Karabağ zaferi KKTC’nin önünü nasıl açtı?

Ayrılıkçı Ermeniler işgal ettikleri Karabağ’da başkenti Hankendi olan bir sözde devlet kurmuşlardı. Artsakh Cumhuriyeti adlı bu uydurma devleti BM üyesi hiçbir ülke tanımıyordu. Öyle ki Ermenistan bile tanımaya cesaret edememişti.

Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önündeki en büyük engel de işte bu “kondarma” devletti. Çünkü şayet Azerbaycan KKTC’yi tanırsa Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın, Artsakh’ı tanıması çok güçlü bir ihtimaldi.

Şimdi, Azerbaycan ordusu, en son Karabağ toprağını da vatana kattığı için ayrılıkçı Ermenilerin devletçilik oynayacağı bir zemin de kalmadı. Bu uyduruk devlet artık yok. Dolayısıyla Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önündeki en büyük risk faktörü de ortadan kalkmış oluyor.

Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önündeki bir diğer engel de Rusya idi. Kısa zaman öncesine kadar Rusya’nın Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile yakın ilişkileri vardı. Ancak önce Rum kesiminde Rusların paralarını hortumlayan finans krizi ve ardından Ukrayna savaşı ile oluşan ortam Rusya’nın Güney Kıbrıs’ı gözden çıkarmasına yol açtı. Bugün hem Yunanistan hem de Güney Kıbrıs, Rusya’yı düşman devlet olarak niteliyor.

Bunun doğal bir sonucu olarak Rusya, KKTC’ye yaklaştı. Ruslar, geçtiğimiz aylarda KKTC’de bir temsilcilik açacaklarını duyurmuştu. En son KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar Rus devlet televizyonu tarafından ağırlandı.

Azerbaycan’ın son operasyonu, KKTC’nin tanınmasına gidebilecek yolda Rusya - Türkiye ilişkilerine dair başka bir pürüzü daha temizledi. Rusya’nın uydu devletleri diyebileceğimiz Güney Osetya ve Abhazya, sözde Artsakh Cumhuriyetini tanıyorlardı. Bu da Türkiye’nin bu iki devlete dair çekincelerini artırıyordu. Uydurma Artsakh devletinin tarihe karışması bu sorunu da ortadan kaldırdı.

Tüm bu gelişmeler ışığında, KKTC için yakın zamanda bir tanınma sürecinin başlayacağını tahmin edebiliriz. KKTC’yi ilk tanıyacak devletin Azerbaycan olma ihtimali yüksektir. Azerbaycan’ı diğer Türk devletleri hatta belki Rusya takip edebilir.

Ancak akıldan çıkarmamamız lazım, Rusya gibi güçlü bir ülkenin böylesi bir sürecin parçası olması biraz da bizim Dışişlerimizin oyun kurma kabiliyetine bağlıdır.

FUTBOL, ATATÜRK, ABDULHAMİD

Salih Tuna, hafta sonu yazısında Atatürk’ün İsrail takımına kafa golü attığına dair düzmece bir haberden hareketle bazı futbol fantezileri ile dalgasını geçmiş. Yazıdaki bir tespit önemli: Şimdilerde her takımın kendisine taraftar yazmaya kalktığı Gazi Paşa, aslında futbol ile hiç ilgilenmez, hatta bu İngiliz oyunundan pek de hazzetmezdi.

Futboldan hoşlanmayan bir başka devlet adamı da Sultan Abdulhamid’di. Sultan’ın futbola karşı mesafeli olmasının bir sebebi o zamanlar futbolun İngiliz kültürünün bir parçası olarak görülmesi, diğer sebebi ise güvenlik ile ilgili endişeleriydi. Bunun için Türklerin futbol ile uğraşmasına hoş bakmazdı.

Bizdeki ilk futbol takımının İngilizce bir isimle kurulmuş olması Sultan Abdulhamid’in bu tavrına bağlanır. Söylendiğine göre, 1901 yılında Kadıköy Moda'da kurulan bu ilk takımın isim olarak Black Stocking’i seçmesi kamufle olmak içinmiş.

Doğrusu bu tez bana pek inandırıcı gelmiyor. O zamanlar İstanbul hayli küçük bir kent, her yerde gizli polis var, oyuncuların Türk olduğunu takım adı değiştirerek mi gizleyeceksiniz? İsim seçiminde takımı kuran Modalı gençlerin Batı’ya özenti duymalarının etkili olduğunu sanıyorum.

Black Stocking (siyah çorap) takımı, ilk maçını 26 Ekim 1901’de Papazın Çayırı’nda Rumlar ile yaptı ve 5-1 kaybetti. Türk takımının tek golünü Fuat Hüsnü Bey atmıştı. Bu maç, Black Stocking'in aynı zamanda son maçı oldu. Çünkü Sultan’ın hafiyeleri takımın lokalini bastı ve takım dağıtıldı.

FUTBOL ÜLKEYE FAYDA GETİRDİ Mİ?

Şimdi bu öyküden Sultan Abdulhamid'e dair yüz tane tartışma çıkabilir, “bu tutum sporda geri kalmamıza yol açtı” diyenler de olacaktır. Fakat benim fikrime göre Sultan, İngiliz oyunu futbolu yasaklayarak dosdoğru bir iş yapmıştı. Gelin görün ki "alafranga devlet erkanı" birkaç yıl içinde yasağı delmeyi başardı. Tanzimat sosyetesi ve onun devamı olan işgal burjuvazisi ise getirip futbolu hayatın merkezine yerleştirdi.
Bugün, özellikle büyük takımların kalemleri, işgal İstanbul'undaki futbol müsabakalarını “işgalcilere karşı büyük direniş destanları” gibi anlatmaya bayılıyorlar. Ama hiç kimsenin aklına “o takımlarda top oynayan veya maçları izlemeye koşan genç erkekler neden Anadolu direnişinde değildi” diye sormak gelmiyor!

Doğrusu, yüz yıldır ülkemizde gelişip serpilen “profesyonel futbol” bize ne gibi bir fayda getirdi tartışılmalıdır. Çok kızılacağını biliyorum ama gerçeği söylemeliyim: Tarafgirlik yapmayan, politik doğruculuk tuzağına düşmeyen bir göz, geçen yüz yılda futbolun memlekete faydasından çok zararının dokunduğunu görür.