanı Rikard Jozwiak, bir NATO diplomatının Ankara’nın politikasına ilişkin değerlendirmesini şöyle aktarıyor: “Vilnius’ta varılacak anlaşmanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ekim ayına kadar tatile girmeden önce Temmuz ayı sonunda onaylanmasına olanak tanıması akıllı bir tahmin. Geçenlerde bir NATO diplomatı bana gülümseyerek ‘Erdoğan ilgi odağı olmayı seviyor ve tıpkı 2022’de Madrid’de olduğu gibi, zirvede tüm ilgiyi üzerine çekmenin bir yolunu bulacak.’ dedi (RFE/RL, 26 Haziran 2023)”.

İşin gerçeği şu: 28-29 Haziran 2022’de Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi sırasında imzalanan ve Ankara’da “büyük bir kazanım” olarak sunulan üçlü mutabakat ve NATO’nun açık kapı politikasına sonuna kadar destek politikası, herhangi bir pazarlık ortamını daha baştan ortadan kaldırıyor.

Üçlü mutabakata dayanarak, İsveç ve Finlandiya’nın, görüntüde Türkiye’nin terörle mücadele yasalarında bazı değişiklikler gibi isteklerini yerine getirmesinin bu iki ülkenin PKK ve FETÖ’ye yaklaşımında esasta bir değişiklik olmadığı ortada. Bu ülkeler, FETÖ ve PKK’nın yasal kılıf altındaki örgütlenmelerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Dahası, hem ABD’nin hem de NATO’nun bu iki terör örgütüne doğrudan ve açıktan desteği eskiden olduğu gibi sürüyor. Sadece İsveç ve Finlandiya’da değil, NATO karargâhınının bulunduğu Brüksel dahil bütün örgüt üyesi ülkelerin çeşitli kentlerinde FETÖ ve PKK’lılar NATO’nun koruması altında faaliyette olduğu herkes tarafından bilinmektedir.

Geçen yılki mutabakata dayanarak, “YPG ve FETÖ’nün NATO metinlerinde yer almasını sağladık” şeklindeki iddialar da, sonuçta iç kamuoyunu aldatmaktan başka bir anlam taşımıyor.

NATO’YA BAĞLILIK TÜRKİYE’NİN ELİNİ KOLUNU BAĞLIYOR

İşin özü şudur: Türkiye’nin ulusal güvenlik çıkarları ile NATO’nun hedef ve amaçları çelişmektedir. NATO, Rusya, Çin ve Asya’nın tamamına ABD hegemonyasını kabul ettirmek amacıyla zırhlandırılmaktadır. Oysa Türkiye’nin çıkarları, NATO’nun hedefe koyduğu bu ülkelerle işbirliğini geliştirmeyi gerektirmektedir. Ankara’nın NATO’ya bağlılık politikası Türkiye’nin menfaatlerini kendi eliyle baltalaması sonucuna yol açmaktadır.

Ankara’nın içi boş böbürlenmelerle sürdürdüğü “denge” adı altındaki dış politikasının Türkiye’ye kazandırdığı bir şey yoktur. Tam tersine NATO’ya bağlılık politikası Türkiye’nin altını oymaktadır. Türkiye, önünde sonunda NATO’nun hedef ve amaçları ile Türkiye’nin menfaatleri arasındaki çelişkiyi masaya yatırmak zorundadır. Bu gerçeği görmeden, daha doğrusu gizleyerek sürdürülen politikanın Türkiye’ye maliyeti çok yüksek olacaktır.

Eğer bir “Türkiye ekseni” olacaksa ilk iş NATO gömleğini çıkarmayla başlamalıdır.