Kavradığınız bir halka var mı?
Siyasete başladığımızdan bu yana, yani 50 senedir, hele hele de 1970 ve 80’lerde, sürekli olarak “Kavranılacak Halka” deyimini duyardık. Bununla, o günkü dünya ve memleket ortamında, gözümüzü iyice açıp, en önemli olan problemi bulmak ve öncelikle onun üzerine çalışmak gerektiğini anlardık. Elbette, dünya ve insanoğlu o kadar karışık bir şeydi ki, her dakika birden çok daha fazla problemi önümüze getirip, aralarından bir seçme yapmamızı isterdi. Bu “Kavranacak Halka” her ne ise, o günlerin en önemli sloganı halinde sokaklara yansır ve binlerce insanın haykırışlarıyla siyaset sahnesine damgasını vururdu. Mesela bugün hatırlayabildiklerimizden bazıları; “Tek Yok Devrim”, “Kahrolsun Faşizm”, “Yanki Go Home”, “Ne Amerika ne Rusya Bağımsız Türkiye”. Siyasi kuruluşunuzun ideolojisi ne ise, ona göre bir “Kavranacak Halka” icat eder ve ona göre de günlük siyaseti organize ederdiniz.
2 BİN 555 SENEDİR ANLAŞILMAYAN GERÇEK
Tüm bunları neden “geçmiş zaman” haliyle yazmaktayız? Çünkü Efesli hemşerimiz Heraklitos’un, tam tamına 2 bin 555 sene önce söylediği “Aynı nehirde iki kere yüzemezsiniz.” sözü hiç söylenmemişçesine siyaset yapanlarla dolu bir ülke haline geldik de ondan! Kavranacak halka dediğimiz şeyin de akan nehir gibi sürekli bir değişkenliğe sahip olduğunu kavramamanın sonucunu, hemen her gün görmekteyiz. Eğer dünya değişmekteyse, hayat yeni şeyleri bizim önümüze getirmekteyse, bizim de değişen dünyaya göre kafamızı değiştirmemiz ve ona bağlı olarak da hem tahlillerimizi hem de eylemlerimizi değiştirmemiz gerekmez mi?
YAPILACAK İŞLER LİSTESİ
Silikon Vadisi’nde çalıştığımız günlerde de kapitalist şirketlerin bile bu “Kavranacak Halka” kavramını kendi işlerine uyarlayıp, ona göre çalışanları yönlendirdiklerini görünce şaşırmıştık. Çünkü hem her pazartesi hem de her sabah, tüm çalışanların birer “To Do List=Yapılacak İşler” listesi yapması ve onu da görünür bir yere asması istenirdi. Yönetici durumundaki müdür de herkesi ziyaret edip listenin ne kadarının üzerinin çizildiğine bakar ve “Kavranacak Halka”nın ne kadar kavrandığını kontrol ederdi. Zaten binlerce kişinin çalıştığı ve paradan başka amacı olmayan bu şirketlerin varlıklarını sürdürmesi, başka metodlarla mümkün olamazdı. Yani sosyalistlerin “Kavranacak Halka” tahlili, aslında tüm alemin işleyişi ile ilgili, çok yalın bir yöntem olmaktaydı. Sadece bu yöntemi nereye uyguladığına göre sonuç alırdın. Yoksa, o günün esen rüzgarının yönüne göre siyaset yapar ya da şirket yönetir durumuna gelirdin ki hem siyasetin hem de şirketin iflas ediverirdi bir süre sonra. Nitekim, 49 solcu fraksiyonun sonu da dijital dünyayı öngöremeyen fotoğraf filmi devi Eastman Kodak’ın sonu da, böyle oluverdi gözlerimizin önünde. Dünyaya fotoğraf filmini tanıtıp tüm pazarı elinde tutan Kodak şirketi, “Kavranacak Halka” konusunda yaya kalınca, dünya ekonomisi onu sırtından atıvermişti.
GRAMSCİ: ESKİ ÖLÜYOR YENİ DÜNYA DOĞMAKTA!
Bu kadar sözü nereye getireceğiz? Büyük İtalyan devrimcisi ve İtalyan Komünist Partisinin kurucu başkanı olan Antonio Gramsci’nin 1914-1918 dönemindeki dünyanın halini anlatmak için söylediği şu söze getirip, kendi halimize uygulamaya çalışacağız: “Eski dünya ölmekte. Ve yeni dünya doğmaya çalışmakta. Şimdi ise canavarların zamanıdır.”
1937’de ölen Gramsci, sadece 2 sene sonra başlayacak İkinci Dünya Savaşını göremediğine göre, eski dünyanın ölümü ve yeni dünyanın doğmasını ifade ettiği sözünün, oldukça uzun bir zamanı kapsadığını ifade edebiliriz. Hatta bugün içinde bulunduğumuz dünya halinin bile, Gramsci’nin bahsettiği “canavarların” hala can çekiştiği ve yeni dünyanın hala doğamadığını gösterdiğini söylemek mümkündür.
YENİ DÜNYANIN DOĞUMUNU ENGELLEMEK
500 senelik muhteşem balayından bir türlü vazgeçmek istemeyen Batı emperyalizmi, elinden gelen tüm imkanları ile, canavarlığını sürdürmenin peşinde bugün ölüm kalım savaşı vermektedir. Küreselleşme ideolojisi ve askeri müdahaleleri ile toplumlarımızın kimyasını bozup, “yeni dünyanın” doğumunu mümkün olduğu kadar erteleme peşindedirler. Bunu Antonio Gramsci’nin kendi memleketi olan İtalya’da bile çok açıkça takip edebilmekteyiz. Avrupalılaşma tuzağının üzerine, şimdilerde de “küreselleşme” kaymağını ekleyip İtalya’nın devrimci geleneklerini yok etmektedirler.
Aynı durumu Türkiye’de de görebiliyoruz kolaylıkla. Yüz yıllık devrimci Türk karakterini, kendi yeni sömürgeci “küreselleşme” ideolojilerine meze yapıp, özellikle de genç nüfus üzerinde etkili olabiliyorlar. Kendilerine uydurdukları Jon Türkçülüğü, İttihatçılığı, Kemalizm’i ve hatta Marksizm’i; LGBT, NATO’culuk ve milliyetsizlik ile karıştırıp solculuk diye sahneye çıkarıyorlar ve maalesef şimdilik kaydı ile, başarılı bile olabiliyorlar.
HAÇLILARI ANLAYAMAYAN BUGÜNKÜ İSLAMCILAR
Bunun tam karşısında ise, ne olduğu bir türlü anlaşılamayan, İngiliz yapımı vahabilikten esinlenen, binbir türlü tarikatlara bölerek etkisizleştirilen, Yunus Emre ve Mevlana’nın da hayretle karşılayacakları bir İslamcılık ile, toplumun diğer yarısını etkileri altına alabiliyorlar. 1095’ten beri sürdürülen Haçlı Seferlerini, sadece tarihi bir hatıra olarak ele alanlar, bugün Yeni Haçlı Seferlerinin elemanı halinde Türkiye’ye gönderilen Papa’yı bile, büyük bir hasret içinde kucaklayabiliyorlar. Böylece de Batı emperyalistleri, Türkiye gibi tarihi devrimci ve ilerici hareketlerle dolu bir ülkede kolaylıkla at koşturup, 1950’lerden bu yana siyasi dünyamıza yön verebiliyorlar. Ne de olsa, “sağ” ve “sol”u binbir şekilde kontrol altında tutabilmeyi becerebilmekteler bugüne kadar.
O zaman yapılması gereken, herkesin şapkasını önüne koyup, bugün “kavranacak halka”mızın ne olduğunu düzgün tespit etmektir. İnsanlar ve ülke nüfusu gelip geçici ve ölümlüdür. Ama memleket fikri ölümsüzdür ve bugünün nüfusunun ona göre davranıp, yarının Türkiye’sine olan borcunu bugünden ödemesi gerekmektedir. Yoksa yarının evlatları, analarına ve babalarına, ülkeye bugün yaptıkları veya yapmadıkları konularda şişkin bir fatura göndereceklerdir.